BAKARA SÛRESİMedine'de inmiştir ve iki yüz seksen altı âyettir. 1"Elif-Lâm-Mîm." Huruf-ı mukattaa (takti edilmiş, kesilmiş, birbirinden ayrılmış bağımsız harfler) Kur’ân-ı Kerîm'in bazı sûrelerinin başında yer alan, birbirinden ayrı ve bağımsız ve bu sebeple herhangi bir kelime oluşturması mümkün olmayan harflere "Mukattaa" denir, Bunlar o harflerin isimleriyle okunur. Fakat bu harfler terkib ettikleri kelime içinde okunurken duruma göre bazı telâffuz değişikliklerine uğrarlar. Abdullah b. Mesûd'dân (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'ın Kitabından bir harf okursa, bu harf mukabilinde kendisine bir hasene (sevab) vardır ve her hasene on misliyledir (mukabele görecek). Elif-Lâm-Mîm, bir harfdir demiyorum. Fakat Elif bir harftir, Mim de bir harftir, " Tirmizî ile Dârimî'nin rivâyetlerine göre ise hadîs şöyledir: "Ben size "Elif. Lâm. Mîm." bir harftir ve "Zâlike'l-Kitab / İşte o Kitab" bir harftir, demiyorum; fakat Elif bir harftir; Lâm bir harftir; Mim bir harftir; Zâl bir harftir; Kâf bir harftir, " Açıkça anlaşıldığı gibi Kur’ân okuyan için va'dedilen sevab, Kelimeler sayısınca değil fakat Mushaflarda yazılı harfler adedincedır. Anılan hadîste, "Allah'ın kelâmından" veya "Kur’ân'dan" değil "Allah'ın Kitabından" denmesi de konuyu aydınlatmaktadır. Hadîsteki ifadenin, bazılarının dediği gibi bir şeyi anlamının ismi ile isimlendirmekle hiçbir alâkası ur. Nasıl alâkası olur ki, burada harf olduğuna hükmedilen ve sevabı gerektiren, Yüce Allah'ın Kitabında ayrı ayrı ve basit hâlde bulunan harflerdir. İster bunlar, isimleriyle, ister nefısleriyle ifade edilsin. Şu hâlde "Zâlike'l-Kitab" âyetini okumanın sevabı, basit ve ayrı ayrı olan harflere karşılık ve onların sayısınca olduğu gibi, "Elif-Lâm-Mîm" okumanın sevabı da. Arapçasında yazılı harflerine karşılık ve onların sayısınca olur. Yoksa telık olmaz. Şu hâlde burada nazarı itibara alınan, harfleri ifade eden sözler olmayıp fakat harflerin tâ kendileridir. Her hâlde buradaki sır şudur ki, sevabın hasıl olması, Kur’ân kelimelerinden kastedilen mânânın ifade edilmesine bağlıdır. O hâlde Kur’ân-ı Kerîm'in diğer kelimeleri, ancak harflerinin kendi nefislerini telaffuz etmekle mânâlarını ifade ettikleri hâlde sûrelerin başlarında bulunan mukattaa harfler, onların aksine, kendilerinden kastedilen mânâyı bildirmek için ancak onları kendi isimleri ile okumakla mümkün olur. Böylece aralarında hiçbir fark olmaksızın, Kur’ân-ı Kerimin kelimelerinin harflerinde olduğu gibi mukattaa harflerde de isim değil, mânâ telaffuz edilmiş olur. Nitekim görüldüğü üzere anılan hadîsin ikinci rivâyetinde "zâl bir harftir, kâf bir harftir" buyrulmak suretiyle, bu iki harf kendi nefisleri ile telaffuz edildikleri halde, ifade edilirken kendi isimleriyle söylenmişlerdir. Huruf-u mukattaa'nın mânâsı Surelerin başlarında bulunan birbirinden ayrı ve bağımsız harflerin durumu ve mânâları hakkında değişik görüşler vardır: a- Bu harfler gizli, örtülü ilimlerden (u'lûmi'l-mestûre) ve perdeli, hicablı sulardandır (esrâr-ı mahcûbe), Rivâyet edildiğine göre Ebû Bekir es-Sıddîk (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Her Kitabın bir sırrı vardir; Kur’ân'ın sırrı da sûrelerin evvelleri, ibtidaları, ilk baştaki harf veya kelimeleridir (evâili's-suver)." Ali'ye (radıyallahü anh) göre de: Her kitabın, bir safveti (saf, duru, berrak, en iyi kısmı) vardır; bu Kitada safveti sûrelerin başlarında bulunan hece harfleridir (hurufü't-teheccî) " Abdullah b. Abbas'a (radıyallahü anh) göre ise: "İslâm âlimleri, sûrelerin başlarında bulunan hece harflerinin mânâlarını idrâk etmekten âciz kalmışlardır." Tabiîn'den olup İmam Ebû Hanîfe'nin hadîs hocası Şâ'bî'den bu harflerin mânâsı sorulduğunda: "Onlar, Yüce Allah'ın sırrıdır (Sırru'llah); peşine düşmeyin." demiştir. b- Sûrelerinin başlarında bulunan bu harfler, Yüce Allah'ın isimlerinden (Esmâu'llah) veya O'nun fiilî sıfatlarından (sıfâtü'l-ef âl) birine işarettir. Tabiînden ünlü Tefsir âlimi Muhammed b. Kâ'b el-Kurezî'ye göre bu harfler, Cenâb-ı Allah'ın fiilî sıfatlarını ifade etmektedir. Yani Elif, "âlâ" ya delâlet eder ki bu "Allah'ın nimetleri" anlamına gelir. Lâm, "Allah'ın lûtfu"; Mîm de, "Allah'ın mecdi (şanı, şerefi, mülk ve saltanatı, hükümranlığı)" demektir. c- Bu harfler, hesap kabilindendir (her birinin bir rakam değeri vardır), ç- Elif, "Allah"a; Lâm, "Cebrâi'l'e; Mîm de, "Muhammed"e delâlet eder. Yani Yüce Allah, bu Kitabı Cebrâîl vâsıtası ile Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirmiştir. d- Bu harfler, Allah tarafından kasem (yemin) için kullanılmıştır. Çünkü harfler, bütün lugatlerin (hurufül-mu'ceme asılları, Allah katından indirilen kitapların ana malzemeleri ve Allah'ın ism-i şeriflerinin) temelleridir. e- Bu harfler, bir kelâmın sonu (intihâ-ı kelâm) ve başka bir kelâmın baş langıcının (ibtidâ-ı kelâm) işaretidir. f- Bu harfler, başında bulundukları sûrelerin isimleridir. İslâm ulemasının çoğu bu düşüncededir. Basralı nahivcilerin (dilbilim) üstadı kabul edikti Haki el-Ezdî ile onun öğrencisi ünlü Sîbeveyh da bu görüştedirler. Onlara göre surelerin bu mukattaa harfleri ile isimlendirilmeleri, sûrelerin de harflerin oluşturduğu Arapça kelimelerden meydana geldiklerini bildirmek içindir. Böylece bütün insanlara Kur’ân'ın bir mucize olduğu uyarısı yapılmış olur. Yani eğer Kur’ân, Yüce Allah tarafından vahyedilmış olmasaydı, insanlar onunla yarışmakta âciz kalmazlardı. Tabiînin ünlü Tefsir âlimlerinden el-Kelbi İsmail el-Süddî ile ve (Ehl-i Kitap kültürüne ilişkin bilgisinin genişliği ile ünlü) Muhammed el-Kelbî'nin görüşü de buna yakındır. Onlara göre surelerin başlarındaki harfler, Kur’ân'ın isimleridir (Esmâü'l-Kur’ân). Üç veya daha fazla kelimenin, "Hadramut" örneğinde olduğu gibi bir isim oluşturması Arap dilcileri tarafından garipsenmiş olmakla beraber, kelimeler birbirinden ayrı olduğu hâlde bunlardan bir isim yapılmasında garipsenecek bir şey yoktur. Bu harflerin, sûrelerin isimleri kabul edilmesi hâlinde müsemmâ, yalnız sûrelerin başı değil fakat sûrelerin tamamı olur. Netice olarak bu görüşe göre, isim de, müsemmâya dahil olmuş olur ki bunda bir sakınca yoktur; tıpkı bunun aksinin de bir sakıncası olmadığı gibi. Mushaflarda sûre başlarındaki bu harflerin yazılışında isimlerin sekli değil, müsemmâların şekli yazılmıştır. Çünkü bu sekil, telaffuzu kolaylaştırır. Bir de anılan harflerin böyle yazılmasında, özellikle beş harfli olanlardaki uzunluk sakıncası önlenmiş olur. Üstelik Mushaf hattında kurala aykırılık da söz konusu olmaz. Sûrelerin başındaki bu harflerin telaffuz ve okunuşu ise, heceleme tarzında olur, yahut da harfleri saymak suretiyle olur ki tahkikçi âlimlerin çoğu bu eğilimdedir, islâm ulemâsına göre surelerin başlarında bu mukattaa harflerinin zikredilmesi, Kur’ân'ın meydan okuduğu insanlara bir uyarıdır. Şöyle ki: Görüldüğü gibi Kur’ân âyetleri de insanoğlunun sözlerini oluşturan harflerden meydana gelmiştir. Eğer Kur’ân bütün kuvvet ve kudretlerin yaratıcısı Allah katından indirilmemiş olsaydı insanlar Kur’ân'ın bir benzerini meydana getirmek hususunda bu kadar acze düşmezlerdi. Oysa onlar edebi yarışmalarda usta biniciler ve övünme meclislerinde söz beyleridir. Onlar Kur’ân'a karşı birbirleriyle yardımlaş tıkları ve onu halkın gözünden düşürmek için her yola başvurdukları hâlde ona yalcın bir şey ortaya koyamamışlardır. g-Sürelerin başında birbirinden bağımsız harfler bulunması diğer âyetlere nisbetle bir başkalık ve benzemezliktir ki bu da bir nevi kazdır. Çünkü söz arasında harflerin kendilerini telâffuz etmek avam ve havasın yaptığı alışılmış bir şey ise de harflerin isimlerini telâffuz etmek ancak okuyup yazma bilenlerin işidir. Hiç bu sahada dolaşmamış olanlar için bu, kartal yumurtasını ele geçirmekten daha zordur. Özellikle bu isimlerin sözle ifadesi, üstün akıl erbabını ve yüksek dirayet sahiplerini hayrette bırakan ve maksadı anlamakta acze düşüren garip bir üslûp ve harika bir nazımla yapıyor ve sırların sırlarından haber veriliyorsa bu beşer işi değildir. g- Kur’ân-ı Kerîmin yirmi dokuz sûresinin başında huruf-ı mukattaa vardır. Bu da mucizevî bir tevafuktur. Çünkü Arap alfabesindeki harf sayısı da yirmi dokuzdur. Alfabenin yaklaşık yarısı bu sürelerin başında zikredilmiştir. Ayrıca bu harflerin zikredil diği yirmi dokuz sûre, sayı olarak Kur’ân'ın yaklaşık dörtte biridir, incelemeler bu sonucu ortaya çıkarmıştır. Ey zihinlerin, ince hikmetlerini düşünemediği, ey fikir ellerinin yetişemediğı yüksek kudret sahibi Allah'ım! Sen ne kadar Yücesin; Seni tenzili ederiz! Huruf-ı mukattaa'nın âyet sayılıp sayılmadığl Edebî sözlerdeki çeşitlilik âdetine binaen sûrelerin başlarındaki birbirinden bağımsız harflerin kimi tek, kimi iki veya daha ziyadedir. Hattâ savılan beşe kadar çıkmaktadır. Üstelik aynı gayeye matuf olarak, kelimelerin yapısıda gözetilmiş ve bu harflerin tamamı, bir kerede zikredilmeyip sûrelere dağıtılmıştır. Bir de bu harflerin tekrar tekrar zikrinde fazla ifade vardır. Bu harf gruplarından her biri bir sûreye tahsis edilmiş ve bunlar başka sûrelerd zikredilmemiştir. Bu harf gruplarından kimileri bir âyet sayılmış, kimileri de sayılmamıştır. Bu tamamen tevkifi, başka bir deyişle vahyin öylece teshindir Bunun gerekçesi yoktur. Şimdi huruf-u mukat-taa'dan hangileri âyettir, hangileri değildir; bunları görelim: a- "Ehf-Lam-Mîm", hangi sûrenin başında bulunuyorsa bir âyettir. Bir görüşe göre Al-i İmrân (3) sûresinin başında yer alan Elif-Lâm-Mîm bir âyet değildir. b- A'raf (7) sûresinin başındaki "Elif-Lâm-Mîm-Sâd" bir âyettir. c- Yûnus (10), Hûd (11), Yûsuf (12), Ra'd (13), İbrâhîm (14) ve Hicr (15) sûrelerinin başlarında bulunan "Elif. lâm. râ" ve "Elif. lâm. mîm. râ". harfleri bir âyet sayılmamıştır. Bu harfler başlarında bulunduğu bu beş sûrenin hiçbirinde âyet değildir. ç- Şuara (26) ve Kasas (28) sûrelerinin başlarında yer alan "Tâ-Sîn-Mîm her iki sûrede de başlı başına birer âyettir. d- "Tâ-Hâ" (20) ve "Yâ-Sîn." (36) sûrelerinin başlarında bulunan Tâ-Ha ve Yâ-Sîn harfleri de başlı başına birer âyettir. e- Neml (27) sûresinin başındaki "Tâ. Sîn", âyet değildir. f- Mü'min (40), Fussılet (41), Şûra (42), Zuhruf (43), Duhan (44), Câsiye (45) ve Ahkaf (46) sûrelerinin başlarında bulunan "Hâ-Mîm" harfleri bütün bu sûrelerde birer bağımsız âyettir. g- Meryem (19) sûresinin başındaki "Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd" harfleri de müstakil bir âyettir. ğ- Sûra (42) sûresinin başında yer alan "Hâ-Mîm" ve "Ayn-Sîn-Kaaf' harfleri iki ayrı grup olarak iki ayrı âyettir. h- Sâd (38), Kaaf (50) ve Kalem veya Nûn (68) sûrelerinin başlarında bulunan "Sâd" "Kaaf ve "Nûn" harflerinin hiçbiri kendi başına bir âyet sayılmamıştır. Bu, Kûfeli Tefsir âlimlerinin görüşüdür. Bir başka rivâyete göre de sûrelerin başlarındaki bu harf gruplarının tamamı -aralarında fark olmaksızın- hepsi birer âyettir. Küfe mektebine mensub olmavan diğer İslâm ulemâsı ise, bu harflerin hiçbirini âyet saymamışlardır. Huruf-ı mukattaa ile ilgili diğer hükümler, Yüce Allah'ın izni ile yerleri geldikçe açıklanacaktır. |
﴾ 1 ﴿