40- MÜ’MİN SÛRESİ

Mekke devrinde nâzil olup, 85 Âyet-i kerîmedir.

Rahmân ve Rahîm olan yüce Allah'ın ismi ile başlarım.

1

Hâ, Mîm. Bu harflerden muradının ne olduğunu en iyi bilen Allah'dır.

2

Bu kitabın Kur’ân’ın indirilişi mülkünde güçlü ve yarattıklarını hakkıyla bilen.

Âyet-i kerîme’de yeralan” Tenzîlü “ lâfzı, mübteda, “mi-nellahı “ lâfzıdahaberidir.

3

Mü'minlere âit günahı bağışlayan, onlardan tevbeyi kabul eden, kâfirler için azâbı şiddetli, azâbını çetinleştiren, lütuf sâhibi, in'am ve ihsanı bol olan yüce Allah tarafındandır. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Varış dönüş ancak O'nadır.

Âyet-i kerîme’de geçen “et-Tevbi" lâfzı masdardır. Allahü teâlâ, Âyet-i kerîme’de zikredilen sıfatların her biriyle sürekli muttasıftır. Dolayısıyla bu sıfatlardan iştikak eden lâfızların izafeti marifelik kazandırmak içindir. Tıpkı sonuncu sıfatta olduğu gibi. (Yani söz konusu izafet, lâfzıyye olmayıp, maneviyyedir. Bundan dolayı da bu lâfızların marifeye sıfat vaki olmalarında bir mahzur yoktur.

4

Allah'ın âyetleri, Kur’ân hakkında, ancak Mekke ehlinden küfredenler mücadelede bulunur. Şimdi onların rızık temini için, sağ-salim bir şekilde beldelerine dönüp dolaşmaları, seni aldatmasın. Çünkü âkıbette varacakları yer, cehennem ateşidir.

5

Onlardan önce Nûh'un kavmi ve onlardan sonra Âd ve Semûd gibi hizibler de yalanlamışlardı. Ve her ümmet kendi Peygamberini yakalamak, öldürmek kastinde bulundu. Bâtılın mücadelesini verdiler ki, onunla hakkı devirsinler, ortadan kaldırsınlar. Nihayet ben de onları yakalayıverdim. Bak, nasıl oldu onlara azâbım!.. Yani o, tam varacağı yere varmıştır.

6

İşte o küfredenlere Rabbinin sözü, “ celâlim hakkı için! Cehennemi mutlaka cinlerin ve insanların tamamından dolduracağım”Vaadi, böylece hak oldu. Onlar, cehennem ehlidirler.

Âyet-i kerîme’deyeralan ”ennehüm” lâfzı, “kelime-tü“ den bedeldir.

7

Arş'ı taşıyanlar ve onun etrafındakiler, Rablerini hamd ile hamde bürünerek tesbihte bulunurlar. Yani “sübhanellahi ve bi hamdihı “ derler. Ve gönülleri ile O yüce zata îman ederler. Yani O’nun vahdaniyyetini tasdik ederler. Hem de îman edenlere mağfiret talebinde bulunurlar ve ” ey Rabbimiz! Sen, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatmışsın. Yani senin rahmetin de her şeyi kuşatmıştır, ilmin de her şeyi kuşatmıştır. Şirkten tevbe edip senin yoluna, İslâm dinine tâbi olanları hemen mağfiret buyur! Onları cehennem azâbından koru!

Âyet-i kerîme’de geçen “Ellezine" lâfzı, mübteda, "Men.." mübteda üzerine ma'tuf, "Yüsebbihüne" de haberdir.

8

Ey Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanları da kendilerine vaadettiğin Adn, ikâmet cennetlerine koy! Şüphesiz sen güçlüsün ve tasarrufunda hikmet sâhibisin.

Âyet-i kerîme’de geçen “ men” lâfzı, “Ve edhılhüm”yahut”Va'adtehüm” lâfzındaki ”hum” zamiri üzerine atfedilmiştir.

9

Onları kötülüklerden, kötülüklerin azâbından koru! O gün Kıyâmet günü sen kimi kötülüklerden korursan, muhakkak onu rahmetine erdirmişsindir. İşte büyük kurtuluş da budur. “ diye dua ederler.

10

O kâfirlere cehenneme girerlerken kendi kendilerine öfkelendikleri bir sırada melekler tarafından, “Allah'ın size olan gazâbı, elbette sizin kendinize olan gazâbımızdan daha büyüktür. Çünkü siz, dünyada iken imana davet olunuyordunuz da küfrediyordunuz “ diye nida olunacaktır.

11

Onlar, “ ey Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Çünkü onlar nutfe halinde iken ölü idiler, sonra diriltildiler. Sonra öldürüldüler, sonra haşir ve hesap için tekrar diriltilmiş olacaklardır- şimdi günahlarımızı, öldükten sonra tekrar diriltileceğimiz konusundaki inkârımızı itiraf ettik. Acaba cehennemden çıkmaya ve Rabbimize itâat etmemiz için dünyaya geri dönmeye bir yol var mı? ” diyecekler. Kendilerine verilecek cevap, “ hayır“ şeklinde olacaktır.

12

Bu, içinde bulunduğunuz bu azap şundan şundan dolayıdır ki, dünyada iken tek olan yüce Allah'a davet edildiği vakit, siz O’nun tekliğini kabullenmeyi inkâr ettiniz. O'na şirk koşulursa, O’nun için şerikin varlığından söz edilirse inanırsınız, şirk koşulmasını tasdik edersiniz. İşte azaplandıracağımıza dair hüküm, O yarattıkları üzerine üstün, O büyük, azametli yüce Allah'ındır.

13

Size âyetlerini, O'ndan başka ilah olmadığına dair delilleri gösteren O'dur. Gökten size yağmur sebebiyle rızık indirir. Fakat (O'na) yönelenden, şirki bırakıp geri dönenden başkası ibret almaz öğütlenmez.

14

O hâlde siz, dini yüce Allah için şirkten arındırıcılar olarak yüce Allah'a yalvarın, O'na ibâdet edin. İsterse kâfirler sizin (dini) şirkten arındırmanızdan hoşlanmasınlar.

15

O, Râfiu'd-Derecât'dır. Yani Allahü Zülcelâl, sıfatlarıyla yücedir. Yahut; cennette mü'minlerin derecelerini yükseltendir. Arşın sâhibidir, onun yaratıcısıdır. Kullarından dilediğine emri olarak ruhu, vahyi indirir ki, o kendisine vahyolunan kimse insanları kavuşma gününün -Kıyâmet gününün, sema ile yeryüzü sakinlerinin, Âbid ile ma'budun, zâlim ile mazlumun bu gün bir araya gelmesi dolayısıyla, bu güne ” kavuşma günü“ denmiştir- dehşeti ile uyarsın korkutsun.

Âyet-i kerîme’de geçen ”et-Telâk” lâfzı, Ya'nın hazfı ile de isbatı ile de okunmuştur.

16

O gün meydana çıkarlar, kabirlerinden huruç ederler. Onlardan hiç bir şey yüce Allah'a gizli kalmaz. “ Bu gün mülk kimin? ” Bu soruyu Allahü teâlâ soracak ve yine kendisi kendi sorusuna cevap verecek: “ Bir ve Kahhâr olan yüce Allah'ın.....

17

Bu gün herkes, kazandığı ile cezalandırılacaktır. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz yüce Allah, hesabı çabuk görendir. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifin delâletiyle; mahlûkatın tamamını, dünya günlerinden bir gündüzün yarısı kadar bir zaman zarfında muhasebe edecektir.

18

 (Rasûlüm! ) Onlara yaklaşan günün, Kıyâmet gününün tehlikesini anlat! O vakit yürekler korkudan gırtlaklara dayanmış; dopdoludurlar, gam ve hüzün ile dolmuşlardır. Zalimler için ne bir dost, seven vardır, ne de sözü geçecek bir şefaatçi! ”sözü geçecek “ifadesinin mefhum-ı muhalifi yoktur. (Yani bundan, sözü geçmeyecek şefaatçileri olacaktır “mânâsı anlaşılmaz) Çünkü onlar için asla bir şefaatçi söz konusu değildir. Nitekim bir Âyet-i kerîme’de “Bizim hiç de şefaatçilerimiz yokmuş“ duyurulmaktadır. Yahut müşriklerin şefaatçileri olduğu iddialarına binaen mefhum-u muhalifi vardır. Yani farz-ı muhal şefaatçileri olsa da kabul görmez.

Âyet-i kerîme’de geçen “ el-Azifeti ” lâfzı, yaklaşmak mânâsında olan“ Ezifer-Rahîlü“ cümlesinden gelir. Ayrıca, âyetin devamında yer alan ” kâzımine ” lâfzı, “ el-Kulû-bü“ den hâldir. Akıl sahipleri muamelesini görerek Ya ve Nun ile cemilenmiştir.

19

O, Allahü teâlâ gizliden gizliye harama göz atmak suretiyle gözlerden hain olanları da sinelerin, kalblerin gizlediğini de bilir.

20

Allah, hak ile hükmeder. Onların Mekke kâfirlerinin yüce Allah'ı bırakıp da yalvardıkları taptıkları şeyler -ki, onlar da putlardır— ise hiç bir şeye hükmedemezler. O hâlde nasıl yüce Allah'a ortak olabilirler? Hiç şüphesiz yüce Allah söylediklerini hakkıyla işiten ve yaptıklarını ayrıntılarıyla görendir.

Âyet-i kerîme’de geçen “yedûne ” lâfzı, ya’lı ve tâ’li olarak okunmuştur.

21

Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler. Onlar, gerek kuvvet ve gerekse yeryüzündeki eserleri, su depolamak için eştikleri kuyuları ve yapmış oldukları köşkleri itibariyle bunlardan daha üstün idiler. Böyle iken yüce Allah, onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Onları helâk ediverdi. Ve kendilerini yüce Allah'tan O’nun azâbından bir koruyan da olmadı.

Âyet-i kerîme’de geçen “ minhüm” lâfzı, bir kırâatta “ minküm“ şeklinde okunmuştur.

22

Sebebi şuydu: Onlara Peygamberleri beyyinelerle, apaçık mu'cizelerle geliyorlardı da yine küfrettiler. Yüce Allah da onları yakalayıverdi. Çünkü O, çok kuvvetli, azâbı çok çetindir.

23

Yemin olsun! Biz Mûsa'yı mu'cizelerimizle ve sultan-ı mübin, apaçık ve ortada olan bir delil ile,

24

Fir’avun’a Haman'a ve Karun'agönderdik- Onlar, “ Bu bir sihirbaz, bir yalancı!“ dediler.

25

Bunun üzerine Mûsa onlara tarafımızdan hakkı, doğruyu getirince “Onunla beraber îman edenlerin oğullarını öldürün de karılarını sağ bırakın, geri kalmalarını sağlayın!“ dediler, ama kâfirlerin hilesi ancak boşa çıkar, yok olur.

26

Fir’avun, “ Bırakın beni, Mûsa'yı öldüreyim -Çünkü oradakiler, onu öldürmekten alıkoyuyorlardı- O Rabbine dua etsin de Rabbi onu benden alıkoysun. Çünkü ben, onun dininizi bana tapmanızdan başka yöne değiştirmesinden böylece sizin ona tâbi olmanızdan ve yeryüzünde fesat çıkarmasından, adam öldürmek ve benzeri suçlar işlemesinden korkuyorum!“ dedi.

Âyet-i kerimede geçen “Veenyüzhira” lâfzı bir kırâatte, “ evenyüzhira “ şeklinde, diğer bir kırâattede Ya ile He'nin fethası ve (“ el-Fesâde “ deki) dal’ın zammesi ile okunmuştur.

27

Bu sözleri duyan Mûsa da kavmine dönerek“ Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden Rabbime ve Rabbinize sığınırım“ dedi.

28

Fir’avun hanedanından olup imanını gizleyen mü'min bir zat, -ki, Fir’avun’un amcası oğlu olduğu söylenir- “siz bir adamı Rabbim yüce Allah'dır, dediği için öldürecek misiniz? Hem o size Rabbinizden beyyineler, apaçık mu'cizeler de getirmiş! Eğer yalancı ise, yalanı, yalanının zararı kendine. Ama doğru söylüyorsa, sizi kendisi ile uyardığı şeyin bir kısmı -ki, o da dünyada azaplandırılmalarıdır- başınıza gelir. Muhakkak ki, yüce Allah, aşırı giden, şirk koşan yalancı iftiracı olan kimseyi hidayete erdirmez.

Âyet-i kerîme’de geçen “En yekûle" lâfzı (üzerinden lam harfi cerri hazfedilmiş olup) "li-en" takdirindedir.

29

Ey Kavmim! Bugün mülk sizin, bu topraklarda, Mısır topraklarında yüze çıkmış, gâlip durumundasınız. Fakat dostlarını öldürmeniz halinde şayet yüce Allah'ın azâbı bize gelirse, kim bize yardım eder? Yani hiç kimse bize yardım edemez. “ dedi. Fir’avun, “Ben size ancak kendi reyimi gösteriyorum ben size ancak kendi kendime gösterdiğim çareyi göstermekteyim. -Ki, o da Mûsa'yı öldürmektir- Ve size ancak doğru yolu gösteriyorum“ dedi.

Âyet-i kerime’de geçen “zâhirine ” lâfzı, hâldir.

30

Îman etmiş olan zat da dedi ki, “ ey Kavmim! Gerçekten ben size eski kavimlerin günü gibi, sırasıyla her bir kavmin günü gibi bir günün gelmesinden korkuyorum.

31

Nûh kavminin, Âd 'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin başlarına gelenler gibi. Yani sizden önce inkâr etmiş bulunanlara takib edilen cezalandırma yöntemi gibi ki, o da, onlara dünyada iken azâb etmektir. Yüce Allah kullarına zulüm murad edecek değildir.

Âyet-i kerîme’de geçen “Misle" lâfzı, ondan önce geçen "Misle"den bedeldir.

32

Ey kavmim! Gerçekten ben, sizin başınıza çağırışma gününden, Kıyâmet gününden korkuyorum. -Bugün cennetliklerin cehennemliklere, cehennemliklerin cennetliklere seslenişi çok olacak. Ayrıca, bahtiyar olanlar, bahtiyar diye, bedbaht olanlar da bedbaht diye çağrılacak. Ve daha birçok nida çeşitleri.....

Âyet-i kerîme’de geçen “ et-Tenadi ” lâfzı, Ya'nın hazfı ile de, isbatı ile de okunmuştur.

33

Arkanızı dönüp hesap yerinden cehenneme doğru uzaklaştığınız gün sizi yüce Allah'tan O’nun azâbından kurtaracak, (onu) engelleyecek hiç bir kimse yoktur. Yüce Allah kimi saptırırsa, artık onu hidayete erdirecek yoktur.

34

Yemin olsun ki, bundan önce Mûsa'dan önce Yusuf da size beyyinelerle, apaçık mu'cizelerle gelmişti. Bir görüşe göre sözü geçen zat, Hazret-i Ya'kûb’un oğlu Hazret-i Yusuf olup Hazret-i Mûsa zamanına kadar yaşamıştır. Veya diğer bir görüşe göre de, Ya'kûb oğlu, Yusuf oğlu, İbrâhîm oğlu Yusuf dur. Siz, onun getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durdunuz. Hattâ o, vefat ettiğinde, hiç bir deliliniz olmamasına rağmen“ Bundan sonra yüce Allah, asla Peygamber göndermeyecektir“ dediniz. Yani böylece Yusuf’u da diğer Peygamberleri de inkâr etmeye devam ettiniz. İşte yüce Allah haddi aşan, şirk koşan ve mu'cizelerle desteklenmiş konularda şüphe eden kimseyi de böylece tıpkı sizi saptırdığı gibi saptırır.

35

Kendilerine gelmiş bir hüccet, delil olmaksızın yüce Allah'ın âyetleri, O’nun mu'cizeleri hakkında mücadele edenler var ya! Gerek yüce Allah katında, gerekse mü'minler nazarında bu mücadeleleri öfke (yi mucib olması) bakımından büyümüştür. İşte yüce Allah kibirlenen zorbanın kalbinin tamamını böylece tıpkı bunları saptırdığı gibi sapıklıkla mühürler. “

Âyet-i kerîme’de geçen “Ellezine" lâfzı, mübteda, "Kebüra" lâfzı da haberidir. Âyet-i kerîme’de geçen “Kalb" lâfzı, tenvinli de tenvinsiz de okunmuştur. (Tenvinli okununca, kibirlilik kalbe sıfat olacağından bunun illetini şöyle açıklıyor:) Ne zaman kalb kibirlenirse, sâhibi de kibirlenmiş olur. Bunun tersi de böyledir. Her iki kıraate göre de "Kül" lâfzı, dalaletin, kalbin tamamına şümulünü ifade etmek içindir. Yoksa kalblerin tamamına şümulünü ifade etmek için değil.

36

Fir’avun da, “ ey Haman bana bir kule yüksek bir bina yap. Belki yollara ulaşırım.

37

Göklerin yollarına göklere ulaştıracak yollara ulaşırım da Mûsa'nın ilâhına muttali olurum. Muhakkak ben onu Mûsa'yı, kendisinin benden başka ilâhı olduğuna dair iddiasında yalancı sanıyorum!“ dedi. Fir’avun bu sözü halkın kafasını karıştırmak için söylemiştir. İşte böylece Fir’avun’a kötü ameli süslü gösterildi de, yoldan, hidayet yolundan saptırıldı. Fir’avun’un hilesi ancak helake zarar etmeye mahkûmdur.

Âyet-i kerîme’de geçen “Fe'ettalia" lâfzı, "Ebluğu" fiili üzerine atfedilmek suretiyle merfu, "İbni" fiiline cevap vaki olduğu için de mansub olarak okunmuştur.

38

Îman etmiş olan zat dedi ki: “ ey kavmim. Bana uyun ki, size doğru yolu göstereceğim.

39

Ey Kavmim! Bu dünya hayatı ancak bir meta'dır, yok olmaya mahkûm bir faydalanmadır. Âhiret ise, gerçekten kalınacak yurttur.

40

Kim bir kötülük işlerse, ancak onun misli ile cezalandırılır. Ve erkek kadın her kim mü'min olarak iyi bir amel işlerse işte böyleleri cennete konulurlar. Orada hesapsız olarak, karşılığı söz konusu olmaksızın bol rızıkla rızıklanırlar.

Âyet-i kerîme’de geçen “Yüdhalûne" lâfzı, Ya'nın zammesi ve Hi'nin fethası ile de, bunun tersi ile de okunmuştur.

41

Ey kavmim! Nedir bu hâl? Ben sizi kurtuluşa davet ediyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.

42

Siz beni, yüce Allah'a küfretmeye ve hakkında hiç bir bilgim olmayan şeyi O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi güçlü, işinde gâlip olan ve tevbe edenlerin günahlarını çokça bağışlayana davet ediyorum.

43

Hiç inkâr götürmez, gerçek şu ki, kendisine tapmam için sizin beni davet etiğiniz şeyin ne dünyada ne de âhirette hiç bir duası, hiç bir duaya icabeti yoktur. Ve dönüşümüz yüce Allah'adır. Bütün müsrifler kâfirler de cehennemliklerin ta kendileridirler.

44

Siz benim söylediklerimi yakında, azâbı ayânen gördüğünüz vakit hatırlayacaksınız. Ben işimi yüce Allah'a havale ediyorum. Muhakkak ki, yüce Allah kullarının bütün yaptıklarını görendir. “

Fir’avun'un adamları dinlerine muhalefet ettiği gerekçesiyle onu tehdit edince bu sözleri söylemiştir.

45

Nihayet yüce Allah, onların hakkında kurdukları hilelerin kötülüklerinden -ki, o da onu öldürme planları idi- onu korudu. Fir’avun’un adamlarına, kavmine ise kendisi ile beraber o kötü azap denizde boğulmak iniverdi.

46

Sonrası ise ateş! Sabah-akşam ona arz olunur, onunla yakılır dururlar. Hele Kıyâmet koptuğu gün, “ ey Fir’avun hanedanı! Girin bakalım azâbın en şiddetlisine, cehennem azâbına “ denilecektir.

Âyet-i kerîme’de geçen “Udhulû" lâfzı, bir kıraatte hemzenin fethası ve Hî'nın kesresi ile okunmuştur. Buna göre söz konusu cümle, meleklere bir emir niteliğindedir.

47

Ve hatırla ki, o vakit onlar cehennemde birbirleri ile atışırlarken, kâfirler birbiri ile çekişirlerken, zayıf olanlar büyüklük taslayanlara, “Bizler size tâbi idik. Şimdi siz bizden' ateşin birazını, bir parçasını olsun savabiliyor, uzaklaştırabiliyor musunuz? ” diyecekler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Tebe'an” lâfzı, “ Tâbiun” kelimesinin çoğuludur.

48

Büyüklük taslayanlar da, “Biz hepimiz onun içindeyiz. Yüce Allah kulları arasında hükmünü verdi. Îman edenleri cennete, inkâr edenleri de cehenneme koydu. “ diyecekler.

49

Ateşte olanlar cehennemin bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da bizden bir gün bir gün miktarı olsun azâbı hafifletsin!“ derler.

50

Onlar da cehennem bekçileri de tahakkümvari bir sözle “size peygamberleriniz beyyinelerle, apaçık mu'cizelerle gelmiyorlar mıydı? ” diye sorarlar. “ evet“ derler. Yani onları inkâr ettiklerini söylerler. “ O hâlde kendiniz dua edin. Çünkü bizler kâfirlere şefâat edemeyiz “ derler. Allahü teâlâ buyuruyor ki: kâfirlerin duası ise hep çıkmazdadır, yok olmaya mahkûmdur.

51

Şüphesiz ki, biz, peygamberlerimize ve îman edenlere hem dünya hayatında, hem de şahidlerin kıyam duracağı gün - Bunlar, melekler topluluğu olup peygamberlerin tebliğ ettiklerine dair lehlerine, kâfirlerin de yalanladıklarına dair aleyhlerine şahitlik edeceklerdir - muhakkak yardım edeceğiz.

Âyet-i kerîme’de geçen ”el-Eşhâd “ lâfzı, “Şâhidün” kelimesinin çoğuludur.

52

O gün zâlimlere -Özür dilemiş olsalar bile- özür dilemeleri fayda vermeyecektir. Onlara lânet, rahmet-i ilâhiden uzak kalmak vardır ve onlara âhiret yurdunun kötüsü azâbının çetini vardır.

Âyet-i kerîme’de geçen ”lâ yenfeu” lâfzı, Ya’lı ve Tâ’li olarak okunmuştur.

53

Yemin olsun ki, biz Mûsa'ya hidayeti, Tevrat'ı ve mu'cizeleri verdik ve İsrâîl oğullarına da Mûsa'dan sonra kitabı, Tevrat'ı miras bıraktık.

54

Bunu akıl sahiplerine bir hidayet, hidayet rehberi ve bir öğüt olsun diye yaptık.

55

O hâlde Ya Muhammed ”aleyhisselâm“sen sabret! Çünkü yüce Allah'ın dostlarına yardım edeceğine dair vaadi hakdır. Sen ve sana uyanlar bu gruptansınız. Günahına mağfiret dile ki, bu konuda senden örnek alınsın. Akşam, güneş zevale erdikten sonra, sabah Rabbini, hamd ile bürünerek tesbih et beş vakit namazını kıl.

56

Allah'ın âyetleri, Kur’ân hakkında kendilerine bir hüccet, delil gelmiş değilken mücadele edenler var ya! Onların kalblerinde yetişemeyecekleri bir kibirden, bir büyük olma hırsı ve senin üzerine çıkabilme arzusundan başka bir şey yoktur. Sen onların şerrinden hemen yüce Allah'a sığın. Çünkü O, onların söylediklerini hakkıyla işiten, içinde bulundukları durumu en iyi görendir.

57

Bu âyet-i kerîme, öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenler hakkında nâzil olmuştur: Elbette daha ilk başından gökleri ve yeri yaratmak, insanları ikinci kez yaratmaktan -ki, o da onların eski halleriile yeniden yaratılmalarıdır- daha büyüktür. Lâkin insanların çoğu Mekke kâfirleri bunu bilmezler. Bundan dolayıdır ki, onlar âmâ gibi, bunu bilenler ise gören gibidir.

58

Görmeyenle gören, îman edip sâlih ameller işleyenlerle -ki, buna biz iyilik yapan diyoruz- kötülük yapan bir olmaz. Pek az düşünüyorlar; Öğütleniyorlar. Yani öğütlenmeleri pek azdır.

Âyet-i kerîme’de geçen “Vela'l-Müsîü “ lâfzı üzerindeki ”Lâ” zâidedir. Âyet-i kerîme’de geçen “yetezekkerûne ” lâfzı, ya’lı ve tâ’li olarak okunmuştur.

59

Kıyâmet muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Lakin insanların çoğu buna inanmazlar.

60

Rabbiniz, “ Bana yalvarın ki, icabet edeyim, bana ibâdet edin ki, sizlere sevabını vereyim. —Bu tefsirin karinesi, âyetin devamıdır- Çünkü bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayanlar, yakında hakir, zelil olarak cehenneme gireceklerdir. “ buyurdu.

Âyet-i kerîme’de geçen “yedhulûne ” lâfzı, Ya'nın fetha-sı ve Hi’nın zammesi, bir de bunun tam tersi ile okunmuştur.

61

Allah odur ki, içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi ve görür bir vaziyette gündüzü yarattı. Görme vasfının gündüze isnadı mecaz kabilinden olup içinde görülmesi illetine binaendir. Gerçekten yüce Allah, insanlara karşı ihsan sâhibidir. Fakat insanların çoğu yüce Allah'a şükretmezler. Bundan dolayı da imana yanaşmazlar.

62

İşte O yüce Allah, her şeyin yaratıcısı olan Rabbinizdir. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur. O hâlde nasıl döndürülüyorsunuz? Delil ortada iken nasıl oluyor da imandan çevriliyorsunuz?

63

İşte böyle çevrilir, tıpkı bunların çevrilmesi gibi çevrildi yüce Allah'ın âyetlerini, O’nun mu'cizelerini inkâr ede gelenler.

64

Allah Odur ki, sizin için yeri bir karargâh, göğü bir bina, kubbemsi bir tavan yapmıştır. Size şekil vermiş; sonra şeklinizi güzelleştirmiş ve pak nimetlerden size rızık da vermiştir. İşte Rabbiniz bu yüce Allahdır. Âlemlerin Rabbi olan yüce Allah, ne yücedir.

65

O, daima diridir. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Şu hâlde dini şirkten arındırıp, O'na halis kılarak Ona yalvarın, O'na ibâdet edin. Hamd, âlemlerin Rabbi yüce Allah'a mahsustur.

66

De ki: “ Bana rabbimden beyyineler, Onun birliğini gösteren deliller geldiği vakit ben, o sizin yüce Allah'ı bırakıp yalvardıklarınıza, taptıklarınıza ibâdet etmekten kesin olarak men edildim. Ve âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum.

67

O öyle bir zatdır ki, sizi topraktan yarattı, (evvelâ) atanız Âdem'i ondan yaratmak suretiyle. Sonra bir nutfeden, meniden ve sonra bir alakadan, kan pıhtısından, sonra sizi bir bebek olarak bebekler olarak (annelerinizin karnından) çıkarmakta, sonra sizi güç kuvvet çağına, kuvvetinizin kemâle erdiği çağa -ki, o da otuzla kırk yaş arasıdır- erişmeniz için, sonra da ihtiyarlar olmanız için hayatta bırakmaktadır. İçinizden kimi de daha evvel, güç-kuvvet ve ihtiyarlık çağından evvel öldürülmektedir. Bütün bunları, hayatınızı sürdüresiniz ve muayyen bir ecele, belirli bir vakte eresiniz diye başınıza getirdi. Böylece O’nun birliğini gösteren delilleri düşünürsünüz de imana gelirsiniz diye.

Âyet-i kerîme’de geçen “ Şüyûhan” lâfzı, Şin'in zammesi ile de, kesresi ile de okunmuştur.

68

O, hem diriltir, hem öldürür. O, herhangi bir işe karar verdi mi, bir şeyi yaratmayı diledi mi, ona sadece “ol“ der, o da oluverir. Yani iradenin hemen ardından o şey meydana gelir ki, burada zikredilen“Ol der “ifadesinden kastedilen de budur.

Âyet-i kerîme’de geçen “feyekûnu” lâfzı, nun’un zammesi ile de, -bir En-i nasibe takdir ederek- fethası ile de okunmuştur.

69

Bakmaz mısın, yüce Allah'ın âyetleri, Kur’ân hakkında mücadele edenlere? Îmandan nasıl çevriliyorlar?

70

Bu kitabı Kur’ân’ı ve Peygamberimizle gönderdiğimiz şeyleri - ki, onlar da tevhid ve öldükten sonra tekrar diriliştir- yalanlayanlar var ya! -ki, onlar da Mekke kâfirleridir- Artık onlar ileride yalanlamalarının sonu ne olacak bileceklerdir.

71

O vakit ki, boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu hâlde (önce) Hamime cehenneme sürüklenecekler,

(İlk) Âyet-i kerîme’de geçen “ İz “ lâfzı, “İza “ mânâsındadır. Ayrıca âyetin devamındaki ”es-Selâsilü “ lâfzı, “ el-Ağlâlü“ üzerine atfedilmiş olabilir. Bu durumda” zincirler de boyunlarındadır “mânâsındadır. Yahut haberi mahzûf mübteda da olabilir. Buna göre “zincirler de ayaklarında olduğu hâlde.. “mânâsındadır. Veya mübtedanın haberi ”yüshabûne “ cümlesidir.

72

O zincirlerle (cehenneme doğru) çekilecekler sonra da ateşte yakılacaklardır.

 

73

Sonra onlara, kendilerini azarlamak kasdıyla, “Allah'ı bırakıp da O’nunla beraber ortak koştuğunuz şeyler -ki, onlar da putlardır- nerede? ” denilecek.

74

Onlar, “Bizden kayboldular. Bu yüzden onları göremiyoruz. Daha doğrusu, biz bundan önce hiç bir şeye tapar değildik“ diyecekler. Önce putlara taptıklarını inkâr edecekler. Daha sonra putları da yanlarına getirilecek. Nitekim yüce Allah” muhakkak siz ve Allah'ı bırakıp taptıklarınız (putlar) cehennem odunu - yakıtlarısınız “ (Enbiya; 98) buyurmaktadır. İşte yüce Allah kâfirleri de böyle tıpkı bu yalanlayanları saptırdığı gibi saptırır. Ayrıca Onlara;

75

Bu (karşı karşıya olduğunuz) azap şundandır: Çünkü siz, yeryüzünde haksızlıkla, Allah'a eş koşmak ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmekle seviniyordunuz ve çünkü siz şımarıyordunuz bu sevincinizi daha da ileriye götürüyordunuz.

76

İçinde ebedi kalmak üzere, cehenneme kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri, sığınağı ne kötüdür.

77

Onun için sen sabret! Elbette yüce Allah'ın onları azaplandıracağına dair vaadi haktır. Artık onlara vaadettiğimizin -ki, o da azaptır- bir kısmını eğer hayatında sana gösterirsek, bunu yapmış oluruz. Veya onları azaplandırmadan evvel seni kendimize alırsak o zaman da sadece bize döndürüleceklerdir ve biz onlara azâbın en çetinini uygularız.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İmma” lâfzında, In-i şartiyye ( “ma “ya) idgam edilmiştir. Ma, Zâide olup fiilin evvelindeki şart mânâsını, Nun da fiilin sonunu tekid etmektedir. Şartın cevabı ise mahzûfbir “ fezake “ cümlesidir. Ayrıca âyetin devamında zikredilen ” fe ileynâ.....“ cümlesi, sadece ma'tufa âit bir cevaptır.

78

Yemin olsun! Biz, senden önce birçok Peygamberler gönderdik. Onlardan kiminin kıssasını sana haber verdik, kimini de anlatmadık. Rivayete göre Allahü teâlâ sekiz bin Peygamber göndermiştir. Bunların dört bini İsrâîl oğullarından, dört bini de sair insanlardandır. Yüce Allah'ın izni olmadıkça onlardan hiç bir peygamber bir mu'cize getiremez. Çünkü onlar, yüce Allah'ın sevk-i idaresi altında bulunan kullardır. Yüce Allah'ın, azâbın kâfirlere inmesine dair emri gelince de peygamberler ile onları yalanlayanlar arasında hak ile hükmedilmiş olur. Ve işte burada bâtılın safında bulunanlar hüsrana uğrar. Yani burada yüce Allah'ın (ezelde) vermiş olduğu hüküm ve (peygamberleri tekzib eden) insanların zarar ı ortaya çıkar. Yoksa onlar daha önce bile, her zaman hüsrandadırlar.

79

Allah O'dur ki, sizin için davarları yarattı. Bir görüşe göre burada maksat sığır ve koyunlara da şamildir. Bunu, onlardan bir kısmına binesiniz. Bir kısmını da yiyesiniz diye yaptı.

80

Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır. Meselâ sütlerinden, kıllarından yapağılarından ve yünlerinden istifade etmek gibi. Bir de göğüslerinizdeki bir hacete ulaşmanız için -ki, o da yükleri şehirlere taşımaktır- onlara binesiniz diye. (onları yarattı) Ve kara yolunda iken hem onların üzerinde hem de deniz yolunda iken gemilerin üzerinde taşınırsınız.

81

Size âyetlerini gösteriyor. Artık yüce Allah'ın birliğini gösteren âyetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?

Âyet-i kerîme’de geçenistifham, tevbih (azarlamak) içindir. "Eyyü" kelimesinin müzekker olarak kullanılması, müennes olarak kullanılmasından daha meşhurdur.

82

O kâfirler yeryüzünde gezip bakmadılar mı, onlardan öncekilerin âkıbeti nice oldu? Onlar, bunlardan sayıca daha çok, kuvvetçe daha metin ve yeryüzünde su hazneleri ve köşkler inşa etmek gibi eserce daha üstün idiler. Öyle iken, kazandıkları şeyler kendilerini kurtaramadı.

83

Apaçık mu'cizelerle gelince onlar kâfirler, onlardaki peygamberlerdeki ilimle onu inkâr ederek, alay ve gülme ile karışık bir sevinçle sevindiler. Ama alay etmiş oldukları şey, azap tepelerine iniverdi.

84

Hışmımızı azâbımızın şiddetini görünce, “sadece yüce Allah'a îman ettik ve ona ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik“ dediler.

85

Fakat bizim azâbımızı gördükleri vakit îman etmeleri, kendilerine bir fayda sağlayacak değildi. Yüce Allah'ın geçmiş ümmetlerdeki kulları hakkında sürüp gelen sünneti budur. Yani azâbın inişi sırasında îman etmelerinin, kendilerine fayda sağlamayacağıdır. İşte kâfirler burada hüsrana uğradılar. Hüsran içinde oldukları, her şahsa teker teker beyan oldu. Yoksa onlar daha önce de her zaman hüsranda idiler.

Âyet-i kerîme’de geçen “sünnete" lâfzı, lâfzından mukadder bir fiile masdar (mef’ ul-u mutlak) olmak üzere mansubdur.

0 ﴿