5

"Biz ancak Sana ibâdet (kulluk) eder ve ancak Senden yardım dileriz."

Bu âyetle, şimdiye kadar kullanılan gıyabî ifade üslûbundan hazıra hitap üslûbuna geçilmektedir. Bu, o makamın gereği olarak, yüksek bir belâgat, nazımda ve kelâmda üstün bir edebî sanat örneğidir. Çünkü ifadede bir üs lûptan diğerine geçmek, nefisleri celp etmek, gönülleri çelmek için daha etkilidir.

Kur’ân'ın diğer yerlerinde de, birtakım sırların ve meziyetlerin gereği olarak bu üslûp değişikliğine rastlanmaktadır.

Bu yüce hitap makamının, ibâdet ve yardim talebinin Cenâb-ı Allah'a tahsisine delâlet eden özel nüktelerden biri de şudur:

Bundan önceki âyetlerde Allah'a has en mükemmel temeyyüz ve tecelliyi gerektiren sıfatlar zikredildi. Şimdi bu âyetle gaybîlik, gizlilik, vicahta veya huzurda (yüz yüze) olma açıldığına çevrilmekte ve ikinci şahıs zamiriyle hitab edilmektedir. Bir de anılan âyetlerin mevcut nazmı bize, Yüce Allah'ım en kutsal varlık (zât-ı akdes) olarak yalnızlığını, Zâtı ile, bütün mâsivâdan (kendisinden başka her şeyden) ayrıldığını, Zâtı ve sıfatlarıyla birliğini, bütün varlıkların başlangıçta ve varlıklarını sürdürürken zât ve vücût ola) O'na muhtaç olduklarını bildirir.

İşte insan yukarıda söz konusu olan bu tafsilat ile tefekkür ettikten sonra burhan (delil) mertebesinden ayan (göz ile görme) mertebesine yükselmeli, gıyabî âlemden müşahede âlemine geçmek, mukaddes mahfillerde Mevlâsının huzurunda eğilmeli, kemâl-i tevazu ve zillet ile yalvarıp münâcât kapısını ezildik içinde çalarak:

Ey Zâtının ve sıfatlarının hâlleri böylesine yüce ve mükemmel olan Allah'ım' Bizler, ibâdetimizi ve yardım dileğimizi yalnız Sana has kılıyoruz. Zira senden başkası kim ve ne olursa olsun, buna lâyık değildir." demelidir.

Her hâlde Fatiha sûresinin, kulun Mevlâsına münacâtı ve kendini tamamen O'nun kulluğuna vermesi demek olan namazın bütün rek'atlerinde okunmasının vücûbunun sırrı bu olsa gerektir.

İbadet ve ubudiyetin mânâsı

İbadet, zillet ve alçak gönüllülüğün en yüksek derecesidir.

Bir görüşe göre de ibadet, Allah'ı razı eden işlerdir. Ubudiyet, Yüce Allah'ın tasarruflarına Rıza göstermek; istiâne ise yukarıda belirtildiği üzere yardım talep etmektir.

Tümleçlerin başka bir deyişle Sana, Senden kelimelerinin fiillerden önce zikredilmesi, daha önce belirtilen tahsis mânâsını ve ta'zim ile ihtimam anlamını ifade içindir. İbn Abbâs'a göre bunun anlamı "Senden başkasına ibâdet etmeyiz." demektir.

İstiânenin (yardım isteme) mânâsı

Sana ve Senden demek olan "İyyake" kelimesinin tekrarlanması, ibâdet ve yardım talebinden her birinin Yüce Allah'a tahsisini sarahatle ifade etmekle beraber bir de O'na olan münacât ve hitabtan zevk alındığını belirtmek içindir. İbâdetin, yardım talebinden önce zikredilmesi ise, İsm-i Celîl'in ve ondan sonra gelen sıfatların, ibâdeti gerektirmesindendir. İstiâne ise, Allah'ın söz konusu sıfatları üzerine bina edilmektedir. Bundan başka ibâdet, Yüce Allah'ın hukukundan; yardım isteği ise kul hukukundandır. Kaldı ki ibâdet, kesin olarak vâcibtir. Yardım istemekse, vâcib olup olmaması, yardım talebinin konusuna bağlıdır.

Bir görüşe göre de, anılan takdimin sebebi şudur: Vesilenin istenen şeyden önce zikredilmesi, icabet ve kabulde daha etkilidir. Bu izah, âyetteki yardım talebinin, İslâm âlimlerinin dedikleri gibi, mutlak olup yardım talep edilen her konuyu kapsaması hâli içindir.

Bir görüşe göre de âyet nazmındaki tertibin hikmeti şudur:

Burada istenen, ibâdetteki yardım ve ibâdet merasimini gereği gibi yerine getirmek için başarılı olmaktır. Kur’ân'ın şânına layık ve hamd edenin hâline münasip olan da budur. Çünkü kulun yardım talebinden önce mutlaka yüce Allah'tan, gerçekleştirilmesinde kendisine yardım etmesi için herhangi bir iş düşüncesi vardır. Ve açık bir gerçektir ki kul, Yüce Allah'ın akil ermez işlerini tefekküre dalınca ve o tefekkürün gerektirdiği hamd ü sena ile meşgul olunca, bütün benliği ile kendini Allah'a vermekten, O'na tam olarak yönelmekten başka kendi hâl ve hareketlerinden hiçbir şey aklına gelmez. Bunu da, önce ibâdeti Yüce Allah'a tahsis etmek, sonra da kendisini Rabbine ulaştıracak hidâyeti dilemek ile gerçekleştirmektedir. O hâlde ibâdet ile hidâyet dileme zamanları arasında dünya işleriyle meşgul olması nasıl tasavvur edilebilir?! İşte sanki:

"Bunda da yalnız Senden yardım diliyoruz." demiş oluyor. Çünkü bizler, Senin yardımın olmadan hukukunu edaya muktedir değiliz. Bu yoruma göre âyetteki tertibin gerekçe ve sebebi gayet açıktır, Ayrıca bu âyet-i kerimede Yüce Allah'a ibâdet mertebesinin yükseldiğine, buna erişmenin azizliğine, ibâdet eden kul için bunun en büyük arzu ve amaç olduğuna ve bunun kendi şahsî gayretleri ile değil, fakat Yüce Allah'ın bir bağışı olduğuna da açık işaretler vardır. Bir de bu âyetin, kendisinden sonra gelen duâ âyeti ile olan uyumu da pek açıktır.

"Biz ancak Sana ibâdet eder ve ancak Senden yardım dileriz" âyetinde "Biz" zamirinin kullanılması, kulun bütün kusurlarıyla, tek başına o huzurda durmaya, ibâdetini sunmaya, münferiden yardım ve hidâyet dilemeye lâyık olmadığını bildiğini ve bunları ancak kendisinin de içinde bulunduğu topluluk ve cemaatle yapabileceğini tasavvur ettiğini bekitmek içindir. Nite kim hükümdarların âdeti de böyledir (Onların huzuruna da bir hey'et halinde çıkılıp taleplerde bulunulur). Yahut da bütün tevhîd ehli arasında bir dayanışma olduğundan kulun kendisine tecelli edecek ilâhî hâle onların da iştirakini sağlamak içindir.

5 ﴿