38 - SÂD SÛRESİMekke’de nâzil olup, 88 Âyet-i kerîmedir. Rahmân ve Rahîm olan yüce Allah'ın ismi ile başlarım. 1Sâd : Bu harf ile neyi murad ettiğini en iyi Allahü teâlâ bilir. Zikirle beyanla yahut şerefle dolu Kur’ân'a yemin olsun ki, hakikat, Mekkeli kâfirlerin iddia ettikleri gibi; ilâhların birden fazla olmasından ibaret değildir. Âyet-i kerîme’de geçen Kasemin cevabı mahzûftur. 2Doğrusu Mekke ehlinden olan o kâfirler, imana karşı bir izzet gurur ve üstünlük taslama ve Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e karşı bir tefrika, ayrılık ve düşmanlık içindedirler. 3Biz onlardan önce nice kuşaklar geçmiş ümmetlerden birçok ümmetler helâk ettik. Kendilerine azap inince çağrıştılar. Ama kaçış zamanı değildi. Yani o vakit kaçıp kurtulma vakti değildi. Yani onlar (azâbı görünce) çığlık atıp yardım istediler. Ne var ki, içinde bulundukları an, ne kaçış zamanı idi ne de kurtuluş zamanı. Fakat yine de Mekkeli kâfirler, bunlara bakıp ibret almadılar. Âyet-i kerîme’de geçen “ Lâte ” lâfzında bulunan ta zâidedir. Cümle, “mâd ev“ fiilinin failinden hâldir. 4Aralarından kendilerine bir uyarıcının, içlerinden çıkmış olan ve öldükten sonra tekrar dirilişin ardından girecekleri bir ateşe karşı onları uyarıp korkutan bir peygamberin gelmesine şaştılar. Ve kâfirler: “ Bu bir sihirbazdır, bir yalancıdır. Âyet-i kerîme’de geçen “Ve kâle'l-Kâfirûne “ cümlesinde zamir yerine, zâhir isim getirilmiştir. 5(Bu kadar) ilâhları tek bir ilâh mı yapmış? -Zira Hazret-i Peygamber onlara: “ Lâ ilâhe illallah, deyin“ demişti, nasıl olur da bunca yaratığın tamamına bir ilâh yeterli olur? Hakikat bu, şaşılacak tuhaf bir şey“ dediler. 6(Kureyş'in) ileri gelenleri, ortaya atılarak “yürüyün“ birbirlerine (dönüp) yürüyün ve ilâhlarınıza sabredin, onlara tapmakta sebat edin. Cidden bizden istenen bu, sözü edilen tevhid düsturudur“ diye söyleyerek. Ebû Tâlib'in yanında toplanıp Hazret-i Peygamberin ”lâ ilâhe illallah“ deyin, sözünü işittikleri meclisten kalkıp gittiler. 7“Biz bunu son dinde Hazret-i Îsa'nın dininde işitmedik. Bu bir uydurmadan, yalandan başka bir şey değildir. Âyet-i kerîme’de geçen “ İn“ ma-i nâfiye mânâsındadır. 8Zikir, Kur’ân aramızdan ona, Muhammed ”aleyhisselâm“e mı indirilmiş? Oysa O bizim ne en büyüğümüz, ne de en şereflimizdir! Yani ona inmemiştir“ dediler. Allahü teâlâ buyuruyor ki: Doğrusu onlar benim zikrimden, vahyimden Kur’ân'dan şüphe içindedirler. Çünkü onu getiren Peygamberimi tekzib etmişlerdir. Doğrusu onlar, benim azâbımıhenüz tatmadılar. Şayet onu tatmış olsalar Hazret-i Peygamber (aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i getirdiği her konuda tasdik edecekler. Fakat bu defa da tasdik etmelerinin kendilerine bir faydası olmayacak. Âyet-i kerîme’de geçen “E-ünzile" lâfzı, ki hemzenin tahkiki, ikincisinin teshili, tahkik ve teshil durumlarında aralarına Elif’in dahil edilmesi ve bunun terki ile okunmuştur. 9Yoksa aziz her şeye gâlip ve lütufkâr olan Rabbinin hazineleri Peygamberlik ve diğer hazineler onların yanında mıdır ki, onu diledikleri kişiye verecekler? 10Yoksa göklerle yerin ve aralarındakilerin mülkü, onların mıdır? Eğer bunu iddia ediyorlarsa o vakit hemen semaya ulaştıran çarelere başvursunlar da vahyi getirsinler ve onu diledikleri kimseye mahsus kılsınlar. İki âyetin başında yer alan "Em" lâfzı, inkâr için olan hemze mânâsındadırlar. 11(Evvelki) hiziplerden olan küçücük bir ordudurlar. Yani onlar, hiç bir değere haiz olmayan bir ordudurlar. Ki, işte orada, seni tekzib ettikleri noktada bozguna uğratılacaklardır. Yani bunlar, senden evvelki Peygamberlere karşı birleşen ordularla ayni mesabededirler. Onlar kahrı perişan edildiler, bunlar da aynı şekilde perişan edilecekler. Âyet-i kerîme’deyeralan“ mehzûmün” lâfzı, “ cündün“ densıfattır, “mine'l-Ahzâbı “ lâfzıda aynışekilde “ cündün“ densıfattır. 12Onlardan önce Nûh kavmi ile Âd ve kazıklı Fir’avun -Fir'avn, her hışmına uğrayan kimse için yere dört kazık çaktırır ve bu kimseyi kollarından ve bacaklarından bu kazıklara bağlatarak işkence edermiş. Âyet-i kerîme’de geçen "Kavmü" lâfzı, mânâsına itibarla müennes olmuştur. 13Semûd, Lût kavmi ve Eykeliler ormanlılar -Bunlar; Hazret-i Şuayb (aleyhisselâm)'ın kavmidir- yalanlamışlardı. İşte hizipler bunlardı. 14Hiziplerden her biri ancak Peygamberleri yalanladılar. Çünkü onlar, Peygamberlerden bir tanesini yalanladıkları zaman, tamamını yalanlamış oluyorlardı. Çünkü onların daveti hep aynı şeydi. Ki, o da tevhide davet idi. Bu sebeple azâbım onlara hak oldu vacip oldu. Âyet-i kerîme’de geçen “İn" lâfzı, ma-i nafiye manasındadır. 15Bunlar Mekkeli kâfirler dahi ancak bir sayhayı bekliyorlar. O da, Kıyâmetin üfürüşü olup o vakit kendilerine azap inecektir. Ama onun geri dönmesi söz konusu olamaz. Âyet-i kerîme’de geçen “Fevâkin" lâfzı, Fa'nın fethası ve zammesi ile okunmuştur. 16Ve onlar, “O vakit kitabı sağdan verilen kimse (sevinerek) “Buyurun kitabımı okuyun!“ der.“ (El-Hakka, 19-20) mealindeki âyet-i kerîmeler nâzil olunca ”ey Rabbimiz! Bizim pusulamızı, amellerimizin yazılı olduğu kitabı hesap gününden önce ver!“ dediler. Bunu, istihza amacıyla söylediler. Allahü teâlâ buyurdu ki: 17Şimdi sen onların dediklerine sabret de kulumuz Dâvud'u, o güçlü, ibâdetinde kuvvetli olan zatı hatırla. Kendisi günaşırı oruç tutar, gecenin yarısını ibâdetle geçirir, üçte birinde uyur ve altıda birinde yine kalkıp ibâdet ederdi. Çünkü o daima yüce Allah'ın râzı olacağı şeye yönelen idi. 18Gerçekten biz, dağları onun emrine vermiş idik. Akşamleyin, yatsı namazı vaktinde ve işrak vaktinde, kuşluk namazı vaktinde -Kuşluk namazının vakti, güneş doğup ışığının çekildiği andır- onunla beraber onun tesbihi ile tesbih ederlerdi. 19Kuşları da topluca, onunla beraber tesbih etmek üzere toplanmış olarak onun emrine vermiş idik. Dağlardan ve kuşlardan her biri ona yönelmekte idi, tesbihi ile ona itâate rücu etmekte idi. 20Biz onun saltanatını muhkem kılmıştık, onu, nöbetçilerle ve ordularla kuvvetlendirmiştik. Dâvud (aleyhisselâm)'ın mihrabında her gece otuz bin kişi nöbet tutardı. Kendisine hikmeti, Peygamberliği ve kararlarında isabetli olma melekesini ve fasl-ı hitab, her maksadını olduğu gibi anlatabilme kabiliyeti vermiş idik. 21Bir de Ya Muhammed ”aleyhisselâm“! Davacı kıssası geldi mi sana? Buradaki istifhamın mânâsı, muhatabı hayrete düşürmek ve sonrasına kulak vermeye teşvik etmektir. Hani duvardan tırmanıp mihraba, Dâvud'un mihrabınamescidine girmişlerdi. Çünkü Dâvud (aleyhisselâm) ibâdetle meşgul olduğu için kapıdan girmelerine müsaade edilmemişti. Yani onların haberleri ve kıssaları (sana ulaştı mı? ) 22O vakit Dâvud'un yanına girdiler de, onlardan ürktü. “korkma! Biz, iki davacıyız. -Bunlar, aslında iki melek olup, iki davacı suretinde gelmişlerdi. Söz konusu olayı ise, Dâvud (aleyhisselâm)'ı kendisinden sudur eden bir hataya karşı uyarmak maksismiyle, farazi olarak yaşamışlardı. (Hata şuydu): Hazret-i Dâvud'un 99 tane hanımı vardı. Ancak yine de başka hanımı olmayan bir şahsın hanımına talib olmuş ve onunla evlenip gerdeğe girmişti- Birimiz, diğeri aleyhine tecavüz etti. Şimdi sen, aramızda adaletle hüküm ver. Aşırı gitme zulmetme. Bizi yolun ortasına çıkar bize doğru yolun ortasını göster. “ dediler. Âyet-i kerîme’de geçen “ hasmani “ lâfzı, bir görüşe göre; gerideki cemi zamirine mutabık olsun diye “ iki fırkayız “mânâsında tefsir edilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise, maksad iki kişidir. Gerideki zamir de tesniye mânâsındadır. Zaten“ hasım” kelimesi, bir kişiye de birden fazla kişilere de kullanılmaktadır. 23(Biri) “Şu, benim kardeşimdir. Yani, dindaşımdır-. Onun doksan dokuz koyunu -koyun, burada kadın için kullanılmıştır- var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver, beni onun sâhibi kıl dedi ve söz söylemekte tartışmada bana gâlip geldı “ dedi ve diğeri de onu bu hususta tasdik etti. 24Dâvud “yemin olsun ki, o senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiştir. Hakikat, ortakların çoğu birbirlerine haksızlık eder, yalnız îman edip sâlih amel işleyenler müstesna! Ama onlar da pek azdır.“ dedi. Bunun üzerine iki melek asıl suretlerinde semaya yükselerek “Adam kendi aleyhine karar verdi “ dediler. Ve Hazret-i Dâvud hadisenin farkına vardı. Allahü teâlâ buyuruyor ki: Dâvud kendisini denediğimizi, o kadını sevmekle kendisini fitneyeimtihana uğrattığımızı sandı, yakinen anladı da Rabbine istiğfar edip eğilerek secde ederek yere kapandı ve tevbe ile yüce Allah'a yöneldi. Âyet-i kerîme’de geçen “ ma “ azlık mânâsını tekid etmek içindir. 25Biz de onu bağışladık. Gerçekten onun bizim nazarımızda bir yakınlığı, dünyada ziyadesiyle hayr-u hasenatı ve âhirette güzel âkıbeti dönüşü vardır. 26Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde insanların işleri ile ilgilenecek bir halife yaptık. O hâlde, insanlar arasında adaletle hükmet. Hevaya, nefsinin arzusuna uyma ki, seni yüce Allah yolundan, onun birliğini savunmaya götüren delillerden saptırmasın. Çünkü yüce Allah yolundan, yüce Allah'a îman etmekten sapanlar, neticesi imanı terk etmek olan -çünkü eğer hesap gününün varlığına yakinen inanmış olsalar, mutlaka dünyada îman edeceklerdi- hesap gününü unutmalarına karşılık kendilerine pek şiddetli bir azap vardır. Âyet-i kerîme’de geçen “ Bimâ nesû“ cümlesindeki “ ma “ masdariyye olup ”Bi nisyânihim “ Te'vilindedir. 27Biz gök ile yeri ve aralarındakileri boşuna abesle iştigal için yaratmadık. Bu ismi geçen şeylerin maksatsız olarak yaratıldığına ilişkin görüş, Mekke ehlinden küfredenlerin zannıdır. Bu yüzden veyl - cehennemde bir vadinin adıdır- olsun ateşte küfredenlere. 28Yoksa îman edip sâlih ameller işleyenleri biz, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya takva, sahiplerini yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız? Mekkeli kâfirler mü'minlere: “Âhirette sizlere verilecek olan ecir, bizlere de verilecek“ deyince bu âyet-i kerîmenâzil olmuştur. Âyet-i kerîme’de geçen ”em” lâfzı, inkâr için olan hemze mânâsındadır. 29Bu ( Kur’ân ) hayır ve bereketi çok olan bir kitaptır. Onu sana, âyetlerini düşünsünler, manalarını düşünüp îman etsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye indirdik. Âyet-i kerîme’de geçen “ kitâbün” lâfzı, mahzûf bir mübtedanın haberi olup “ hazâ kitabim “ Takdirindedir. Ayrıca âyetin devamındaki ”li yeddebberu'“ nun aslı, “ Li-yetedebberu'dur. Ta, Dâl’e idğam edilmiştir. 30Bir de Dâvud'a oğlu Süleyman'ı ihsan ettik. Süleyman ne güzel kuldu. Doğrusu o, bütün vakitlerinde tesbih ve zikir içerisinde yüce Allah'a yönelendi rücû edendi. 31Hani ona öğlen sonrası -Aşiyy: Zevalden sonraki zaman, demektir- safkan koşu atları, birer ayaklarını kasmış olarak arz olunmuşlardı! Yani o atlar, frenlenmek istenince durur, koşturulmak istenince koşuverirlerdi. Hazret-i Süleyman'a, düşmanla cihad etmeyi arzu ettiği için öğlen namazını kıldıktan sonra arz olunmuş bin at vardı. Kendisine arz olunan atlar dokuz yüze ulaşınca güneş battı, ikindi namazını kılamadı ve bundan dolayı tasalandı ve: Âyet-i kerîme’de geçen ”es-Sâfınâtü “ lâfzı, “sâfinetün” kelimesinin çoğuludur. Safine; üç ayağı üzerinde duran ve diğer ayağını tırnak ucu üzerinde bükük vaziyette tutan at demektir. Bu kelime, “safene, yasfinü, sufûnen” kökünden gelir. Ayrıca ”el-ciyâd ü “ lâfzıda “cevvad” kelimesinin çoğuludur. Cevvâd : ”safkan koşu yapan“ mânâsındadır. 32“Gerçekten hayır at sevgisini Rabbimin zikrine bedel ikindi namazına bedel sevmişim tercih etmişim de nihayet güneş, perdenin arkasına gizlenmiş kendisini gözlerden perdeleyen şeyle örtülmüş. 33“Onları, arz olunan atları bana getirin“ dedi ve atları ona götürdüler. Derken kılıçla bacaklarını ve boyunlarını vurmaya başladı. Yani söz konusu atlar Hazret-i Süleyman'ı namazdan alıkoyduğu için, yüce Allah'a yaklaşmak amacıyla onları boğazladı. (Kurban etti) ayaklarını kesti ve etlerini tasadduk etti. Ancak Allahü teâlâ ona, atları yerine, onlardan daha hayırlı ve daha çabuk olan bir şeyi; onun emriyle dilediği şekilde hareket eden rüzgârı bahşeyledi. Âyet-i kerîme’de geçen ”es-Sûki “ lâfzı, “sakün” kelimesinin çoğuludur. 34Yemin olsun! Biz Süleyman'ı denedik, saltanatını elinden almak suretiyle onu imtihan ettik. Bunun sebebi; Hazret-i Süleyman'ın sevip evlendiği bir kadındır. Kadın“ hazret-i Süleyman'ın haberi olmadan onun evinde puta tapıyordu. Hazret-i Süleyman'ın saltanatı da yüzüğündeydi. Bir keresinde tuvalete gitmek için yüzüğünü çıkarmış ve onu her zamanki gibi Emine adındaki hanımına teslim etmişti. Ne var ki, bir cin Hazret-i Süleyman'ın suretine girerek hanımına geldi ve yüzüğü ondan aldı. Ve onun tahtına bir ceset koyduk. Cesetten maksat, yukarıda sözü geçen cindir. Bu cin ya Sahr adındaki cindir veya bir başkasıdır. Gidip Hazret-i Süleyman'ın tahtına oturmuş, kuşlar ve diğer yaratıklar hep ona itâat etmişlerdi. Hazret-i Süleyman eski haletinden farklı olarak çıkageldi ve gördü ki, cin tahtına oturmuş. Her ne kadar insanlara: “Ben Süleyman'ım“ dediyse de (kendini kabul ettiremedi) ve onu inkâr ettiler. Daha sonra (geri) döndü, Süleyman günler sonra yüzüğe ulaşıp onu parmağına takmak suretiyle geri dönüp tekrar tahtına oturdu. 35Dedi ki: “ ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ver ki, benden sonra benden başka -Bu cümle, “Allah'dan sonra, yüce Allah'dan başka, ona hak yolu kim gösterecek“ âyeti ile aynı tarzda kullanılmıştır. - kimse de bulunmasın. Kimsenin olmasın. Muhakkak bütün dilekleri veren sensin. “ 36Bunun üzerine rüzgârı, onun emrine verdik! Onun emri ile istediği yere yumuşakça akar giderdi. 37Şeytanları da onun emrine verdik. Kimisi bina ustası, acaib binalar inşa ederlerdi, kimisi de inci çıkarmak üzere denize dalıcı idi. 38Onlardan başkaları da elleri boyunlarıyla birleştirilerek zincirlere vurulmuş, bağlanmış idi. 39Biz ona buyurduk ki: “ Bu, bizim insanımızdır. Artık ister kerem et, dilediğine ondan ver, ister vermekten kendini tut. Hesabı söz konusu değildir. Yani bu konuda üzerine bir hesap yoktur. 40Şüphesiz ki, ona bizim nezdimizde bir yakınlık ve güzel bir akibet vardır. Aynısı geride (25. âyette) geçti. 41Kulumuz Eyyûb'u da hatırla! Hani “ hakikat bana şeytan güçlük, hastalık ve azapla, elemle dokundu “ diye Rabbine nida etmişti. Evet, her ne kadar her şey yüce Allah tarafından gelse de Hazret-i Eyyûb Allahü teâlâ'ya olan nidasında edepte kusur etmemek için, hastalığını şeytana isnad etmiştir. Âyet-i kerîme’de geçen ”enni “ lâfzı (üzerinden Bâ harf-i cerri hazfedilmiş olup) ” Bi enni “ Takdirindedir. 42Kendisine ”ayağınla yere vur“ denildi. O da vurdu ve derhal bir su gözesi fışkırdı. Bunun üzerine kendisine “İşte bu hem yıkanacak, kendisi ile yıkanacağın bir su hem de içilecek, kendisinden içeceğin soğuk bir sudur“ denildi. Ve Hazret-i Eyyûb (aleyhisselâm) o sudan hem yıkandı, hem de içiverdi. Bunun üzerine gerek dâhilî hastalıkları ve gerekse haricî hastalıkları yok olup gitti. 43Tarafımızdan bir rahmet nimet ve akıl sahipleri için bir öğüt olmak üzere Eyyûb'a bütün ailesini ve beraberinde daha bir mislini hibe ettik. Allahü teâlâ, Hazret-i Eyyûb'un ölen çocuklarını diriltti ve ona bir o kadarını da nasip buyurdu. 44“ eline bir demet -ottan yahut yontulmuş dal parçalarından elde edilmiş bir tutam demektir- al da onunla zevcene vur. -Hazret-i Eyyûb, bir gün zevcesinin gecikmesinden dolayı (hastalığı geçince) ona yüz sopa vuracağına dair yemin etmişti. - Ona vurmayı terk etmekle yeminini bozma “ (dedik). Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb izhir ağacından veya başka bir ağaçtan yüz adet odun alarak onunla zevcesine bir defa vurdu. Doğrusu biz onu sabırlı bulduk. Eyyûb ne güzel bir kuldu! O gerçekten Allahü teâlâ'ya yönelici idi. 45İbadette kuvvet ve dünyada görüş, basiret sahipleri olan kullarımız İbrâhîm'i, İshakı ve Yakûb'u da an! Âyet-i kerîme’de geçen “ İbâd enâ” lâfzı bir kırâatte “Abdena “ şeklindedir. Buna göre, “İbrâhîm'e ” lâfzı atf-ı beyan, diğerleri de “Abdena “ üzerine matuftur. 46Çünkü biz onları temiz bir hasletle halis kıldık. Ki, o haslet de âhiret diyarını hatırlamaktır. Yani onu hatırda tutup onun için çalışmaktır. Âyet-i kerîme’de geçen “ Bi halisatin” lâfzı, bir kırâatte mabadine muzaaf olarak okunmuştur? Bu durumda izafet beyan içindir. 47Gerçekten onlar, bizim katımızda seçilmiş, tercih edilmiş hayırlı kimselerdendi. Âyet-i kerîme’de geçen “ “ el-Ahyâri “ lâfzı, “ hayyir “ -şeddeli- kelimesinin çoğuludur. 48İsmail'i, Elyasa'ı -Bu da bir Peygamberdir- ve Zülkifl'i -Peygamberliği konusunda ihtilâf vardır. Bir görüşe göre bu zat, öldürülmekten kaçıp kendisine sığınan yüz peygambere yataklık etmiştir- de hatırla. Hepsi bu Peygamberlerin hepsi de hayırlılardandı. Âyet-i kerîme’de geçen ”elyesea” lâfzı üzerindeki elif-lâmzâidedir. Ayrıca Âyette geçen “ El-Ahyari “ lâfzı, “ hayrın“-şeddeli- kelimesinin çoğuludur. 49Bu onlar için burada güzel bir övgü ile bir anmadır. Elbette takva sahiplerinin amel eden kulların âhirette dönüp varacağı yer, elbette güzel (bir mevki) dir. 50(Bu güzel yer) Bütün kapılarının kendilerine açık olduğu hâlde (oraya girecekleri) Adn cennetleridir. Âyet-i kerîme’de geçen “ cennâtı “ lâfzı, “ hüsne meâbin” lâfzından bedel yahut atf-i beyandır. 51Orada döşekleri üzerine yaslanarak oturacaklar. Orada birçok meyveler ve içecekler isteyeceklerdir. 52Yanlarında gözlerini ayırmayan, gözlerini kocaları üzerine hapseden birbirlerine yaşıt, yaşları hep aynı olan güzeller vardır. Bunların yaşları hep otuz üçtür. Âyet-i kerîme’de geçen ”etrâbün” lâfzı, “ Tirbün” kelimesinin çoğuludur. 53İşte bu zikredilen şeyler (var ya!) Hesap günü için bu gün sebebiyle size vaad olunan şeyler bunlardır. Âyet-i kerîme’de geçen “ Tûadüne ” lâfzı gaib sigasıyla ve iltifat olarak muhatab sigasıyla okunmuştur. 54İşte bu, bizim rızkımız! Ona tükenmek, kesilmek yoktur. Âyet-i kerîme’de geçen “ ma lehû min nefâd in“ cümlesi, “Rizkünâ” lâfzından hâldir. Veya “İnne “ nın ikinci haberidir. Yani ”devamlı olarak”Veya” devamlıdır. “ 55Bu zikredilenler, mü'minlere mahsustur. Azgınlar için de cidden kötü bir dönüş yeri vardır. Âyet-i kerîme’de geçen “Ve inne “ cümlesi, cümle-i istinâfiyedir. 56Cehennem! Onlar buraya gireceklerdir. Orası ne kötü bir mihad, döşekdir. 57İşte bunu-sonrasından anlaşılan- azâbı (evet) onu tatsınlar. Hamim son derece yakıcı, kaynar bir su ve irin, cehennem ehlinin yaralarından çıkıp akan su! Âyet-i kerîme’de geçen “ gassak” lâfzı, şeddesiz ve şeddeli olarak okunmuştur. 58O azap şeklinden zikredilen kaynar su ve irin gibi başkası da var. Çifte çifte acılar..... Yani kendilerine uygulanacak olan azâb, farklı türlerdendir. 59Kendilerine tâbi olanlarla birlikte cehenneme girerken onlara şöyle denir: “İşte şunlar, sizinle birlikte zorluk içinde cehennem ateşine girecek olan bir güruh, bir topluluk! Bunun üzerine elebaşlari “ Onlara rahatlık olmasın, genişlik yüzü görmesinler onlar, ateşe gireceklerdir!“ derler. 60Onlar da tabi olanlar da, “ hayır! Asıl size rahatlık olmasın onu, küfrü, siz bize takdim ettiniz. Bakın: Cehennem ateşi gerek bizim için ve gerekse sizin için ne kötü karargâhtır“ derler. 61Yine tâbi olanlar şöyle derler: “ ey Rabbimiz! Bunu bize kim takdim etti ise, onun cehennemdeki azâbını bir kat daha küfründen dolayı göreceği azâbını bir misli daha artır “ 62Bir de Mekkeli kâfirler ateş içinde bulundukları sırada “Biz dünyada iken kötülerden saydığımız bir takımadamlara neye görmüyoruz? 63Onları eğlenceye almıştık. Yani biz dünyada iken onlarla eğlenirdik. Yani onlar ortadan kayıp mı oldular yoksa gözlerimiz onlardan kaydı mı ki, onları göremedik? ” derler. Bunlar, Ammar, Bilal, Suheyb ve Selman gibi müslümanların fakirleridir. Âyet-i kerîme’de geçen “sihriyyen" lâfzı, sin'in zammesi ve kesresi ile okunmuştur. 64Hiç şüphesiz buhaktır, mutlaka gerçekleşecektir. Ki, o da cehennemliklerin yukarıda geçtiği gibi birbirleriyle çekişmesidir. 65Ey Resûlüm Muhammed “Aleyhisselâm“! Mekkeli kâfirlere de ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım, cehennem ateşi ile korkutucuyum. O tek ve yarattıkları için kahhar olan yüce Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. “ 66O, göklerle yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, Azizdir, işinde daima üstündür, dostlarının günahlarını çok çok bağışlayandır. 67Onlara de ki: “ Bu, size haber verdiğim ve içinde ancak vahiy ile bilinebilecek şeyleri getirdiğim Kur’ân, büyük bir haberdir. 68“Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz “ 69Allahü teâlâ, “Şüphesiz ben yeryüzünde bir halife yaratacağım“ buyurduğunda yüce divan melekler, Âdem hakkında münakaşa ederlerken benim hiç bir ilmim yoktu. 70Bana yalnızca apaçık bir uyarıcı, uyarısı açık (olan bir peygamber) olduğum vahyolunmaktadır. Âyet-i kerimede geçen “ennemâene ” lâfzı, “ enni “ Takdirinde (olup “yuha “ fiilinin naib-i failidir. 71Hatırla ki, bir vakitler Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben, çamurdan bir insan yaratacağım -ki, o da Âdem'dir.- 72Onu düzeltip, tamamlayıp içine Rûhumdan üflediğim, akıttığım ve böylece diri olduğu zaman -Ruhun Allahü teâlâ'ya izafe edilişi, Hazret-i Âdem'i teşrif içindir. Rûh: İçine nüfuz edilmek suretiyle insan, kendisi ile diri olan latif bir cisim, demektir- hemen onu tahrik gayesi ile iki kat eğilerek onun için secdeye kapanın!“ 73Bunun üzerine, bütün melekler, toptan secde ettiler. Âyet-i kerîme’de iki ayrı tekid bulunmaktadır. 74Yalnız İblis müstesna. İblis; Cinlerin atası olup melekler arasında bulunmaktaydı. O, kibirlendi ve Allahü teâlâ'nın (ezelî) ilminde kâfirlerden oldu. 75(Allahü teâlâ) “ya İblis! Benim kendi kudretimle yarattığıma yaratmasını üstlendiğime -Bu ifade Hazret-i Âdem'i teşrif içindir. Yoksa her mahlûkun yaratılışını elbette Allahü teâlâ üstlenmiştir- secde etmene ne mani oldu? Şu esnada secde etmeyip üstünlük mü tasladın? Yoksa yücelerden, kibirlenenlerden mi idin ki, onlardan olduğun için (şimdi) secde etmekten yüz çevirdin? ” buyurdu. Âyet-i kerîme’de geçenistifham tevbih (muhatabı azarlamak) içindir 76İblis, “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateştbn yarattın, onu ise çamurdan yarattın“ dedi. 77Allahü teâlâ : “Öyleyse hemen çık oradan Cennetten —Diğer bir görüşe göre ise, göklerden- Çünkü sen, artık taşlanmışsın, (rahmetimden) kovulmuşsun. 78Ve din, ceza gününe kadar lânetim senin üzerinde olsun!“ Buyurdu. 79İblis: “ ey Rabbim! Öyle ise bana, insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver “ dedi. 80
Âyetin tefsiri için bak:81 81Allahü teâlâ : “İşte sen malum olan vaktin birinci sûra üfürüş vaktinin gününe kadar mühlet verilenlerdensin“ buyurdu. 82İblis, “O hâlde senin izzetine yemin ederim ki, onları toptan azdıracağım! 83Yalnız içlerinden ihlâsa erdirilmiş iman etmiş kulların müstesna!“ dedi. 84Allahü teâlâ, “İşte hak! Ben hakkı söylerim. Âyet-i kerîme’de geçen “el-Hakkü" lâfızları ikisinin de nasbi ile birincisinin ref’i ve ikincisinin nasbi ile okunmuştur. İkincisi, kendisinden sonra gelen fiil ile mansubdur. Birincisinin nasbi ise; bir görüşe göre mezkur fiil iledir, bir görüşe göre masdariyyet üzeredir- Masdariyyet üzere olunca "Ahükkü'l-Hakka" takdirindedir- bir görüşe göre de başından kasem harfinin çekilmesi üzeredir. Merfu okunuşu ise, haberi mahzuf bir mübteda olmak üzeredir. Buna göre cümle, "Fe'l-Hakkü minnî” takdirindedir. Diğer bir görüşe göre ise, "Fe'-Hakkü kasemi" takdirindedir. Kasemin cevabı da "Le'emle"enne...." cümlesidir. 85Celâlime yemin ediyorum ki, cehennemi mutlaka zürriyetinle beraber senden ve onlar insanlar içinden sana uyanların hepsi ile tıka basa dolduracağım“ buyurdu. 86De ki: “Ben risaleti tebliğime karşı sizden bir ücret, bir iş karşılığı istemiyorum. Ve ben mütekellifînden de, Kur’ân’ı kendi yanımdan uyduranlardan da değilim. 87O Kur’ân bütün âlemlere, akıl sâhibi olan insanlara ve cinlere -meleklere değil- bir zikirden, öğütten başka bir şey değildir. 88Ve andolsun ki, Ey Mekke kâfirleri! Onun haberini, doğruluk haberini bir zaman sonra Kıyâmet günü mutlaka, öğreneceksiniz!“ Âyet-i kerîme’de geçen “Alime" maddesi, "Arefe" mânâsında olup başında bulunan lam mukadder bir kasemin cevabıdır. Takdiri "Vallahi..." şeklindedir. |
﴾ 0 ﴿