51- ZÂRİYÂT SÛRESİ

Mekke devrinde nâzil olup, 60 Âyet-i kerîmedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm

1

Esip-savuranlara, toprak ve başka şeyleri savuran rüzgârlara,

Âyet-i kerîme’de geçen “zerven” lâfzı masdar (mef’ûl-ı mutlak) dır. Estirmek mânâsında, ikinci babdan” Tezrîhi zeryen“ şeklinde de kullanılmaktadır.

2

Yükünü yüklenenlere, yağmur yüklü bulutlara,

Âyet-i kerîme’de geçen “Vikran” lâfzı, “ el-Hâmilâti “ nın mef’ûlüdur.

3

Kolayca akıp gidenlere, su yüzünde kolaylıkla akıp giden gemilere,

Âyet-i kerîme’de geçen “yüsren” lâfzı masdar olup hâl tevilindedir. Takdiri “müyessereten“ şeklindedir.

4

İşi ayıranlara, kullar ve şehirlerarasında rızıkları ve yağmurları taksim eden meleklere yemin olsun ki,

5

Sizin vaadiniz onların öldükten sonra tekrar dirilme ve diğer konulardaki vaad olunmaları hakikaten doğrudur, doğru bir vaaddir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İnne ma.....” lâfzındaki “ ma “ masdariyyedir.

6

Ve din, hesabın ardından ceza, başka çaresi yok, mutlaka gerçekleşecektir.

7

O düzgün hâreli yollara sahip semaya, tıpkı kumdaki yollar gibi bizzat yaratılış itibariyle yollara sahip gökyüzüne yemin olsun ki,

Âyet-i kerîme’de geçen ”el-Hubük” lâfzı, “ habîketün” kelimesinin çoğuludur. Tıpkı, “ Tarikatün”Ve “ Turukun“ gibi.

8

Muhakkak siz ey Mekkeliler! Peygamber (aleyhi’s-salâtü ve's-selâm) ve Kur’ân konusunda ihtilâflı bir sözde bulunuyorsunuz. (Hazret-i Peygamber için): “Şairdir, sihirbazdır, kâhindir“ (Kur’ân için): “Şiirdir, sihirdir, kehanettir”yorumları yapıldı.

9

Ondan, Peygamber (aleyhi’s-salâtü ve's-selâm)'den ve Kur’ân'dan ona îman etmekten, Allahü teâlâ'nın ilminde hidayetten döndürülen kimseler döndürülür.

10

Kahrolsun o koyu yalancılar, lânet olsun o ihtilâflı sözleri sarf eden yalancılara!

11

Onlar koyu bir cehalet içindedirler, kendilerini çevreleyen bir cehalet içindedirler, sehiv halindedirler, âhiret hallerinden gafildirler.

12

 “O ceza günü ne zaman? ” ne zaman gelecekmiş? ” diye alayvâri bir tavırla Peygambere soruyorlar.

13

Onlara verilecek cevap şudur: O, onların ateş üzerine meftun olacakları ateşte azap görecekleri gün gelecektir. Ve azap gördükleri bir sırada kendilerine:

14

 “ Tadın bakalım fitnenizi, azaplandırılmanızı! Sizin dünyada iken istiHazret-ia gayesi ile acele istediğiniz işte bu azaplandırılmanızdır. “ denilecek.

15

Şüphesiz ki, takva sahipleri cennetlerde, bahçelerde ve bu bahçelerde akan pınarlarda olacaklardır.

16

Rablerinin sevap olarak kendilerine bahşettiğini almış oldukları hâlde. Çünkü onlar, bundan Cennete girmelerinden önce dünyada ihsan sâhibi idil

Âyet-i kerîme’de geçen “ Ahizîne ” lâfzı, “İnen“ nin haberindeki zamirden hâldir.

17

Onlar gecenin pek azında uyurlardı. gecenin pek az bir bölümünü uykuyla, çoğunu ise namaz kılarak geçirirlerdi.

Âyet-i kerîme’de geçen “ ma” zâide, “yehcaûne “ “kâne “ nin haberi, “kalîlen“ de zarftır.

18

Seher vakitlerinde de onlar istiğfar ederlerdi, “Allah'ım! Günahlarımızı bağışla!“ derlerdi.

19

Onların mallarında dilenen ile iffetli olmayı tercih edip dilenmeyen mahrum için bir hak vardır.

20

Yerde de, kesin iman edenler için dağlar, denizler, ağaçlar, meyveler, bitkiler vs. şeyler gibi âyetler, noksan sıfatlardan münezzeh Allahü teâlâ'nın kudretini ve O’nun birliğini gösteren deliller vardır.

21

Kendi nefislerinizde de aynı şekilde- daha ilk yaratılışınızdan kemal bulduğu noktaya kadar ve fiziksel yapınızın oluşumunda yer alan fevkalâd eliklere uzanan bir çok âyetler vardır. Görmüyor musunuz bütün bunları ki, bu sayede bunların yaratıcısına ve O’nun kudretine delil bulmuş olasınız?

22

Gökyüzünde de rızkınız neticesi rızıktan ibaret olan yağmur ve vaad olunduğunuz şey, âhiret, sevab ve ceza vardır. bütün bunlar gökyüzünde yazılıdır.

23

İşte o gökyüzünün ve yerin Rabbine yemin olsun ki, o size vaad olunan şey, sizin konuşmanız gibi bir hakikattir.

 Hak olması itibariyle tıpkı sizin konuşmanız gibidir, sizden sadır olması zorunluluğu karşısında nezdinizde malûm oluşu ile aynıdır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ mislü “ lâfzı, merfû’ ve meftuh olarak okunmuştur. Merfu okununca kendisi sıfat, ma da zâidedir. Meftuh okununca ise Ma ile beraber mürekkeb olarak okunmuştur.

24

Sana -Buradaki hitab Hazret-i Peygamber (aleyhi’s-salâtü ve's-selâm)'edir. İbrâhîm'in şerefli misafirlerinin kıssası geldi mi? Bunlar; on iki, on veya üç melekten ibaret olup biri Cibrîl idi.

25

O vakit İbrâhîm'in yanına girmişler de ”selâm“ bu sözü demişlerdi. İbrâhîm de ”selâm“ bu sözü demişti. “ Bunlar yabancı bir topluluk, biz onları tanımıyoruz “ hazret-i İbrâhîm bunu içinden söylemişti.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İz “ lâfzı, ” şerefli misafirler “kıssasına zarftır. Ayrıca âyetin devamındaki ” kavmün” lâfzı, mukadder bir mübtedanın haberidir. Takdiri: ” Hâülâi “ şeklindedir.

26

Hemen gizlice ailesine giderek semiz bir dana kebabı getirdi. Hûd sûresinde “İclin Hanizin” kızartılmış dana eti getirdi “ şeklinde gelmiştir.

27

Onu önlerine koyarak ” Buyurmaz mısınız? ” dedi. Hazret-i İbrâhîm kendilerine nazik bir üslûpla yemelerini teklif etti, ancak onlar yemeğe icabet etmediler.

28

O vakit endişe duydu, içine bir korku peyda oldu. “korkma! Biz, Rabbinin elçileriyiz “ dediler ve onu bilgin, büyük ilim sâhibi bir oğul ile müjdelediler. Bu oğul, Hûd sûresinde de zikredildiği gibi Hazret-i İshak'dır.

29

Derken karısı Sâre bir çığlık içerisinde yöneldi bir sayha atar olduğu hâlde geldi ve yüzüne vurarak “Ben kısır, şu ana kadar hiç çocuk doğuramamış bir kocakarıyım!“ dedi. O sırada Hazret-i Sâre 99 yaşında, Hazret-i İbrâhîm 100 yaşında idi. Yahut (diğer bir rivâyete göre) Hazret-i İbrâhîm 120 yaşında, Hazret-i Sâre ise 90 yaşında idi.

30

Onlar, “İşte böyle tıpkı müjdeleme sırasında söylediğimiz gibi buyurdu Rabbin. Şüphesiz O, tasarrufunda yegâne hikmet sâhibidir, yarattıklarını hakkıyla bilendir.

31

İbrâhîm, “O hâlde vazifeniz nedir ey elçiler!“ dedi.

32

Elçiler “ Biz mücrim, kâfir bir kavme Lût'un kavmine gönderildik.

33

Ki, üzerlerine ateşle pişmiş çamurdan taşlar yağdıralım diye (gönderildik).

34

Bu taşlar Rabbin katında, kâfir olmakla beraber erkeklere cinsî yaklaşımda bulunmak suretiyle ileri giden topluluk için damgalanmıştır, her taşın üzerine kime atılacağı işaretlenmiştir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ İnde Rabbike ” lâfzı, “müsevvemeten ”e zarftır.

35

Neticede kâfirleri helâk edip oradaki, Lût kavminin karyelerindeki mü'minleri çıkardık.

36

Fakat orada bir evden başka müslümanlar dabulamadık. Bunlar da, Hazret-i Lût ile iki kızıydılar. Bunlar hem îman ile hem de İslâm ile mevsûfturlar. onlar, gönülleri ile tasdik eden, azaları ile de hayır ameller işleyen kimselerdi.

37

Ve orada kâfirleri helâk ettikten sonra acıklı azaptan korkan ve dolayısıyla onların yaptıkları işi yapmayan kimseler için bir âyet, onların helâk edildiklerine dair bir ibret nişanesi bıraktık.

38

Mûsa’da da Mûsa'nın kıssasında da bir ibret nişanesi kıldık.

Hani onu sultan-ı mübin ile apaçık bir delile bürünmüş olarak Fir’avun'a göndermiştik!

39

O, ise bütün direkleri ile, bütün orduları ile beraber -Çünkü ordular, Fir’avun nazarında bir evin direkleri gibiydiler- sırtını döndü, imandan yüz çevirdi ve Mûsa için, “O, bir sihirbaz, yahut bir delidir“ dedi.

40

Bunun üzerine biz de onu orduları ile birlikte yakaladık ve onları denize atıverdik de orada boğuldular. Bu esnada O Fir’avun kınanacak bir tavır içindeydi, peygamberlerimizi yalanlayıp ilâhlık iddia etmek gibi kınanmasını gerektirecek bir yaklaşım sergilemekte idi.

41

Âd kavminin helâk edilmesinde de bir ibret nişanesi kıldık. Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermiştik. Kısır rüzgâr; bereketsiz rüzgârdır. Çünkü bu rüzgâr yağmur taşımaz, ağaçları aşılamaz. Âd kavmini helâk eden rüzgâr, batı rüzgârı idi.

42

Öyle bir rüzgâr ki, üzerine uğradığı bir şeyi, canı veya malı mutlaka ufalanmış toz gibi savuruyordu.

43

Semûd kavminin helâk edilmesinde de bir ibret nişanesi kıldık. O vakit onlara, deveyi boğazladıktan sonra, “Bir zamana kadar yaşam süreleriniz tükeninceye kadar faydalanın“ denilmişti. Tıpkı: “yurdunuzda üç gün daha yaşayın“ mealindeki âyette olduğu gibi.....

44

Onlarsa Rablerinin emrine, bu emri yerine getirmeye karşı kibirlenmişlerdi. Bu yüzden üç gün geçtikten sonra bakıp dururlarken gündüzün ortasında kendilerini sâ'ıka öldürücü sayha yakalayıverdi.

45

Ne ayağa kalkabildiler, azâbın inişi sırasında ne kalkıp doğrulmaya güçleri yetebildi ne de kendilerini helâk eden zata karşı bir yardım gördüler.

46

Daha önce bu sözü geçen kavimleri helâk etmeden önce, Nûh kavminde de gökte ve yerde bulunan şeylerle onları helâk edilmelerinde de bir ibret nişanesi kılmıştık. Çünkü onlar fâsık bir kavım idiler.

Âyet-i kerîme’de geçen “Ve kavmi ” lâfzı, “semûde “ üzerine atfen mecrûr okunmakla beraber Mensûb da okunmuştur. Buna göre mânâ “Biz Nûh kavmini de helâk etmiştik“ şeklindedir.

47

Göğü kuvvetle biz kurduk. Ve muhakkak bizler güç ve kudret sâhibiyiz.

Âyet-i kerîme’de geçen ”eydin” lâfzı, güçlü ve kuvvetli mânâsına gelen“ Ade'r- Racüîü-Yaîdü “ kökünden, “mûsiûne ” lâfzı da; kudret ve kuvvet sâhibi oldu, mânâsına gelen“ Evsea'r-Racüiü “ kökünden gelmektedir.

48

Yeri de döşedik. Bak biz ne güzel döşeyicileriz!

49

Her şeyden çift çift, sınıf sınıf yarattık. Meselâ; erkek-dişi, gökyüzü-yeryüzü, güneş-ay, ova-dağ, yaz-kış, tatlı-ekşi, aydınlık-karanlık gibi. Düşünesiniz diye. Bu çiftleri yaratan zatın tek olduğunu bilip O'na kulluk edesiniz diye.

Âyet-i kerîme’de geçen “ min külli “ “ halakna'“ya tealluk etmektedir. Ayrıca âyetin devamındaki “ Tezekkerune ” lâfzının asıl sığasından iki Ta'dan biri hazfedilmiştir.

50

 “O hâlde hemen Allah'a kaçın. O'na itâat edip karşı gelmemek suretiyle azâbından sevabına kaçın. Gerçekten ben size O’nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım, uyarısı açık bir kimseyim.

51

Ve Allah ile beraber başka bir ilâh uydurmayın! Gerçekten ben size, O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcıyım “

 “Allah'a kaçın“ cümlesinden önce “Onlara söyle ” emri gizlidir.

52

Bunun gibi, bunlardan öncekilere de hiç bir Peygamber gelmemişti ki, “O, bir sihirbazdır, yahut bir delidir“ demesinler.

O kâfirlerin senin hakkında “Şüphe yok ki, sen bir sihirbazsın yahut bir delisin“ deyip de seni tekzib etmeleri, onlardan evvelki ümmetlerin bu sözlerle peygamberlerini tekzib etmeler ile aynı şeylerdir.

53

Bu sözü onların tamamı birbirlerine vasiyet mi ettiler? Buradaki istifham olumsuzluk içindir. Hayır! Onlar azgın bir kavimdirler. Onları bu sözlerinde birleştiren tek şey, azgınlıkları olmuştur.

54

Onun için sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin. Çünkü sen onlara peygamberliğini tebliğ ettin.

55

Sen hatırlat, Kur’ân la öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere, Allahü teâlâ'nın îman edeceklerini bildiği kimselere fayda verir.

56

Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım. Buna rağmen kâfirlerin ibâdet etmemeleri, bu gayeye zıt değildir. Çünkü gayenin illâki bulunması gerekmez. Bu tıpkı senin“ Bu kalemi, onunla yazmak için açtım “sözüne benzer. Nitekim sen o kalemle bazen yazmayabiliyorsun da.....

57

Ben onlardan ne kendim için, ne onların kendileri için ne de başkaları için bir rızık istemiyorum. Beni, kendilerini ve başkalarını doyurmalarını da istemiyorum.

58

Şüphesiz ki, rızık veren, güçlü, metin, kuvvet sâhibi olan ancak Allah'tır.

59

Hiç şüphe yok ki, gerek Mekkelilerden ve gerekse diğer insanlardan küfrederek kendi nefislerine zulmedenlere kendilerinden önce helâk olmuş arkadaşlarının payı gibi azaptan bir pay vardır. Şimdi şayet ben onları Kıyâmet gününe bırakır isem, benden acele (azâbı) istemesinler.

60

O tehdit edildikleri gün, Kıyâmet günü veyl olsun, en çetin azâb olsun o kâfirlere!

0 ﴿