76- İNSAN SÛRESİMekkedevrindenazilolup, 31âyetikerîmedir. Bismillâhirrahmânirrahîm 1İnsan Âdem (aleyhisselâm) üzerine uzun devirden kırk sene (gibi) birzaman geçti ki, o vakit o anılmaya değer birşey değildi. Bu zaman içinde Âdem çamurdan yapılmış, hatırlanmayan bir şeydi. Veya “ insan ”dan maksat cinstir. “müddet”ten maksat da anne karnında taşınma müddetidir. 2Hakikat biz insan cinsini karışık erkek ve kadın suyunun karışıp bir araya gelmesinden oluşan bir nutfeden yarattık. Onu mükellef kılıp deneyeceğiz, bu sebeple onu işitir, görür yaptık. “Nebtelihi “ cümlesi istinaf veya mukadder hâl cümlesidir, teklif ehli olunca onu imtihan etmeyi murad ediciler olduğumuz hâlde..... 3Biz ona yolu gösterdik. Peygamberler göndermek suretiyle biz ona hidâyet yolunu beyan ettik. İster şükreden mü'min olsun, ister nankör (kâfir). Âyet-i kerîme'de geçen “ Şâkir ve kefûr” kelimeleri mef’ûl'den hâl'dir. Mukadder olan şükür veya küfür halinde biz ona hidâyet yolunu açıkladık. “ İmmâ “ise hâl ve durumları tafsil etmek için kullanılan bir edattır. 4Çünkü biz, kâfirler için onunla yüzü-koyun cehenneme sürüklenecekleri zincirler, ellerinin zincirlerle boyunlarına bağlanacağı bukağılar ve onunla azâb çekecekleri, tutuşturulmuş veya bir kızgın ateş hazırladık. 5Muhakkak ki, iyi insanlar bunlar itâat eden kullardır kâfur katılmış bir kadehten içerler. Kâse, içinde şarap içeceği bulunan kaba denir. Âyet-i kerîme'de geçen Kâse'den maksat şarabdır. Hâl, mahallin ismi ile adlandırılmıştır. “min“ ise ba'z içindir. Âyet-i kerîme'de geçen ”ebrâr“ Berr kelimesinin çoğuludur. 6İçinde kâfur kokusu bulunan bir kaynaktır ki, ondan Allah'ın kulları dostları içerler, onu köşklerinden istedikleri yere akıtırlar, sevkederler. Âyet-i kerîme'de geçen “ Ayn“ “kâfur“ dan bedeldir. 7Allah'a itâat uğrundaki adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın yaygın olan bir günden korkarlar. 8Yemeğe olan sevgilerine ve açlıklarına rağmen yemeği fakir olan yoksula, babası bulunmayan yetime ve esire hak younda tutuklu bulunana yedirirler. 9“Biz size ancak Allah rızası için onun mükâfatını kazanmak için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık isteriz, ne de teşekkür! Bu âyet, yemek yedirmesinin sebebini bildirmektedir. Onlar bunu dilleriyle söylediler mi, yoksa Allahü teâlâ bunu onların kalplerinden biliyordu da bu sebeple mi onları övmüştür? Bu konuda iki görüş belirtilmiştir. 10Çünkü biz, Rabbimizden o günde yüzlerin asık olacağı, dehşetinden dolayı manzarası çirkin bed çehreli, bu yönde daha da asık suratlı bir günün azâbından korkarız “ (derler) 11Allah da onları o günün azâbından korumuş yüzlerine bir aydınlık ve güzellik, sevinç vermiştir. 12Günahlardan geri durup sabretmelerine karşılık da onlara girecekleri cennet ve giyecekleri ipek elbise ihsan eder. 13Orada zifafa hazırlanmış odalarda koltuklar üzerine yaslanırlar. Orada ne güneş görürler, ne de soğuk. Ne sıcak, ne de soğuk görürler. “zemherir “in ” ay “olduğu da söylenmiştir. Çünkü oradaki ” ay“ (dünyadakinin aksine) güneşsiz aydınlık verir. Âyet-i kerîme'de geçen “ muttekiîn“ mukadder olan” udhiluha “ fiilinin merfû’ olan zamirinden hâl'dir. “ Lâ yeravne “ise ikinci hâldir. 14Cennetteki ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış, meyveleri de bol bol önlerine konmuştur, öyle ki, ayakta olan, oturan ve yan üstü yatan onları kolayca alabilir. Âyet-i kerîme'de geçen “ dâniye ” kelimesi “ lâ yeravne/görmezler “ fiilinin mahalli üzerine atfedilmiştir. 15Onlara orada gümüşten billûr kaplar, kulpsuz kupalar kadehler dolaştırılır. 16Gümüşten billûrlar ki, onlar gümüşten olup cam gibi parlak içi dışından gözükecek niteliktedir. Su dağıtanlar içenlerin suya kanmalarına göre miktarını tayin etmişlerdir, ziyadesi, noksanı yoktur. Bu durum, daha çok lezzet verici bir içimdir. 17Orada kendilerine, zencefil katılmış bir kadeh şarab da içirilir. 18(Zencefil) orada bir pınardır. “selsebil“ ismi verilir, onun suyu Arapların zevkle içtiği boğazdan geçişi kolay olan zencefil gibidir. 19Etraflarında ebedî olarak taze kalan ihtiyarlamayan çocuklar dolaşır. Onları gördüğün vakit güzelliklerinden ve hizmete serpilmelerinden dolayı onları ipinde veya sedefinde saçılmış inci sanırsın. İncinin böylesi, böyle olmayana nazaran daha güzeldir. 20Orada her nereye baksan, cennette senin için görmek bulunsa anlatılmayacak bir bolluk ve sonu olmayan geniş ve büyük bir mülk görürsün. Âyet-i kerîme'de geçen “Raeyte “ “İza “ nın cevabıdır. 21Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır ve gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Başka bir Âyette altından bileziklerle süsleneceklerdir, buyurulmuştur. Bu şunu bildirmektedir ki, onlar her iki çeşitten aynı anda ve ayrı ayrı olarak süsleneceklerdir. İstebrek, kalın ipek elbise olup astarlardır. “sündüs “ise yaygılar demektir. Rableri onlara dünyadaki şarabın aksine temizlikte ve paklıkta son derece tertemiz bir şarab sunmaktadır. Âyet-i kerîme'de geçen “Aliyehum" zarfiyet üzere mansub olup kendinden sonra gelen mübteda'nın haberidir. Bir kıraatta ya'nın sükûnu ile okunup mübteda, maba'di ise haberi olur. Kendisine bitişen zamir ise ma'tufun aleyhim'e aittir. Âyet-i kerîme'de geçen “ hûdrun" merfu "İstebrek" ise mecrur okunmuştur. Bir kıraatta bunların aksine okunmuştur. Diğer bir kıraatta, her ikisi merfu, bir başka kıraatta ise her ikisi de mecrur okunmuştur. 22“İşte bu Naîm cenneti sizin mükâfatınızdır. Ameliniz makbul oldu. 23Gerçekten biz, Kur’ân’ı sana âyet âyet biz indirdik. Âyet-i kerîme'de geçen “Nahnu" "inne"nin ismini tekid etmektedir. Veya zamir-i fasıldır. "Nezzelna" cümlesi ise "İn-ne"nin haberidir. Onu toptan indirmeyip fâsıla fâsıla indirdik. 24O hâlde Rabbinin elçiliğini, tebliğle ilgili sana olan hükmüne sabret, onlardan kâfirlerden hiç bir suçluya veya nanköre boyun eğme. Utbe b. Rabia ile Velid b. Muğire'ye boyun eğme. Onlar ki, Peygamber 'e “ Bu işten vazgeç“ demişlerdi. Bununla birlikte her günahkâr ve kâfir kastedilmiş olabilir. Seni günah veya küfüre çağıran kim olursa olsun onlardan hiçbirine boyun eğme. İtâat etme. 25Sabah-Akşam sabah, öğle ve ikindide namaz içinde Rabbinin ismini an. 26Ve gecenin bir kısmında akşam ve yatsı namazında O'na secde et. Gecenin uzun bir bölümünde O’nu tesbih et. Geride de geçtiği gibi gecenin üçte ikisinde veya yarısında veya üçte birinde kalk nafile namaz kıl. 27Şüphesiz bunlar dünyayı severler. Ve önlerindeki o çetin günü Kıyâmet gününü bırakırlar. O gün için amel etmezler. 28Onları biz yarattık. Mafsallarını uzuvlarını da biz pekiştirdik. Dilediğimiz zaman onları yok edip onların yerine yaratılışta benzerlerini getiririz, yaratırız. Âyet-i kerîme'de geçen “ Tebdil” kelimesi âmiline te’kid etmektedir. “ İza” kelimesi ise, in yerinde kullanılmıştır. Misal; eğer O dilerse sizleri yok eder. Çünkü Allahü teâlâ bunu dilemedi. Dolayısıyla tebdil de vuku bulmadı. 29Muhakkak ki, bu sûre halka bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine doğru tâatla bir yol tutar. 30Mamafih Allah bunu dilemedikçe siz tâat üzere yol tutmayı dileyemezsiniz. Çünkü Allah yarattıklarını hakkıyla bilendir, yaptıklarında hikmet sâhibidir. Âyet-i kerîme'de geçen “ Teşaune “ fiili ya ile de okunmuştur. 31Dilediğini rahmetine cennetine koyar bunlar da mü'minlerdir. Zalimlere ise elem verici bir azap hazırlamıştır. Bunlar da kâfirlerdir. Âyet-i kerîme'de geçen ”ez-zâlimine ” kelimesini nasbeden mukadder olan“ E'adde “ fiilidir. Âyetin devamı bunu tefsir etmektedir. |
﴾ 0 ﴿