43- ZUHRÛF SÛRESİRahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım. 1Ha mim. Bununla neyi kasdettiğini Allah en iyi bilir. 2Hidayet yolunu ve kendisine ihtiyaç duyulan (insanlığın muhtaç olduğu) şeriatı açıklayan (bu) kitaba Kur’ân'a yemin olsun. 3Ey Mekke halkı Biz onu(n) mânâlarını anlayasınız diye Arap diliyle Arapça bir Kur’ân kıldık. Bu kitabı Arap diline göre bir Kur’ân olarak icad ettik. 4Gerçekten O, bizim katımızdaki ana kitapta kitapların aslı olan yanımızda mahfuz bulunan levhada sabit olup kendinden önceki kitaplara göre çok yüce, son derece hikmetli (bir kitab) dir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Ledeyna “ (câr ve mecrûrdan) bedeldir. 5Siz haddi aşan şirk koşan bir kavim oldunuz diye size Kur’ân’ı indirmekten tamamen vaz mı geçelim? Böylece emir ve yasaklardan kurtulmuş olursunuz. Hayır Böyle bir şey yok. 6Hâlbuki evvelkiler içinde de biz nice Peygamberler gönderdik. 7Onlar, kendilerine gelen bir peygamberi senin kavmin seni alaya aldığı gibi mutlaka alaya alırlardı. Bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli etmek içindir. 8Onun için biz, kuvvetçe onlardan senin kavminden daha şiddetlilerini helâk ettik. Evvelkilerin yok edilmeleriyle ilgili misali durumu Kur’ân âyetlerinde geçti. Buna göre kavminin âkıbeti de budur. 9Yemin olsun ki, onlara “ gökleri ve yeri kim yarattı? ” diye sorsan, neticede cevapları mutlaka “Onları, güçlü, hakkıyla bilen ilim ve izzet sâhibi Allah yarattı “ derler. Âyet-i kerîme’de geçen “ Leyekulunne “ fiilinden nunlar peşpeşe geldiği için ref (İ’rab) nun'u ile iki sakin bir araya geldiği için zamir vav'ı hazfedilmiştir. 10Allahü teâlâ ilâveten“ (O Allah ki,) yeri size bir beşik çocuğun beşiği gibi bir döşek yaptı. Yolculuklarınızda gideceğiniz yerlere ulaşasınız diye, onda size yollar yapmıştır“ Buyurdu. 11(O Allah ki,) Gökten bir ölçü ile ihtiyacınıza göre su indirmiştir. O'nu bir tufan olarak indirmedi. Biz onunla ölü bir beldeye hayat verdik, işte siz de böylece buna benzer dirilmekle kabirlerinizden diriler olarak çıkarılacaksınız. 12(O Allah ki,) bütün çiftleri türleri yaratmış; sizin için gemilerden ve deve gibi hayvanlardan bineceğiniz şeyleri meydana getirmiştir. Âyet-i kerîme’de geçen “ Terkebune “ cümlesinden ihtisar (kısaltma) için zamir hazfedilmiştir. Bu zamir birincisinde mecrûrdur. fiili, ikincisinde ise mansûbdur. (terkebunehu) 13Ki, sırtlarına binin yerleşin de sonra üzerlerine yerleşince Rabbinizin nimetini hatırlayarak, “ Bunları bizim emrimize veren Allah'ı tenzih ederiz. Yoksa biz buna güç yetiremezdik. 14Ve herhalde biz, dönüp Rabbimize gidicileriz. “ deyin. Âyet-i kerîme’de geçen “ Alâ Zuhurihi “kelimesinde “ ma” kelimesinin lâfzına itibarla zamir (müfred) müzekker, mânâsına itibarla da” zahr” kelimesi çoğul kılınmıştır. 15Öyle iken, tuttular ” melekler Allah'ın kızlarıdır“ diyerek kullarından O'na bir cüz isnad ettiler. Çünkü çocuk babanın bir cüzü, parçasıdır. Oysa ki, melekler Allah'ın kullarıdır. Gerçekten bu inançta olan insan, küfrü apaçık nankördür. Apaçık bir kâfirdir. 16Yoksa O, yarattığı varlıklardan kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi tahsis edip ayırdı? Öyle ki, önceki sözünüz bunu icab etmektedir. Bu da münker olan sözlerdendir. Âyet-i kerîme’de geçen ”em “inkâr ifade eden hemze mânâsını taşımaktadır. Burada kavi mukadderdir: “ etekulune “ (böyle mi diyorsunuz? ) 17Halbuki onlardan biri Rahmân'a kızlar isnad etmek suretiyle isnad ettiği benzer ile - (benzer denildi) çünkü çocuk babaya benzer- kendisi müjdelense, kendi adına doğan kız çocuğu onlardan birine haber verilince, yüzü üzüntüsünden değişerek simsiyah kesilir de gam ve öfke dolu bir şekilde yutkunup kalır, öyleyse kızları ona isnad etmesi nasıl olur? Allahü teâlâ bundan yücedir, münezzehtir. 18Yoksa zinet içinde yetiştirilen, halbuki dâvâd a delilini açıklayamayanı mı? (Allah'a benzer kılıyorlar? ) Çünkü o, kadın olması sebebiyle delinini açıklamaktan zayıftır. Âyet-i kerîme’de geçen ”eve “ Terkibindeki hemze inkâr içindir. “Vav “ise cümle için atıf görevi yapmaktadır. onlar Allah'a mı (benzer) kılıyorlar? 19Rahmân'ın kulları olan melekleri dişi yaptılar. Yaratılışlarına şahid mi hazır mı idiler? Onların meleklerin kızlar olduğuna dair bu şahitlikleri yazılacak ve âhirette kendilerine bunun hesabı sorulacak ve bu şehadetlerine azâb tertip edilecektir. 20Bir de: “ eğer Rahmân dileseydi biz onlara meleklere tapmazdık. Demek ki, bizim onlara tapmamız Allahü teâlâ nın dilemesiyle olmuştur. O da bu işten razıdır“ dediler. Onların meleklere tapılmasına, Allahü teâlâ'nın rıza göstermesine dair söylemiş oldukları bu hususta hiç bir bilgileri yoktur. Onlar ancak bu hususta yalan söylüyorlar. Bu konuda kendilerine azâb tertip edilecektir. 21Yoksa biz, onlara bundan evvel Kur’ân'dan önce, Allah'dan başkasına ibâdet edileceğine dair bir kitap vermişiz de ona mı tutunuyorlar? Hayır! Böyle bir şey vuku bulmuş değildir. 22Hayır! Onlar şöyle demişler: “Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izinden yürüyoruz ve onlara uyanlarız ki, onlar da Allah'dan başkasına tapıyorlardi “ 23Yine böyle! Biz senden önce hiç bir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın refah sâhibi varlıklı kimseleri senin kavminin dediği gibi “ Biz, atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların izlerine uyarız “ demiş olmasınlar. 24Onlara de ki, (dedi): “Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirmişsem de mi ona uyacaksınız? Onlar“Biz hakikaten sizin gönderildiğiniz sen ve senden öncekilerin gönderildikleri şeylere küfrediyoruz “ dediler. 25Allahü teâlâ onları korkutarak“ Bunun üzerine biz de onlardan senden evvelki peygamberleri tekzib edenlerden intikam aldık. Bak yalanlayanların sonu nasıl oldu? 26Hatırla ki, bir vakitler İbrâhîm, babasına ve kavmine demişti ki, “Ben, sizin taptıklarınızdan uzağım.“ berîyim. 27Ancak beni yaratan müstesna! Çünkü O, beni doğru yola erdirecektir. “ W***28Bu sözü, “Ben Rabbime gidiciyim. O, beni doğru yola eriştirecektir. “sözünden anlaşılan kelime-i tevhidi, zürriyeti içinde baki kalan bir kelime yaptı. Dolayısıyla onların içinde Allah'ı birleyenler daima bulunur. Belki, onlar Mekke halkı üzerinde bulundukları dinden ayrılıp İbrâhîm'in dinine dönerler diye. 29Doğrusu ben, bunları bu müşrikleri ve atalarını, kendilerine hak Kur’ân ve onlara şeriatla ilgili hükümleri açıklayıcı bir peygamber -ki, o da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir- gelinceye kadar faydalandırıp cezalarını vermedim. 30Hak Kur’ân kendilerine geldiğinde ise, “ Bu bir sihirdir. Biz buna inanmayız “ dediler. 31Şunu da söylediler: “ Bu Kur’ân, şu iki şehirden onlardan harhangi birinden bir büyük adama Mekke'de Velid b. Muğire veya Taif’te Urve b. Mes'ud es-Sakafi'ye indirilseydi ya! 32Rabbinin rahmetini peygamberliği onlar mı paylaştırıyorlar? Onların bu dünya hayatındaki geçimlerini biz taksim ettik. Buna göre bir kısmını zengin, bir kısmını ise fakir yaptık. Bir kısmını da zenginlik vermek suretiyle derecelerle diğerlerinin üstüne çıkardık ki, bazısı zengin bazısını fakiri ücretle çalıştırıp istihdam edebilsin. Rabbinin rahmeti cenneti ise, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Âyet-i kerîme’de geçen “suhriyyen” kelimesindeki ”ya “ nisbet ya'sıdır. Âyet-i kerîme’de geçen “suhriyyen” kelimesi sin'in kesresiyle de okunmuştur. 33Eğer insanlar küfre sapan bir millet hâline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahmân'ı inkâr eden kimselerin evlerinin tavanlarını, üzerinden yukarı tarasa çıkacakları basamak şeklinde merdivenleri için gümüşten tavanlar kılardık. Âyet-i kerîme’de geçen “sekfen” kelimesi ”limen“ den bedeldir. “sekfen” kelimesi ise çoğul olarak sin'in ve kafın zammesiyle de okunmuştur. 34
Âyetin tefsiri için bak:35 35Odalarının kapılarını, üzerine yaslanacakları tahtları gümüşten ve altından yapardık. Bunun mânâsı şudur: Bu anlatılanları kâfire vermekle mü'minin küfre dönmesinden korkulmasaydı, elbette bunları kâfire verirdik. Çünkü dünyanın bizce kıymeti yoktur. Ve ayrıca kâfirin âhiretteki nimetlerden hiç bir nasibi olmayacaktır. Bütün bunlar, dünya hayatının geçici metâ'ından başka bir şey değildir. Bunlarla dünya hayatında istifade edilir. Sonra yok olup gider. Rabbinin katında âhiret cennet, takva sahipleri içindir. Âyet-i kerîme’de geçen “sürur” kelimesi Serer'in çoğuludur. “ İn“ ise şeddeli inne'den tahfifletilmiştir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ Lema” kelimesindeki “ ma “ şeddesiz okununca zâittir. Şeddeli okununca”lemma “ illa mânâsında olup “İn“ ise menfilik ifade eden bir edattır. 36Her kim Rahmânın zikrinden Kur’ân'dan göz yumar yüz çevirirse biz ona bir şeytan Mûsallat eder sebep kılarız. Artık onun kendisinden ayrılmaz bir arkadaşıdır. 37Ve şüphesiz bunlar şeytanlar onları o Kur’ân'dan yüz çevirenleri yoldan hidayet yolundan çıkarırlar. Onlar da kendilerini hidayete ermiş sanırlar. Âyet-i kerîme’de geçen “ men” kelimesinin (ihtiva ettiği geniş) mânâsı dikkate alınarak zamirlerin hepsi de çoğul olarak getirilmiştir. 38Nihayet göz yuman arkadaşı ile birlikte Kıyâmet gününde bize geldiği vakit, şeytanına, “keşke seninle benim aramda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı!.. doğu ile batı arasındaki mesafe uzakkğı kadar olsaydı!.. Sen benim için ne kötü arkadaşmışsın. “ der. Âyet-i kerîme’de geçen “ya”Tenbih içindir. 39Bunun üerine Allahü teâlâ şöyle buyurur: “ Bu temenniniz ve pişmanlığınız bugün size Kur’ân dan göz yumanlara asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz, dünyada şirk koşmak suretiyle yaptığınız zulüm (bugün) size aşikâr oldu. Arkadaşlarınızla birlikte hepiniz azapta ortaksınız!“ Âyet-i kerîme’de geçen “ İnneküm“ cümlesi lâm harf-i cerrinin takdir edilmesiyle pişmanlığın fayda vermeyeceğini ifade eden bir illettir (gerekçedir) “iz “ise ” el-yevm“ den bedeldir. 40O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir şaşkınlık içinde bulunanlara sen mi yol göstereceksin? neticede onlar îman etmezler. 41Şayet onlara azap gelmeden önce senin canını almak suretiyle seni alır götürürsek, hiç şüphesiz biz onlardan âhirette intikam alırız. Âyet-i kerîme’de geçen “ İmma”Terkibinde İn'i şartiyyenin nun'u zait olan“ ma “ya idgam edilmiştir. 42Yahut onlara vaad ettiğimiz azâbı hayatında sana mutlaka gösteririz. Biz elbette onlara azap etmeye kadiriz. 43Onun için sen, sana vahyedilene Kur’ân'a sarıl. Çünkü sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. 44Muhakkak ki, O, ( Kur’ân ) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir. Çünkü Kur’ân Kureyş diliyle inmiştir, ileride onun hakkını yerine getirmekten sorulacaksınız..... 45Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor. Biz Rahmân’dan başka ibâdet edilecek ilâhlar yapmış mıyız? Bir görüşe göre bu ifadeler yorumsuzdur. Şöyle ki, bütün peygamberler İsra gecesinde Peygamberimiz için bir araya gelmişlerdir. Bir görüşe göre ise, bundan maksat (Peygamberlerin kendilerine değil) onların ümmetlerine her iki ehli kitaba sor! İki görüşten birine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sormadı. Çünkü sual ile ilgili emirden maksat, Kureyş müşriklerine, Allah'dan gelen hiç bir peygamberin ve hiç bir kitabın Allah'dan başkasına tapılacağı inancını getirmediğini ikrar ettirmektir. 46Yemin olsun! Biz Mûsa'yı mu'cizelerimizle Fir’avun'a ve kavmine Kıptiler'e gönderdik de O, “Ben, âlemlerin Rabbinin peygamberiyim!“ dedi. 47Onlara peygamberliğini gösteren mu'cizelerimizle varınca, bir de ne görsünler onlar bu mu'cizelere gülüyorlar. 48Onlara gösterdiğimiz azap mu'cizelerinden her bir mu'cize, mutlaka diğerinden kendisinden öncekinden daha büyüktü. Meselâ çekirge ve tufan gibi ki, evlerini su basmış oturanların boğazına kadar ulaşmıştı. Yedi gün devam etti. Belki inkârlarından dönerler diye, onları azap ile tuttuk. 49Onlar azâbı ne zaman ki, gördüler. Mûsa'ya, “ ey büyücü! Ey mahir âlim! Çünkü onların nazarında sihirbazlık büyük bir ilimdi, (onun için bu şekilde hitabta bulundular) Eğer îman edersek üzerimizden azâbı kaldıracağına dair sana olan vaadi gereğince bizim için Rabbine dua et. Azâbı kaldırınca biz artık doğru yola kavuşturulmuş olacağız, îman etmiş kimseler olacağız “ dediler. 50Fakat biz Mûsa'nın duası hürmetine onlardan azâbı kaldırınca hemen onlar sözlerinden dönüverdiler ve inkârlarına ısrar eder oldular. 51Fir’avun övünerek kavmi içinde söyle seslendi: “ ey kavmim! Mısır'ın saltanatı ve altımdan köşklerimin altından akıp giden şu ırmaklarbenim değil mi? Hâlâ benim büyüklüğümü görmüyor musunuz? 52Aksine görüyorsunuz buna göre ben, nerede ise meramını anlatamayan şu hakir zayıf adamdan Mûsa'dan daha hayırlıyım. Mûsa (aleyhisselâm) küçüklüğünde ağzına bir kor aldığı için dilinde teleffuz bakımından bunun izi kalmıştı. (İşte Fir’avun buna işaret ediyordu.) 53Eğer o dediğinde doğru ise üzerine altun bilezikler atılmalı, yahut kendisiyle beraber birbiri ardınca doğruluğuna şahitlik eden melekler gelmeli değil miydi? Nitekim Kiptiler reis yapacakları adama (reislik alâmeti olarak) altın bilezikler ve bir altın kolye takmak adetleriymiş. Âyet-i kerîme’de geçen “ esavir” kelimesi Esvire'nin çoğuludur. Eğribe gibi. Esvire ise sivar'in çoğuludur. 54Böylece Fir’avun kavmini küçümsedi. Kavmini tahrik etti (kışkırttı). Onlar da Fir’avun’un istediği, Mûsa'yı yalanlama işinde kendisine itâat ettiler. Çünkü onlar fasık bir kavim idiler. 55Ne zaman ki, bizi gazâblandırdılar, biz de kendilerinden intikam aldık. Ve hepsini birden boğduk. 56Bu suretle onları sonrakilere onların durumlarını örnek alan kendilerinden sonra gelen kimselere ibret olmaları için bir geçmiş ve örnek kimseler yaptık ki, sonradan gelenler onların yaptıklarının aynısını yapmaya kalkışmasınlar. Âyet-i kerîme’de geçen “selef kelimesi salif in çoğuludur. Haldim ve Hedim gibi. Selef geçmiş önderler demektir. 57Meryem'in oğlu misal verilince, “siz ve Allah'ı bırakıp taptığınız putlar cehennem odunusunuz “ âyeti inince, müşrikler, “Biz, ilâhlarımızın Îsaile beraber olmasına razıyız. Çünkü Allah'dan başka ona da tapılmıştır. “ dediler. Senin kavmin müşrikler bundan duydukları bu misalden sevinip gülüyorlar. 58Ve “ Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlı yoksa O mu? Îsa mı? Biz, ilâhlarımızın onunla birlikte olmasına razıyız “ dediler. Bunu bu meseli sana sırf bâtıl bir mücadele olmak için misal verdiler. Çünkü onlar pekâlâ biliyorlar ki, âyette geçen “ ma” kelimesi akıl sâhibi olmayan nesneleri kapsamaktadır. Buna göre Îsa (aleyhisselâm)'ı kapsamına (içine) almıyor. Doğrusu onlar çok husumetçi bir kavimdirler. 59O Îsa, ancak kendisine Peygamberlik nimeti verdiğimiz ve kendisini babasız yaratmakla İsrâîl oğullarına örnek (Babasız doğuşundaki) görülmemiş şey sebebiyle darb-i mesel şeklinde kıldığımız bir kuldur. Ki, bununla Allahü teâlâ nın dilediği her şeye gücünün yeteceğine delil getirirler. 60Eğer dileseydik size bedel elbet yeryüzünde sizi yok etmek suretiyle yerinize geçecek melekler yaratırdık. 61Gerçekten o Îsa gökten inişiyle Kıyâmetin bilinen bir alametidir. Onun için sakın Kıyâmet hakkında şüphe etmeyin! Onlara de ki: Tevhid üzere bana tâbi olun! Size emretmekte olduğum bu şey doğru bir yoldur. Âyet-i kerîme’de geçen “ Temterune “ fiilinde cezimden dolayı ref nun'u, iki sakinin bir araya gelmesinden dolayı da, zamir vav'ı hazfedilmiştir. 62Sakın şeytan sizi Allah'ın dininden çevirmesin. Muhakkak o, size apaçık bir düşmandır. Düşmanlığı apaçık ortadadır. 63Îsada mu'cizeleri ve İncîlin şeriatlarını getirdiği zaman (şöyle) demişti: ” Ben size hikmetle peygamberlik ve İncîlin şeriatlarıyla ve din ve dünya işlerinden ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmı olan Tevratın hükümlerini açıklayayım diye geldim. Ve onlara (dünya işlerini değil sadece) din işlerini açıklamıştır. Binaenaleyh Allah'tan korkun ve bana itâat edin. 64Şüphe yok ki, Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin. Bu doğru bir yoldur. 65Sonra Îsahakkında aralarından partiler (çıkıp) (Haşa) O Allah'mıdır yoksa Allah'ın oğlu mudur ya da üçün üçüncüsü müdür? şeklinde ihtilâf ettiler. Onun için acıklı elem verici bir günün azâbından vay Îsahakkında söyledikleri sözlerden dolayı küfre düşüp zulmedenlerin hâline onlara azap olsun. Âyet-i kerîme’de geçen “Veyl” kelimesi azâb ifada eden bir kelimedir. 66Onlar geliş vaktini önceden farkında değillerken ansızın kendilerine geliversin diye Kıyâmetin kopmasını mı bekliyorlar? Mekke kâfirleri ancak bunu bekliyorlar. Âyet-i kerîme’de geçen ”en-te'tiyehum “ Terkibi ”essa't” kelimesinden bedeldir. 67Dünyada ma'siyet üzerinde ahbablaşan dostlar, o Kıyâmet gününde birbirlerine düşmandırlar. Yalnız Allah için sevişip O'na itâat uğrunda dost olan takva sahipleri müstesnadır. Çünkü onlar sadık dostlardır. Âyet-i kerîme’de geçen “yevmeiz “Âyetin ilerisine tealluk etmektedir 68
Âyetin tefsiri için bak:69 69Kendilerine şöyle denilir ”ey benim Kur’ân âyetlerime îman edip de müslüman olan kullarım, bugün size hiç bir korku yoktur. Siz mahzun da olmayacaksınız. Âyet-i kerîme’de geçen ”ellezîne-Amenü“ “İbad” kelimesinin sıfatıdır. 70Sevinç ve ikrama mustağrak olduğunuz hâlde siz ve zevceleriniz hanımlarınız cennete girin. Âyet-i kerîme’de geçen ”entüm” kelimesi mübteda, “ Tuhberune “ise haberidir. 71Onların etrafında altın tabaklar, tepsiler ve kadehlerle, sürahilerle dolaşılır, orada. Zevk ve lezzet almak için canlarının istediği, bakmak için gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve kendilerine: Siz, içinde ebedî kalacaksınız. Yetmiş birinci âyeti kerîme’de geçen ”ekvab” kelimesi Kub'un çoğuludur. Kub ise; kulpsuz kap demektir ki, içen kimse dilediği yerden içebilsin. 72İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur. 73Burada sizin için bol bol meyveler vardır. Onlardan onların bir kısmından yersiniz “ denilir. Yenilen her meyvenin yerine, bir başkası getirilir. 74Muhakkak ki, kâfirler, cehennem azâbında ebedî kalacaklardır. 75Kendilerinden azap hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsiz bir şekilde susacaklardır. 76Biz, onlara zulmetmedik. Lâkin onlar, zâlimlerin ta kendileriydiler. 77(Şöyle) çağrışacaklardır: “ ey Mâlik! -Mâlik cehennemin bekçisidir- Rabbin bizi öldürsün“O da, bin sene sonra “siz devamlı azapta kalacaksınız “ der. 78Allahü teâlâ buyurur ki: Ey Mekke halkı Yemin olsun, biz size peygamberin lisanı üzere hakkı getirdik. Lakin çoğunuz haktan hoşlanmayanlardınız. “ 79Yoksa onlar Mekke kâfirleri, Hazreti Peygamber Muhammed'e tuzak kurma hususunda işi sağlam mı tutmuşlar? İşte biz de onları helâk etme hususundaki hilemizi sağlam tutan muhkem yapanlarız. 80Yoksa biz, onların başkalarına verdikleri sırlarını ve aralarında yaptıkları fısıltılarını işitmez miyiz sanıyorlar? Hayır! Hepsini işitiyoruz. Hem de resûllerimiz yanlarındadır. Hepsini yazıyorlar. 81De ki: “faraza Rahmân'ın çocuğu olsaydı ben o çocuğa tapanların ilki olurdum. Lakin Allahü teâlâ'nın herhangi bir çocuğu yoktur ve o çocuğa tapmak da söz konusu değildir. 82Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın ve Kürs'in de Rabbi, onların söylediklerinden O'na nisbet ettikleri çocuk edinme yalanından münezzehtir. 83(Şimdilik) Sen bırak onları. Ta o günde azâb ile vaad olundukları günlerine kavuşturuluncaya kadar -ki, o da Kıyâmet günüdür- boş işlerine dalsınlar, dünyalar ile de oynasınlar. 84O, gökte ilâh, yerde de ilâhtır. İbâd et edilendir. O, yarattıklarının işlerini yönetmede hikmet sâhibi ve onların faydalarına olan şeyleri hakkıyla bilendir. Âyet-i kerîme’de geçen "Fis-semâi ilâh" “ lâfze-i celâl, iki hemzenin tahkiki, birincisinin iskatı ve ya şeklinde teshil ile okunmuştur. Âyet-i kerîme’deki her iki zarf (ma’bûdun mânâsını ifade eden) mâ-ba’di (olan ilâh kelimesi) ne tealluk etmektedir. 85Göklerle yerin ve aralarındakilerin mülkü kendine âit olan (Allah) ne yücedir.....Kıyâmetin ne zaman kopacağı ilmi de O’nun katındadır. Hepiniz ancak O'na döndürüleceksiniz. Âyette geçen “ Turce'un“ fiili ya ile de okunmuştur. 86O'nu Allah'ı bırakıp da taptıkları siz kâfirler taptığınız şeyler, hiç kimseye şefâat etmeye sahip değillerdir. Ancak Hakka”lâilâhe illâllah“ deyip de dilleriyle söyledikleri bu söze bizzat kalpleriyle bilerek şehadet edenler müstesna. Bunlar da, Îsa ve Uzeyr (aleyhisselâm) ile meleklerdir. Zira bunlar mü'minlere şefâat edeceklerdir. 87Yemin olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan mutlaka “ Allah“ diyeceklerdir. Öyle ise, nasıl olup da Allah'a ibâdet etmekten çevriliyorlar? Âyet-i kerîme’de geçen “ Leye’kulünne “ fiilinden ref nun’u ile zamir vav’ı hazfedilmiştir. 88Onun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ”ey Rabbim“ demesi hakkı için; Muhakkak ki, onlar, îman etmez bir kavimdirler. Âyet-i kerîme’de geçen “ kılihı “kelimesi mukadder bir fiil ile Kale fiili ile Mensûb olmak üzere mef ul'u mutlaktır. 89Allahü teâlâ buyurur ki, “Şimdi sen onlardan yüzçevir “size “selâm “olsun de. Bu emir cihad ayetiyle neshedilmiştir. Onlar ileride bileceklerdir. Bu onlara bir tehdittir. Âyette geçen “ye'lemune “ fiili, “ Ta “ ile de okunmuştur. |
﴾ 0 ﴿