37 - SÂFFÂT SÛRESİMekke’de nâzil olup, 182 Âyet-i kerîmedir. Rahmân ve Rahîm olan yüce Allah'ın ismi ile başlarım. 1Yemin olsun veya kendilerine emredilecek şeyi bekler vaziyette havada kanatlarını gererek saf bağlayıp duran Meleklere, 2Bulutları sevk ve idare edenlere, 3Zikir okuyanlara Kur’ân okuyan Kurralara. Âyet-i kerîme’de geçen “zikr" kelimesi "Taliyat” kelimesinin mânâsından mef'ûl'u mutlaktır. 4Ey Mekke halkı Şüphesiz ki, sizin ilâhınız birdir. 5O, göklerle yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir. Yani güneşin doğduğu ve battığı yerlerin Rabbidir. Güneşin her gün doğup battığı bir yeri vardır. 6Biz, dünya semasını yıldızlar zinetiyle ışığıyla veya kendisiyle süsledik. Âyet-i kerîme’deki izafet beyan (izah) içindir. Nitekim "el kevakib" kelimesi ile (atf-i beyan olarak) izah edilen "zinet' kelimesi tenvinli olarak da okunmuştur. 7Onu itâatten çıkan her azgın şeytandan koruyarak. Âyet-i kerîme’de geçen “ hifzen” kelimesi mukadder bir fiille mansûbdur. Yani dünya semasını (ateşli) Şihab yıldızıyla koruduk. Yine Âyetteki “ min-külli “ câr-mecrûru mukadder olan fiile tealluk etmektedir. 8Âyetin tefsiri için bak:9 9Onlar şeytanlar semadaki yüce melekler topluluğuna kulak verip dinleyemezler. Şeytanların dinlemesi sözünden kastedilen, semanın dinlenmekten korunmuş olmasıdır. Onlar şeytanlar şihab yıldızları ile semanın her tarafından kovulmak için atılırlar. Onlar için âhirette devamlı bir azâb vardır. Âyet-i kerîme’de geçen “ La-Yessemme'une" fiili müste'nef cümlesidir. Sema kelimesi ısğa (kulak verme) mânâsını tazammum ettiğinden dolayı "ila" harf-i cerri ile muteaddi kılınmıştır. Âyet-i kerîme’de geçenve bir kıraatte "La Yessemme'une" diye okunan fiilin aslı Yetesemme'une olup "ta" sin'e idgam yapılmıştır. Dokuzuncu âyeti celilede geçen “Duhur" kelimesi "Deherehu" o'nu kovdu, uzaklaştırdı sözünün masdarı olup, mef'ûlun leh'dir. 10Ancak bir çalıp çarpan olsa onu da delip geçen veya yakan veya aklını bozan parlak bir yıldız takip eder. Âyet-i kerîme’de geçen “El-Hetfe" kelimesi işin bir kez yapıldığını ifade eden masdar (mef'ûl-u mutlakdır. İstisna "Yessemme'une fiilinin zamirinden yapılmıştır. Yani Sem'a dinlenilmez, ancak meleklerden bir kelime işiten şeytan hariç. Onu da derhal ışıklı bir yıldız yakalayıverir. 11İkrar ettirmek veya azarlamak için şimdi onlara Mekke kâfirlerine sor. Yaratılışça kendileri mi daha kuvvetli, yoksa bizim yarattıklarımız melekler, yedi kat göklerle yerler ve aralarındaki şeyler mi? Biz kendilerini onların aslı olan Âdem'i ele yapışması lazım gelen yapışkan bir çamurdan yarattık, onların yaratılışı zayıftır. Bu nedenle çok basit olan helâk edilmelerine götürecek peygamberi ve Kur’ân’ı inkâr, ederek kibre kapılmasınlar. Âyet-i kerîme’de tağlib sanatı vardır. Şöyle ki bütün yaratıklar "men" ile getirilerek akıl sâhibi kimseler gâlip kılınmıştır. 12Belki sen onların seni yalanlamalarına şaştın, onlar ise bu taaccub edişinle alay ediyorlar. Âyet-i kerîme’de geçen “Bel" bir maksattan diğerine intikali ifade eden bir edattır. Buradaki maksat Peygamberimizin ve onların durumunu haber vermektir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “Acibte" "Ta"nın fethasiyle okunarak Peygamberimiz (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e hitab edilmektedir. 13Kendilerine Kur’ân ile öğüt verildiği vakit, nasihat kabul etmiyorlar. 14Ay'ın yarılması gibi birmu'cize gördükleri vakit de onu eğlenceye alıyorlar. 15Mu'cize hakkında ise “ Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değil “ 16Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenler: “Biz, ölüp de bir toprak ve bir yığın kemik olduğumuz vakit mi? Biz mi diriltilecek mişiz? “ Âyet-i kerîme’de geçen “ hemze" her iki yerde de tahkik ve iki vecih üzere aralarında elif getirmek ve terk etmekle birlikte ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur. 17Evvelki atalarımızda mı? ” dediler. Âyet-i kerîme’de geçen “Eve-Abaüna" "Vav"ın sükûnu ile okunup "ev" ile atıf yapılmıştır. Yine Vav'ın fethasiyle okunup hemze istifham için olup vav ile atıf yapılmıştır. Ma'tuf un aleyh ise "Inne" ve isminin mahallidir. Veya "le me'busün" kelimesindeki zamirdir. Aralarını ayıran ise istifham hemzesidir. 18De ki: “ evet hepiniz zelil ve hakir olarak diriltileceksiniz. 19O, bir naradan ibarettir. Bir de bakarsın ki, onlar mahlûkat dirilerek kendilerine ne yapılacağını beklemektedirler. Âyet-i kerîme’deyeralan“ hıye ” müphembirzamirdir. Devamındakiayetonuizah etmektedir. 20Ve onlar kâfirler “ eyvah mahvolduk“ derler. Melekler de onlara: “ Bu hesap ve ceza günüdür. “ Âyet-i kerîme’deyeralan“Veyl” kelimesiaynılafızdanfiiliolmayanmasdardır. 21Bu sizin yalanladığınız mahlûkat arasında hüküm verme günüdür. “ derler. 22
Âyetin tefsiri için bak:23 23Meleklere şöyle talimat verilir “Şirk koşarak o kendilerine zulmedenleri, onların şeytanlardan olan arkadaşlarınıve yüce Allah'ı bırakıp da taptıkları putlarını hep bir araya toplayın da onlara cehennemin yolunu gösterin ve sevk edin. 24Ve onları yolda tutun! Hapsedin. Çünkü onlar bütün söylediklerinden ve yaptıklarından sorguya çekileceklerdir!“ 25Sonra kınama ve azarlama yoluyla onlara; Ne oldu size? Dünyadaki davranışınız gibi birbirinize yardım etmiyorsunuz? ” denilir. 26Onlar hakkında şöyle denilecek “ hayır, bugün onlar zeliller olarak boyun eğmişlerdir. 27Ve birbirlerini kınayarak ve aralarında çekişerek birbirlerine yönelmiş soruşurlar. 28Onlardan yardakçılar, öncülere, “siz bize sağdan size güven duyduğumuz taraftan gelirdiniz? “ Çünkü siz hak üzere olduğunuza yemin ettiğinizden size inandık ve peşinize takıldık. Yani siz bizi saptırdınız. “ derler. 29Onlar da, kendilerine uyulan öncüler, “ hayır! bilâkis siz îman etmemiştiniz! Şayet siz îman etmiş olsaydınız da bizden dolayı imandan vazgeçseydiniz ancak o zaman bizim saptırdığımız tasdik edilirdi (veya doğru olurdu) 30Ve bizim size karşı kuvvet kudret ve hâkimiyetimiz de yoktu ki, bize uymaya sizi cebredelim. Fakat siz bizim gibi sapmış bir kavim idiniz. 31Onun için Rabbimizin azâb sözü “Ben cehennemi insanlar ve cinlerden dolduracağım”sözü hepimizinüzerine vâcip oldu. Şüphesiz bu söz gereğince hepimiz azâbı tadıcılarız. 32Onların“Çünkü biz, sizi yoldan çıkardık sözleri bu yargıdan kaynaklandı. Ki, bu sözleri de gerçekten biz de azgınlardık “sözlerinin neticesi olmuştur. 33Bunun üzerine Allahü teâlâ “muhakkak o gün Kıyâmet gününde azâbta ortaktırlar. Çünkü onlar azgınlıkta ortak idiler. 34İşte biz, bunlara yaptığımız gibi bunlardan başka mücrimlere de böyle yaparız, onların yardakçılarını da, öncülerini de cezalandıracağız. 35Çünkü onlar âyetin devamından da anlaşıldığı üzere şu kimseler “ Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur“ denildiği vakit büyüklük taslarlardı. 36Ve “ Biz, bir mecnun şair için Muhammed” aleyhisselâm“in sözünden dolayı ilâhlarımızdan vaz mı geçecekmişiz? ” derler. Âyet-i kerîme’de geçen ”einna” kelimesi önceden de ifade edildiği üzere iki hemzenin tahkiki ile okunmuştur. 37Bunun üzerine Allahü teâlâ “ hayır! O, hakkı getirdi. Ve hakkı getiren peygamberleri tasdik etti. O hak da “ Allah’dan başka hiç bir ilah yoktur “sözüdür. 38Elbette siz o acıklı azâbı tadacaksınız. Âyet-i kerîme’de iltifat sanatı vardır. 39Ve yaptığınız amellerden başka bir cezayla cezalandırılmayacaksınız. 40Ancak yüce Allah'ın ihlasa erdirilmiş mü'min kulları müstesna. Âyet-i kerîme’deki istisna, istisna-i munkatıdır. Yani Allahü teâlâ onların mükâfatını gelecek olan âyetlerde zikretti. 41Bunlar için cennette sabah akşam olmak üzere belli bir rızık vardır. 42Türlü meyveler.....Ve onlar noksan sıfatlardan münezzeh olan yüce Allah'ın mükâfatı ile ikram edilmiş kimselerdir. Âyet-i kerîme’de geçen “fevakih” kelimesi bedel yahut rızkı beyan eden atf-ı beyandır. Meyve, lezzet almak için yenilen şey demektir. O sıhhati korumak, gıdalanmak için değildir. Çünkü cennetlik kimseler, bedenleri ebedi bir tarzda yaratıldığı için sıhhatlerini korumaktan müstağnidirler. 43Naîm cennetlerinde. 44Birbirlerinin ensesini göremeyecek şekilde karşılıklı tahtlar üzerinde. 45Onlara onlardan her birine su ırmakları gibi yerin üstünden akan şarap pınarından kadehler dolaştırılır. Kâse, içinde içecek olan kaba denir. 46Bembeyaz. Beyazlık bakımından sütten daha beyaz. Dünya şarabının aksine içenlere lezzet veren çok leziz bir içecektir. Dünya şarabı ise içim anında tiksindirici özelliğe sahiptir. 47Onda sersemleten içenlerin aklını bozan, gideren bir şey yoktur. Ondan sarhoş da olmazlar. Âyet-i kerîme’de geçen “yunzefun“ fiili za'nın kesresi ile de okunmuştur. “ Nezefe'ş-şaribu ve Enzefe “sözünden gelmektedir. Yani dünya şarabının aksine sarhoş olmazlar. 48Yanlarında iri güzel gözlü, bakışlarını kocalarına tahsis etmiş huriler!.. Kocaları onların nezdinde güzel olduğu için kocalarından başkasına bakmazlar. 49Bunlar sanki renk olarak kendisine toz değmemiş, kuş tüyü ile örtülüp saklanmış deve kuşuna âit yumurtalar gibidir. Sarıya çalar beyaz renk kadın renklerinin en güzel olanıdır. 50Derken cennet ehli birbirlerine dönerek dünyada başlarından gelip geçen şeylerden sorarlar. 51İçlerinden bir sözcü şöyle der: “Benim öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden bir arkadaşım vardı. 52Azarlayarak bana: “ gerçek sen de tekrar dirilmeye inananlardan mısın? “ 53Biz öldüğümüz ve toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakit, gerçekten biz hesaba çekilip cezalanacak mıyız? ” Bunları inkâr etmiş oldu. Âyet-i kerîme’de geçen ”eiza”Ve ” einna” kelimeleri üç yerde de önceden de ifade edildiği gibi, iki hemzenin tahkiki ile okunmuşlardır. 54Yine o sözcü arkadaşlarına, “siz benimle birlikte onun hâline bakabilmek için cehennemi görebilenler misiniz? Der. Onlar da “ hayır“ derler. 55Derken kendisi cennetin pencerelerinin birinden bakmış, onuarkadaşını cehennemin ortasında görmüştür. 56Kendi durumuna sevinerek ona “Vallahi, sen az daha beni de aldatarak helâk edecektin! Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ şeddeden tahfiflenmiştir. 57Eğer Rabbimin bana îman nimeti olmayaydı, ben de seninle birlikte cehennemde hazır edilmişlerden olacaktım, der. 58
Âyetin tefsiri için bak:59 59Cennet ehli ise şöyle der: “Biz, dünyadaki ilk ölümümüzden başka bir daha ölecek ve azaba da uğratılacak değiliz.“ Âyet-i kerîme’deki istifham, yüce Allah'ın nimeti olan azâb görmemeyi konuşup, ebedi hayat nimeti ile lezzetlenme istifhamıdır. 60İşte bu, cennet ehli için anlatılan şey, hiç şüphe yok ki, büyük kurtuluşun ta kendisidir. 61Çalışanlar, böyle (bir murad için) çalışsınlar. Bir görüşe göre bu sözler (Allah tarafından) kendilerine söylenecek. Yine bir görüşe göre bu sözleri kendileri söyleyeceklerdir. 62Konukluk olarak bu mu cennetlikler için bahsedilen şeyler mi daha hayırlı, yoksa cehennemlikler için hazırlanmış olan zakkum ağacı mı? Nüzul: Misafir olan ve olmayan gelen kimse için hazırlanan yiyecek mânâsındadır. Zakkum ise; Tihame'de biten acı ve ağaçların en pisi olan, gelecek âyette belirtildiği şekilde Allahü teâlâ'nın cehennemde bitirdiği bir ağacın ismidir. 63Bu sebeple biz onu zâlimler için Mekke halkından kâfir olan kimseler için bir fitne yapmışızdır. Çünkü onlar, “Ateş ağacı yakar, hâl böyle iken onu nasıl bitirir. “ demişlerdi. 64O, bir ağaçtır ki, cehennemin dibinde cehennemin çukurunda biter, meydana çıkar. Onun dalları cehennemin bütün tabakalarına kadar yükselir. 65Hurma tomurcuğuna benzer tomurcukları, şeytanların başları gibidir. 66Muhakkak onlar kâfirler çok acıktıkları için çirkin olmasına rağmen bundan yiyecekler de karınlarını ondan dolduracaklar! 67Sonra üzerine onlar için kaynar su ile karıştırılmış (içki) vardır, kaynar bir su vardır. Cehennem ehli o kaynar suyu içer de cehennemden yemiş olduğu şeyle karışıp kendisine bir katık olmuş olur. 68Sonra da dönecekleri yer, şüphesiz yine cehennemdir. Bu, kaynar suyun cehennemin dışında olduğunu ve onlar kaynar su içmek üzere dışarı çıkarılacaklarını ifade eder. 69Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler bulmuşlardı da. 70Kendileri de onlara uymaya sevk edilerek onların izleri üzerinde izlerine uymaya koşuyorlardı. 71Yemin olsun! Onlardan önce geçen ümmetlerin çoğu da dalâlette idi. 72Ve yemin olsun! Biz onlara, korkutucu Peygamberler de gönderdik. 73Şimdi bak! O uyarılan kâfirlerin âkıbeti onların azâbla biten akibeti nice oldu? 74Ancak yüce Allah'ın ihlâsa erdirilmiş (samimi) mü'min kulları müstesna. Çünkü onlar ibâdetlerinde samimi ve ihlaslı oldukları için azâbdan kurtuldular. (Bu mânâ Lâm'ın kesre ile kırâatine göredir.) Veya Lâm'ın fetha okunmasına binaen, Allahü teâlâ onları ibâdette ihlâsa erdirmiştir, Bu nedenle azâbdan kurtuldular. 75Yemin olsun! Nûh bize “Rabbim! Ben mağlubum. Artık (benim için) intikam al “sözüyle niyaz etmişti de, ona ne güzel icabet eylemiştik. Bizkavmine karşı bize niyazda bulundu, biz de kavmini boğmak suretiyle helâk ettik. 76Biz, hem onu, hem ehlini o büyük sıkıntıdan boğulmaktan kurtardık. 77Hem zürriyetini devamlı kalanların ta kendileri kıldık. Bütün insanlar Nûh'un neslindendir. Yüce Allah'ın selâmı onun üzerine olsun. Nûh (aleyhisselâm)'ın üç tane oğlu vardı. Bunlardan Sam, Arapların, İranlıların ve Romalıların atası, Ham, Sudanlıların atası, Yasef ise Türklerin, Hazar (Tatar Türkleri), Ye'cuc ile Me'cuc ve orada bulunan kavmin atasıdır. 78Nûh için, sonradan gelen Peygamber ve ümmetler arasında Kıyâmete kadar iyi bir nam bıraktık. 79Âlemler içinde Nûh'a selâm olsun! 80Biz, onları mükâfatlandırdığımız gibi iyilik edenlere (de) böyle mükâfat veririz. 81Çünkü O, bizim mü'min kullarımızdan idi. 82Sonunda diğerlerini kavminden kâfir olanları (suda) boğduk. 83Şüphesiz İbrâhîm de onun yolunda olanlardan biriydi. Yani dinin temel prensibinde O'na uyanlardan biriydi. Her ne kadar aralarında iki bin altı yüz kırk sene gibi bir zaman da olsa. Çünkü bu iki Peygamber arasında Hûd ve Sâlih (aleyhisselâm) Peygamberler vardı. 84Çünkü O, Rabbine şek ve buna benzer şeylerden arınmış (tertemiz) bir kalple gelmişti, tertemiz bir kalple, gelişi vaktinde Nûh'a tâbi olmuştur. 85Kendisi bu halette bulunduğu o vakit kınama yoluyla babasına ve kavmine: “siz nelere tapıyorsunuz? “ 86Yalancılık etmek için mi yüce Allah’dan başka ilahlar diliyorsunuz? Yani Allah'dan gayrısına ibâdet etmek mi istiyorsunuz? İfk, en kötü yalan demektir. Âyet-i kerîme’de geçen ”eifk” kelimesi önceden de belirtildiği üzere, iki hemzeyle okunmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen “ İfk” kelimesi mef'ûl-u leh, “Alihe “ise, “ Turidune “ fiilinin mef'ûl-u bihidir. 87Ondan başkasına taparken âlemlerin Rabbine zannınız nedir? Sizi cezasız bırakacağını mı zannediyorsunuz? Hayır! Böyle bir zanna kapılmayın. 88Müneccim bir kavim idiler. Kendilerine âit bayram kutlamasına çıktıklarında yemeklerine bereket geleceğine inanarak yemeklerini putlarının yanına bırakırlar geri döndüklerinde ise o yemeği yerlerdi. (Bir gün) Peygamber İbrâhîm (aleyhisselâm)'a, “sen de bizimle birlikte çık“ dediler. Derken, onların itimadını kazanmak için yıldızlara inandığını kendilerini vehmettirmek maksismiyle yıldızlara bir bakış baktı da. 89“Ben hastayım“ Ben hasta olacağım dedi. 90O vakit ona arkalarını dönüp bayram yerine gitmek üzere uzaklaştılar. 91Derken, gizlice onların ilahlarına yanlarında yemek bulunan putlarının yanına yönelerek, alay yoluyla, “yemez misiniz? ” dedi. 92Putlar konuşmayınca: “Ne oldu size, niye konuşmuyorsunuz? ” dedi. 93Cevap veremeyince gizlice onlara yöneldi sağ eliyle kuvvetli bir darbe indirdi. Neticede putları kırınca bu haber bunu gören kimse tarafından kavmine ulaştırıldı. 94Bunun üzerine kavmi koşarak ona geldiler, hızla koşarak İbrâhîm'e: “Biz bunlara tapıyoruz, sen ise onları kırıyorsun ha!“ dediler. 95(İbrâhîm) onları kınayarak: “siz, taş vesaire şeylerden putlar hâline getirerek kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? 96Hâlbuki sizi de, amelinizi ve yaptıklarınızı da yüce Allah yaratmıştır. “O hâlde yalnızca O'na ibâdet ediniz “ dedi. Âyet-i kerîme’de geçen “ ma “ masdar ma'sıdır. Bir görüşe göre mevsûl, başka bir görüşe göre de mevsûf dur. 97Onlar aralarında “Onun için bir bina yapın da, içini odun doldurup ateşe veriniz. Alevlendiğinde onu alevli ateşe atın!“ dediler. 98Böylece ona kendisini yok etmesi için ateşe atmak suretiyle bir tuzak kurmak istediler. Biz kendilerini daha sefil (ve) mağlup kimseler kıldık, İbrâhîm (aleyhisselâm) ise ateşten sağ salim olarak çıktı. 99(İbrâhîm) “Ben küfür diyarından ayrılarak Rabbime gidiyorum. O beni emrettiği yere varmaya ulaştırır. Ki, orası da Şam'dır. 100O Mukaddes yere ulaşınca şöyle dedi: “ ey Rabbim! Bana iyilerden bir oğul ihsan buyur!“ 101Biz de ona uysal çok uysal ve akıllı bir oğul müjdeledik. 102Ne zamanki, yanında koşmak çağına erişti, onunla beraber koşuşup O'na yardım edecek bir yaşa erişti ki, bir görüşe göre bunun yedi yaş olduğu söylenmiştir. Bir görüşe de on üç yaş olduğu söylenmiştir. (Babası) “yavrucuğum! Ben, rüyamda seni kesiyorum görüyorum. Yani gördüm ki, peygamberlerin rüyaları hak olup yaptıkları işler yüce Allah'ın emri ile olmaktadır. Artık bak sen ne dersin? ” dedi. Boğazlanmayı yadırgamayıp bu konudaki emre boyun eğmesi için oğlunun görüşüne başvurdu. Âyet-i kerîme’deki ” tera “ fiili ru'yetten değil rey (görüş) kökündendir. (Çocuk) “ Babacığım! Sana edilen emir ne ise onu yap. înşaallah beni bu işe sabredenlerden bulacaksın“ dedi. Âyet-i kerîme’de geçen “ya-Ebeti “ Terkibindeki ” ta “ izafet yasından ivazdır. (Onun yerine gelmiştir) 103Ne zamanki, böylece ikisi de Allahü teâlâ'nın emrine teslim oldular, Onu şakağı üzerine yatırdı, oğlunu alnı üzere yıktı. Her insanın, iki tane şakağı olup aralarında alın bulunmaktadır. Bu olay ise Mina'da meydana geldi. Bıçağı boğazına sürttü. Fakat ilâhî kudretten gelen bir engelle bıçak hiç bir şey yapmadı. 104Biz de ona nida ettik: “ ey İbrâhîm! 105Gerçekten senin için mümkün olan kesme emrini yerine getirmek suretiyle rüyana sadakat gösterdin, bu senin için yeterlidir. Şüphesiz seni mükâfatlandırdığımız gibi emredileni yerine getirmek suretiyle kendi menfaatleri için iyi iş yapanları sıkıntılarını gidermek suretiyle biz bu şekilde mükâfatlandırırız!“ Âyet-i kerîme’de geçen “ Nadeyna “ cümlesi “ Lemma “ nın cevabıdır. Vav ise zâittir. 106Muhakkak ki, emrolunduğu bu, kesme işi açık bir imtihandı. 107Ve ona kesmekle me'mur olana bunun İsmail (aleyhisselâm) veya İshak (aleyhisselâm) olduğuna dair iki ayrı görüş vardır. Cennetten Kabil'in kurban olarak takdim etmiş olduğu büyük bir koçu kurbanlık (olarak) fidye verdik. Cibrîl (aleyhisselâm)'ın getirdiği bu koçu Peygamber İbrâhîm (aleyhisselâm) tekbir getirerek kesti. 108O'na sonradan gelenler arasında iyi bir nam bıraktık. 109İbrâhîm'e bizden selâm olsun! 110Biz O'nu mükâfatlandırdığımız gibi kendi menfaatleri için iyilik edenlere böyle mükâfat veririz. 111Çünkü O, bizim mü'min kullarımızdan idi. 112Bir de ona salihlerden bir Peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik. Bu âyeti celileden anlaşıldığına göre kurban edilmek istenen zat İshak (aleyhisselâm) değildi. Âyet-i kerîme’de geçen “ Nebiyyen” kelimesi hâl-i mukadderedir. Yani Peygamberliği takdir edilmiş olan. 113Zürriyetini çoğaltarak hem ona, hem peygamberlerin çoğunu neslinden getirmek suretiyle oğlu İshak'a bereketler verdik. Her ikisinin soyundan iyi de var, mü'min de var, kendine zulmedeni küfrü açık olan kâfiri de var. 114Yemin olsun! Biz, Mûsa ile Harun'a da peygamberlik vermekle ihsanda bulunduk. 115Ve hem kendilerini, hem kavimleri İsrâîl oğullarını o büyük sıkıntıdan Fir'avn'ın onları köle olarak kullanmasından kurtardık. 116Kıbtilere karşı onlara yardım ettik. Bu suretle gâlip gelenler onlar oldu. 117İkisine de getirmiş olduğu hadleri, hükümleri ve diğer hususları son derece açık bir şekilde açıklayan kitabı verdik. Bu da Tevrat kitabıdır. 118Kendilerini doğru yola ilettik. 119Sonradan gelenler arasında onlara da iyi bir nam bıraktık. 120Mûsa ile Harun'a bizden selâm olsun! 121Biz, bu ikisini mükâfatlandırdığımız gibi iyilik edenlere (de) böyle mükâfat veririz. 122Çünkü onlar, bizim mü'min kullarımızdandı. 123Hakikatİlyasda Peygamberlerden idi. Bir görüşe göre İlyas, Mûsa (aleyhisselâm)'ın kardeşi Harun (aleyhisselâm)'ın yeğenidir. Bazılarına göre başkası olup Ba'lebek kavmine ve havalisine gönderilmişti. Âyet-i kerîme’de geçen “ İlyas” kelimesi bir kırâatte evvelindeki hemzenin terkiyle okunmuştur. 124(Hatırla) ki, kavmine “siz yüce Allah'dan korkmaz mısınız? 125O en güzel yaratanı bırakıp O'na ibâdet etmiyorsunuz da “ Bal”e mi tapıyorsunuz? ” Bal“ altundan ma’mûl olan putlarının adıdır. “ Bek ”e izafetle beldeye de alem olmuştur. Yani Buna mı tapıyorsunuz? Âyet-i kerîme’de geçen “ İz “mukadderbir “ üzkür“ fiili ile mansûbdur. 126Yüce Allah, sizin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbidir!“ demişti. Âyet-i kerîme’de geçen üç kelimede mukadder bir “ hüve “ nin zamir kılınmasıyla birlikte merfû’, “Ahsene “ den bedel olarak da Mensûb okunmuşlardır. 127Fakat onlar O'nu yalanladılar, bundan dolayı onlar elbette cehennemde hazır bulundurulacaklardır. 128Yüce Allah'ın ihlâsa erdirilmiş ihlâsa erdirilmiş mü'min kulları müstesna. Zira onlar cehennemden kurtulmuşlardır. 129Biz ona da sonradan gelenler içinde iyi bir nam bıraktık. 130İlyas'a bizden selâm olsun. Bu önceden bahsi geçen İlyas'dır. Bir görüşe göre ise İlyas ve onunla birlikte îman eden kimselerdir. Tağlib yoluyla, onunla birlikte çoğul olarak ifade edildiler. Nitekim Muhelleb ve onun kavmine Muhallebun (Muhellebler) denmektedir. Âyet-i kerîme’de geçen “ İlyasin“ Bir kırâatta med ile “Ali-yasin“ şeklinde okunmuştur. Yani O’nun hanedanı. Yasin'den de maksat yine İlyas (aleyhisselâm) dır. 131Biz onu mükâfatlandırdığımız gibi iyilik edenlere böyle mükâfat veririz. 132Çünkü O, bizim mü'min kullarımızdandı. 133ŞüphesizLût da Peygamberlerdendi. 134Hani hatırla ki, onu ve ehlini toptan kurtarmıştık! Âyet-i kerîme’de geçen “ iz “mukadderbir “ uzkür“ fılili ile mansûbdur. 135Yalnız bir kocakarı azapta kalanlar arasındaydı. 136Sonra diğerlerini kavminden kâfir olan kimseleri helâk ettik. 137
Âyetin tefsiri için bak:138 138Ve siz elbette sabah sabah vakti, gündüz ve akşam yolculuk yaparken onların kalıntılarına ve yurtlarına uğruyorsunuz. Ey Mekke halkı onların başına gelenleri hâlâ anlamayacak ve bundan ibret almayacak mısınız? 139Gerçekten Yûnus da Peygamberlerdendi. 140Hani kavmine vaad ettiği azap başlarına gelmeyince onlara kızdığında yüklü gemiye kaçmıştı. 141Gemiye binince gemi denizdeki dalgada durdu. Bunun üzerine gemicileri: “ Burada efendisinden kaçan bir köle vardır. Kura atalım, kura onu meydana çıkarır. “ diye karar verdiler. Gemidekiler kura çektiler de kura da kaybedenlerden oldu. Bunun üzerine O'nu denize attılar. 142Nefsi tarafından kınamış bir hâlde iken Rabbinin izni olmadan denize gidip gemiye binmesinden dolayı onu hemen balık yuttu. 143Eğer balığın karnında iken çokça”lâilâhe illâ ente sübhaneke inni kuntu mine'z-zâlimîn“ diyerek tesbih eden zikredenlerden olmasaydı. 144Elbette balığın karnında dirilecekleri güne kadar kalacaktı. Ve elbette Kıyâmete kadar balığın karnı onun için bir kabir olacaktı. 145Biz onu hemen o gün yahut üç gün sonra yahut yedi gün sonra yahut yirmi gün sonra yahut da kırk gün sonra balığın karnından (çıkarıp) açık bir yere sahile bıraktık. O tüyleri olmayan kuş yavrusu gibi hasta haldeydi. 146Ve üzerine kabak cinsinden bir ağaç bitirdik. Bunun kabak olduğu söylenmiştir. Öyle ki, kendisinin bir mu'cizesi olarak kabak da görülenin aksine gövdesiyle Yûnus'u gölgelemekteydi. Bu esnada bir dağ keçisi sabah akşam kendisine gelir ve onun sütünü içerdi. Nihayet eski gücüne kavuştu. 147Bundan sonra biz onu önceden de olduğu üzere, Musul arazisindeki Ninova şehrinde bulunan bir kavme yüz bin kişiye hattâ yirmi bin, yahut otuz bin, yahut yetmiş bin ziyadesine Peygamber gönderdik. 148Nihayet kendilerine vaad edilen azâbı aşikâre gördüklerinde îman ettiler. Biz de ecellerinin sona ereceği bir zamana kadar kendilerine âit nimetlerle faydalanmak üzere onları bırakıp geçindirdik. 149Şimdi kendilerini azarlayarak Mekke halkına sor onlardan bilgi iste bakalım: Onlar, “melekler yüce Allah'ın kızlarıdır “inancına kapılarak kızlar rabbinin de, oğullar onların (kendi itikadlarına göre) en şerefli olanı kendilerine seçip alıyorlar öyle mi? 150Yoksa biz melekleri dişi yaratmışız da onlar yaratmamıza şahid mi bulunuyorlarmış? da böyle konuşuyorlar. 151
Âyetin tefsiri için bak:152 152Haberin olsun ki, onlar yalan söyleyerek, “melekler yüce Allah'ın kızlarıdır “sözleriyle “ Allah doğurdu “ derler. Ve hiç şüphesiz onlar bu sözlerinde yalancılardır. 153Kızları oğullara tercih mi etmiş? Âyet-i kerîme’de geçen ”estefa” kelimesindeki hemze istifham içindir. Bunun bulunma nedeniyle hemze-i vasıla gerek kalmayıp hazfedildi. Yani tercih (mi) etti. 154Ne oldu size? Nasıl böyle fasit hüküm veriyorsunuz? 155Noksanlıklardan münezzeh olan Allahü teâlâ'nın çocuk edinmekten münezzeh olduğunu hiç de mi düşünmüyorsunuz? Âyet-i kerîme’de geçen “ Tezekkerun“ fiili ”ta “ nın ” zal'a idgam edilmesiyle okunmuştur. 156Yoksa sizin yüce Allah'ın çocuğu olduğuna dair açık bir hüccetiniz mi var? 157O hâlde, bu konudaki sözlerinizde doğru söyleyenlerdenseniz, getirin. Tevrat kitabınızı! Da orada bana bunları gösteriniz! Doğrusu burada Tevrat kaydı olmaması gerekir. Zira hitab Mekke müşriklerine yapılmaktadır. Oysa Tevrat onlara inmemiştir. 158Onlar müşrikler onunla Allahü teâlâ ile cinler melekler arasında “ melekler yüce Allah'ın kızlarıdır “sözleriyle bir hısımlık uydurdular. Yemin olsun! Cinler (melekler) bilirler ki, onlar bunu söyleyenler orada kendilerine azâb edilmek üzere cehennemde hazır edileceklerdir. Âyet-i kerîme’de Meleklerden cinler diye bahsedilmesi, gözle görülmemelerinden ileri gelmektedir. 159Onların“ Allah'ın çocuğu vardır“ şeklinde isnad ettikleri şeylerden yüce Allah'ı tenzih ederiz. 160Lakin yüce Allah'ın samimi mü'min kulları müstesna (bunlar gibi değil), Âyet-i kerîme’deki istisna istisna-i munkatıdır. Zira mü'minler yüce Allah'ı, müşriklerin niteledikleri şeylerden tenzih ederler. 161Ne siz, ne de tapmakta olduklarınız putlar, 162Siz onun aleyhinde taptıklarınıza karşı hiç bir ferdi fitneye sevk edemezsiniz. Âyet-i kerîme’deki ” câr-mecrûr“ “Bi-fatinin” kelimesine taalluk etmektedir. 163Meğerki kendisi yüce Allah'ın ilminde cehenneme girecek kimse olsun. 164Cibrîl Peygamberimiz (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e özellikle biz Melekler cemâatinden hiç kimse müstesna olmamak üzere her biri için göklerde yüce Allah'a ibâdet edip sınırlarını aşmadıkları malûm bir makam vardır. 165Ve biz, evet gerçekten biz, namazda ayaklarımızı saf bağlayanlarız. 166Ve biz, evet gerçekten biz, tesbih eden yüce Allah'ı şanına yakışmayan şeylerden tenzih edenleriz “ demiştir. 167Doğrusu onlar Mekke kâfirleri diyorlardı ki: 168“ eğer nezdimizde evvelkilerden evvelki ümmetlere inen kitaplardan bir kitab olsaydı, Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ şeddeli (olan inne) den hafifletilmiştir. 169Elbette biz de yüce Allah'ın ibâdeti kendisine halis kılan samimi kullarından olurduk! 170Fakat şimdi onu inkâr ettiler, kendilerine gelen kitabı. O da semavi kitaplar arasında en şerefli olan Kur’ân dır. Ama ilerde inkârlarının âkıbetini bilecekler. 171Yemin olsun ki, (peygamber olarak) gönderilen kullarımız hakkında zaferle ilgili sözümüz geçmiştir, oda şudur: “ elbette ben ve resullerim gâlip geleceğiz. 172Veya şu vaadi ilahidir. Muhakkak onlar mansur ve muzaffer olacakların ta kendileridir!“ 173Ve şüphesiz bizim askerlerimiz mü'minler dünya da hüccet (delil) ve zaferle ' kâfirlere gâlip geleceklerin ta kendileridir. Her ne kadar mü'minlerden bir kısmı dünyada gâlip gelmese de mutlaka âhirette olacaktır. 174Onun için onlarla savaşmakla emrolunacağın bir zamana kadar onlardan yüz çevir, Mekke kâfirlerine sataşma. 175Azap başlarına geldiği vakit onlara bak, onlar ilerde inkârlarının âkıbetini görecekler. 176Bunun üzerine onlar alay ederek: “ Bu azâbın inişi ne zamandır? ” dediler. Allahü teâlâ da onları tehdit ederek şöyle buyurdu: “Şimdi acele azâbımızı mı istiyorlar? 177Ama onların sahasına kenar mahallelerine indiği zaman, sabah olarak ne fenadır o uyarılanların sabahı.. İmam Ferra “ Araplar, kavim yerine saha kelimesini kullanmakla yetinirler “ demiştir. Âyet-i kerîme’de ism-i zâhir zamir yerinde kullanılmıştır. 178Yine sen onlardan bir zamana kadar yüz çevir de. 179Gör (Bakalım) onlar ileride girecekler! Bu âyet, onlara yapılan tehdidi kuvvetleştirmek ve Peygamberimiz (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i teselli etmek için tekrarlanmıştır. 180İzzet (ve) galebe sâhibi Rabbin, onların yüce Allah'ın çocuğu vardır şeklinde vasfettiklerinden münezzehtir. 181Ve yüce Allah adına tevhidi ve şeriat kanunlarını tebliğ eden Peygamberlere selâm olsun. 182Ve Peygamberlerin zaferi, kâfirlerin ise helâki üzerine âlemlerin Rabbi olan yüce Allah'a hamdolsun! |
﴾ 0 ﴿