54- KAMER SÛRESİ

Mekke devrinde nâzil olup, 55 Âyet-i kerîmedir.

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismi ile başlarım.

1

Kıyâmet yaklaştı ve ay Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir mu'cizesi olarak bir parçası Ebû Kubeys, diğeri de Kaykaân tepesine düşmek üzere iki parçaya ayrıldı. Ki, müşrikler bunu Peygamberimizden istemişlerdi. Bunun üzerine onlara: “ (Benim Peygamber olduğuma) şahit olunuz “ Buyurdu. Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir.

2

 Onlar Kureyş kâfirleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in elinden südûr eden bir mu'cize görürlerse yüz çevirip, “ Bu kuvvetli veya devam ede gelen bir büyüdür. “ derler.

Âyet-i kerîme’de geçen “ müstemmir” kelimesinin mânâsında iki görüş vardır. Kuvvet mânâsında olan el-mirre'den veya istimrar (devam) dan gelmektedir.

3

 Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanladılar ve hevalarına bâtıla uydular. Hâlbuki iyi ve kötü her bir iş için ehli olana, cennet veya cehennemde bir yer var.

4

Yemin olsun! Onlara kendilerini kötülükten önleyecek Peygamberlerini yalanlayan ümmetlerin helâk edilme haberlerinden nice önemli haberler gelmiştir.

Âyet-i kerîme’de geçen "Muzdecer" kelimesi ism-u masdar veya ism-i mekândır, "ma" ise ism-i mevsul veya mevsufedir. Âyet-i kerîme’de geçen "Muzdecer" kelimesindeki dal İftial babındaki ta'dan bedeldir. Izdecertuhu ve zecertuhu "sert bir şekilde onu uyardım." şeklinde kullanılmaktadır.

5

Tam bir hikmet. Fakat onlara uyarıcı kendilerini uyarıcı nitelikte olan işler fayda vermiyor.

Âyet-i kerîme’de geçen "Hikmet" kelimesi mahzuf mübtedanın haberi veya ma'dan veya muzdecer'den bedeldir. "Nuzür" kelimesi ise uyarıcı mânâsında olup Nezir'in çoğuludur. "Ma" nefî veya istifham edatıdır. Ma ikincisine binaen mukaddem meful olur.

6

O hâlde onlardan yüz çevir! Bu söz önceki sözün neticesidir ve bununla kelâm tamamlanmıştır. O çağırıcı İsrafil tanınmayan bir şeye şiddeti ve korkunçluğu yüzünden nefislerin tanımadığı görülmemiş bir şeye çağıracaktır. O da hesap görmedir.

Âyet-i kerîme’de geçen "Yevm" kelimesi nasbeden kendinden sonra gelen "Yahrucune" fiilidir. Âyet-i kerîme’de geçen "Nukur" kelimesi kâfin sükûnu İle de okunmuştur.

7

Gözleri korkmuş zelil olarak, korku ve şaşkınlıktan nereye gideceklerini bilmeyen dağılmış çekirgeler gibi insanlar kabirlerinden çıkarlar.

Âyet-i kerîme’de geçen "Keenne" cümlesi "Yehrucune" deki fail'den haldir. "Muhtiin" de aynı şekilde haldir.

8

Çağırana doğru boyunlarını uzatarak hızlıca koşarlar. İçlerinden kâfir olanlar: “ Bu çok zorlu bir gün kâfirler için çok zor“ derler. Nitekim Yüce Allah Müddessir sûresinde meâlen: “kâfirler için çok zor bir gündür“ Buyurmuştur.

9

Onlardan Kureyş'ten önce Nûh kavmi de yalanladı, kulumuz Nûh'u yalandılar da, “ deli “ dediler ve men edildi, sövmek ve buna benzer şeylerle onu azarladılar.

Âyet-i kerîme’de geçen "Kezzebet” fiili "Kavm" kelimesinin mânâsına binaen müennes olmuştur.

10

Nihayet o da, Rabbine niyaz ederek, “Ben mağlubum; Artık intikam (ını) al.

Âyet-i kerîme’de geçen "Enni" kelimesi mahzuf harf-i cerre binaen fetha okunmuştur.

11

Bunun üzerine biz de bardaktan boşanırcasına bol ve şiddetli bir tarzda yağmurla gök kapılarını açtık.

Âyet-i kerîme’de geçen "Fetehna" fiili şeddeli olarak da okunmuştur.

12

Yerden de fışkıran kaynaklar fışkırttık. Derken gök ve yer suyu ezelde takdir edilmiş bir işe binaen birleşti ki, bu da Nûh kavminin boğularak helâk olma işidir.

Âyet-i kerîme’de geçen "Âlâ emrin" haldir.

13

Biz, onu Nûh'u tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

Dusur: Tahtalara çakılan çivi ve benzeri şeylere denir. Müfredi disar'dır. Kitap vezni gibi.

14

Akar giderdi inkâr edilen Nûh (aleyhisselâm)'e bir mükâfat olmak üzere bizim gözlerimiz önünde, bizim nezaretimiz, muhafazamız altında akıp gidiyordu.

Âyet-i kerîme’de geçen "Cezâen" kelimesi mukadder bir fiil ile mansubdur. intikam için boğuldular. Âyet-i kerîme’de geçen "Kufire" fiiii malûm olarak da okunmuştur. onlara ceza olması için boğuldular.

15

Yemin olsun! Biz bunu bu tufan olayını onunla ibret alacaklar için bir ibret olarak bıraktık. bu haber yaygınlaşıp devam ede geldi. Ama bunu düşünen, ibret alan, bununla öğütlenen mi var?

Âyet-i kerîme’de yer adan "Muddekîr" kelimesinin aslı müztekir idi. "Ta" dal harfine ibdal edildi. Aynı şekilde zal da dal'a ibdal edildi ve dal da dala idgam edilmiştir.

16

 (Bak) Benim azâbım ve uyarım nasılmış.

Âyet-i kerîme’de geçen istifham takrir içindir. "Keyfe" ise "Kane"nin haberidir. Keyfe ise hal ve vaziyeti sormak için kullanılan bir edattır. Buradaki mânâ şudur: Nûh'u yalanlayan kimselere Allahü Teâlâ'nın azabının yerinde vuku bulacağına, muhatapları ikrar etmeye sevk etmektir.

17

Yemin olsun ki, Kur’ân’ı düşünmek (ve) ezberlenmesi için kolaylaştırdık. Ve onu düşünmek ve ibret almak için hazırladık. Fakat onu düşünen onunla öğütlenip onu ezberleyen var mı?

Âyet-i kerîme’de geçen istifham emir mânâsını taşımaktadır. onu ezberleyip onunla öğütlenin (öğütlerini dinleyin) Allah'ın kitaplarından, Kur’ân'dan başkası ezberden hıfzedilir (özelliğe sahip) değildi.

18

Âd kavmi de peygamberleri Hûd'u tekzip etti de bu yüzden azâba duçar oldular, işte benim azâbım ve uyarım başlarına gelmeden önce onlara yaptığım azâbla ilgili uyarım nasıl olmuş? tam yerinde oldu.

19

Başlarına gelen azâbı Yüce Allah meâlen şöyle açıkladı. Gerçekten biz, üzerlerine uğursuz (luğu) sürekli veya uğursuzluğu çok kuvvetli bir günde -ki, bu da o ayın son günü olan Çarşamba günü idi- çok gürültülü bir fırtına gönderdik.

20

İnsanların anlatılan bu durumları sanki onlar köklerinden sökülüp yere düşmüş hurma kütükleri kökleri imiş gibi yıkıldıkları yer çukurundan onları söküp atıyordu. Rüzgâr onları baş aşağı atıyor, boyunlarını kırıp başlarını bedenlerinden ayırıyordu.

Boyunlarının uzunluğundan dolayı hurma ağacına benzetildiler. Her iki yerde de âyet sonları dikkate alınarak bu surede "Nahl" kelimesi müzekker, el'hakke sûresinde "Nah-lun-Haviye" ise müennes olarak zikredilmiştir.

21

Bak nasıl oldu azâbım ve tehditlerim?

22

Yemin olsun ki, biz Kur’ân’ı (ezberlenmek ve) düşünmek için kolaylaştırdık. Ama düşünen var mı?

23

Semûd (kavmi) uyarıcıları kendisine îman edip ona uymadıkları takdirde peygamberleri Sâlih'in kendilerini uyarmış olduğu emirleri tekzib ettiler.

Âyet-i kerîme’de geçen "Nüzür" kelimesi uyarıcı mânâsında olup Nezir'in çoğuludur.

24

 “İçimizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz, ona uyduğumuz takdirde mutlaka sapıklık doğrudan uzaklaşma ve delilik içinde oluruz.

Âyet-i kerîme’de geçen "Beşer" kelimesi iştigal (kuralı) üzere mansubdur. "Minna" ve "Vahiden" kelimeleri "Beşer"in sıfatıdırlar. "Nettebi'u" ise Beşeren'i nasbeden fiili açıklayandır. İstifham ise menfi mânâda kullanılmıştır. ona nasıl uyabiliriz. Oysa bizler kalabalık bir cemaatiz. O ise aramızda tek amirlik yapamaz. biz ona uyamayız.

25

Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? ona vahyedilmemiştir. Hayır! O, bu anlatılan şeyler kendine vahyedildiğine dair sözünde aşırı yalancı kibirli bir şımarıktır. “ dediler.

Âyet-i kerîme’de geçen ”e-ulkiye “iki hemzenin tahkiki, aralarında elif getirmek ve getirmemekle birlikte iki vecih üzere ikinci hemzenin teshili ile okunmuştur.

26

Bunun üzerine Allahüteâlâ şöyle buyurdu: “yarın âhirette bilecekler, yalancı şımarık kimmiş! O mu yoksa onlar mı? Şöyle ki, Peygamberleri Sâlih'i tekzib etmeleri yüzünden azâb göreceklerdir.

27

Hakikat biz, onları sınamak imtihan etmek için o dişi deveyi onları imtihana tâbi tutmamız için istedikleri şekilde tümsek kayadan çıkarıp gönderenleriz. Ey Sâlih şimdi sen onları gözet yâni ne yapacaklarını ve de kendilerine neyin yapılacağını bekle gör ve onların eziyetlerine sabret.

Âyet-i kerîme’de geçen “ istebir“ fiilindeki ti harfi iftial babındaki ta'nın yerine gelmiştir.

28

Hem onlara haber ver kî, su deve ile aralarında taksim edilmiştir. Buna göre (su) bir gün onlara, bir gün deveye. Her su nöbetinde sudaki her payda (sâhibi) hazır bulunmuş olsun o kavim kendi günlerinde, deve de kendi gününde suya gelecek “ (dedik).

29

Bir müddet böyle devam ettiler. Sonra bıktılar ve deveyi öldürmeye karar verdiler. Nihayet onu öldürmesi için kudar namındaki arkadaşlarını çağırdılar. O da kılıcını alarak onunla deveyi kesti, onların görüşüne uyarak deveyi kesti.

30

Ama bak azâbım ve tehditlerim nasıl oldu? Başlarına gelmeden önce onları azâb ile uyarmam nasıl oldu? yerinde oldu.

31

Bunu Allahü teâlâ meâlen şöyle açıkladı. “ Biz onların üzerine bir sayha (kuvvetli ses) gönderdik. Neticede kuru ot ve ağıl çırpısı gibi oluverdiler. “muhtezir ”, davarlarını kurt ve yırtıcı hayvanlardan korumak maksadıyla, kuru ağaç ve dikenlerden ağıl yapan kimseye denir. Bu ağaç ve dikenlerden yere dökülüp ayakların ufaladığı şeylere de ” haşim ” denir.

32

Yemin olsun! Biz Kur’ân’ı düşünmek için kolaylaştırdık. Ama düşünen var mı?

33

Lût kavmi uyarıları Lût'un lisanı üzere kendilerini uyaran emirleri yalan saydılar.

34

Biz onların üzerine taşlar yağdıran bir rüzgâr gönderdik de helâk oldular. Hasib, bir tanesi avucu dolduracak kadar olmayan ufak taş demektir.

Yalnız Lût ailesini bunlar da iki kızı olup kendisi ile birlikte seherlerden bir seher vakti belirli olmayan bir günün sabah vakti kurtardık.

Âyet-i kerîme’de geçen “seher “kelimesinden belirli bir gün kastedilmiş olsaydı o zaman gayr-i munsarıf olurdu. Çünkü marife ve es-seher'den ma'dul'dur. Zira bu kelimenin marifelikteki durumu el takısı ile kullanılmasıdır. Bu çakıl taşlarının Lût ailesi üzerine gönderilip gönderilmediği konusunda iki ayrı görüş vardır. Birinci görüşe göre istisna muttasıl, ikinci görüşe göre de her ne kadar aynı cinsten de olsalar ibaredeki cevazdan dolayı munkatı olarak ifade edilmiştir.

35

Tarafımızdan bir nimet olarak bir ihsan ve ikram olarak! İşte biz mü'min olduğu hâlde nimetlerimize şükredenleri veya Allah'a ve Resûlüne îman edip de onlara itâat edenleri biz böyle bu şekil bir mükâfatla mükâfatlandırırız. Âyet-i kerîme’de geçen “ Ni'met” kelimesi mef’ûl'u mutlaktır.

36

Yemin olsun! Lût onları şiddetli azâbımızla kendilerini yakalayacağımızla da uyarmıştı, korkutmuştu. Fakat O’nun ihtarını cidal ile karşılayıp yalanladılar.

37

Ve and olsun! Onlar misafirlerine kötülük yapmayakastetmişlerdi. kendileriyle, misafirler suretinde gelen kavmin arasını serbest bırakmasını istediler ki, gelenlere o pis işi işleyecekler. Misafir suretinde gelenler ise meleklerdi. Biz de onların gözlerini silme kör ediverdik ve Cibrîl kanismiyle gözlerine bir silme vurmak suretiyle gözlerini çukursuz bir şekilde yüzün geri kalan kısmı gibi yapıverdik. Onlara “İşte azâbımı ve tehditlerimi ihtarımı ve tehdidimi netice ve sonucunu tadın“ dedik.

38

Yemin olsun! Belirli olmayan bir günün bir sabah vakti onları âhiret azâbına bitişik devamlı bir azâb bastırıverdi.

39

 “İşte tadın benim azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini. “

40

Yemin olsun ki, biz Kur’ân’ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. Ama düşünen mi var?

41

Yemin olsun! Fir'avun hanedanına kendisiyle birlikte kavmine de Mûsa ve Harun'un lisani üzere ihtar ve tehditler geldi. Ama ne yazık îman etmediler.

42

Doğrusu onlar, bütün mu'cizelerimizi Mûsa'ya verilen dokuz mu'cizeyi yalanladılar. Biz de onları kendisini hiç bir şeyin acze düşüremeyeceği çok kuvvetli ve kudretli bir zatın yakalayışıyla azâb ile yakalayıverdik.

43

Ey Kureyş! Sizin kâfirleriniz tâ Nûh kavminden başlayıp Fir’avun'a kadar süregelen bütün bunlardan daha mı hayırlıdır da bu sebeple azap olunmayacaklar? Ey Kureyş kâfirleri yoksa sizin için (ilâhi) kitaplarda azâbdan kurtulduğunuza dair bir berâet mi var?

44

Yoksa onlar Kureyş kâfirleri, “Biz Muhammed'den intikam almaya muktedir bir cemâatiz topluluğuz “mi diyorlar?

45

Ebû Cehil Bedir gününde, “Biz intikam almaya muktedir bir cemâatiz “ deyince şu âyet indi: Yakında o ordu bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. Nitekim Bedir'de bozguna uğrayıp Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara karşı muzaffer oldu.

46

Daha doğrusu onların asıl vaad olundukları azap vakti Kıyâmettir. Kıyâmet Kıyâmetin azâbı dünya azâbından daha belâlı, daha şiddetli acıdır.

47

Muhakkak ki, mücrimler dünyada öldürülmeleri suretiyle helâk ve âhirette şiddetli bir şekilde tutuşturulmuş kızıştırılmış ateş içindedirler.

48

O gün onlar, âhirette yüzleri üstü ateşte sürünecekler. Kendilerine, “ Tadın bakalım cehennemin size dokunuşunu“ denilir.

49

Gerçekten biz, bir takdir ile yaratmışızdır.

Âyet-i kerîme’de geçen “ külleşey'in“ mukadder bir fiil ile mansûbdur-ki, onu da “ heleknâ“ fiili açıklamaktadır. Ayrıca “Bi-kader “ câr-mecrûr'u kûl'den hâl'dir. her şeyi takdir edilmiş olarak yarattık. Âyet-i kerîme’de geçen “ külle “ Bir kırâatta mübteda olarak ref ile okunmuştur. Haberi ise ” heleknahu“ dur.

50

Varlığını murad ettiğimiz bir şey için bizim emrimiz ancak bir kezdir. Bir göz kırpması gibi hızlıdır. O da “Ol“ demekten ibarettir.

O da derhal oluverir, onun emri, bir şeyin olmasını dilediği vakit, ona sadece “Ol“ demektir. O da oluverir (Yasin: 82)

51

Yemin olsun! Biz sizin geçmiş ümmetler içinde küfürde benzerlerinizi helâk etmişizdir. Ama düşünen mi var?

Âyet-i kerîme’de geçen istifham emir mânâsındadır. hatırlayın ve öğüt alın!

52

Bununla beraber onların kulların yaptıkları hafaza meleklerinin defterlerinde yazılmıştır.

53

Ve küçük büyük günahın veya amelin hepsi Levh-ı Mahfûz'da yazılıdır.

54

Muhakkak takva sahipleri cennetler bahçeler de ve ırmaklar (başın) da.....

Âyet-i kerîme’de geçen “ Neher” kelimesinden cins kastedilmiştir (ve böylece “ cennat” kelimesine münasebeti sağlanmış oldu.) Âyet-i kerîme’de geçen “ Neher “kelimesi Nun ve ha'nın zammesiyle de okunmuştur. Esed ve Usud gibi. Mânâ şudur: Onlar cennet ırmaklarından su, süt, bal ve şarap içerler.

55

Hak meclisinde… o mecliste ne boş lâkırdı, ne günaha sokan bir şey vardır. Mânâ: onlar lâkırdı ve günaha sokan şeyden kurtulmuş olarak cennet meclislerinde bulunacaklardır, dünya meclisleri ise bunun aksinedir. Zira dünya meclislerinde bu gibi şeylerden kurtulmak çok azdır. Hiç bir şeyin kendini âciz bırakamayacağı muktedir bir Melîk mülkü çok yüce, geniş olanın huzurunda olacaklardır. O da Allahü teâlâ'dır. Buradaki “ ınde ” (maddi yakınlık olmayıp) Allahü teâlâ'nın fazl-u keremi olan rütbe ve manevî yakınlığa işarettir.

Âyet-i kerîme’de geçen “ mek'ad”ile cins isim kastedilmiştir. Çoğul olarak da Makâ’ıd şeklinde okunmuştur. “ fi mak'adi sıdkın“ ikinci haber ve bedel olarak da i'rablanmıştır. Bedel olunca bedel-i ba'z ve gayrısına (İştimal'e) de şâmildir. Yine Âyet-i kerîme’de geçen “ melik” mübalağa sigasıdır.

0 ﴿