6"Şüphesiz o küfredenleri itizar etsen de etmesen de onlar birdir. Onlar imân etmezler." Kâfirlerin Ahvâli Âyet iki kısımdan oluşmaktadır: İnkâr ve küfürde inad edenler ve bunların inzar karşısındaki davranışları. A- "Şüphesiz (saplantı içinde olan) o küfredenleri". Bu âyetle diğer âyetler arasına atıf harfi konmamıştır. Oysa İnfıtar (82) sûresinin, "Şüphesiz ki, iyiler (ebrar) Naîm cennetindedir"; "Ve kötüler de (füccar) cehennemdedir mealindeki 13 ve 14. âyetleri arasında "vav-ı atıf vardır. Bu âyetler üslûb ve amaç bakımından farklıdır. Zira birinci grup ayetler: hidâyet ve irşad konusunda Kitab'ın (Kur’ân) şânının yüceliğini anlatmakta için zikredilmiştir. O âyetlerde, hidâyete erenlerin hâllerine istitrat (arasöz) yolu ile temas edilmiştir. İkinci grup âyetler ise, doğrudan doğruya kâfirlerin, acıklı hâllerini açıklamayı istihdaf eder. Bu kâfirler azgınlık ve dalâlette öyle bir noktaya varmışlardır ki, artık uyarma ve müjdelemenin; öğüt ve hatırlatmanın onlar için hiçbir yararı yoktur. Sonuç olarak onlar akıl yolundan uzaklaşmışlar, bindikleri kibir ve inat bineğiyle azgınlık ve fesadın uçsuz bucaksız çöllerine dalmışlardır. Bu âyette söz konusu olanlar küfürde İsrar ve inatta önde giden Ebû Leheb, Ebû Cehil, Velid b. Muğire gibi halkın eşrafı (nâsın â'Yani) ve Yahudî bilginleridir (ahbâri'l-yahud veya ahbarı benî israil). Küfür lügatte, nimeti örtmek demektir. Istılahta Resûlüllahın (sallallahü aleyhi ve sellem) İslâm dininin temel ilkelerinden zorunlu olduğu bilinenleri inkâr etmektir. Mecûsîlerin zünnarını ve Hristıyanların gıyarını (bağladıkları küfür ğını) -bir mecburiyet olmaksızın- kuşanmak veya kâfirlere özgü bir işareti takmak küfür sayılmıştır. Çünkü bunlar, zahiren İslâm'ı tekzip anlamını taşımaktadır. Zira Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) tasdik eden bir kimse, bu gibi şeylere cüret edemez. Çünkü bunlar, zina ve içki gibi nefis istekleri de değildir ki tabii bir duyguya kapılmış olsun. Mu'tezile, âyette geçen fiilin (haber verme) şeklinde mazi (geçmiş) ki kullanılmasını Kur’ânın, hâdis (sonradan yaratılmış) olduğuna delil getirmiştir. Çünkü bu ifade, zorunlu olarak, haber verilen olayın, henüz gerçekleşmediği bir önceki zamanı da gerektirmektedir. Onlara cevap olarak deriz, ki bu ileri sürdükleri husus, taallukun (insanlığın ilâhî kelâm ile ilişkisinin) gereklerindendir ve bu taallukun, hadis olması, Kelâmın hadis olmasını gerektirmez. Nasıl ki, ilmin (bilginin) malûma (bilinene) taalluku, ilmin hadis olmasını gerektirmez. İnzar, sakınmak için korkulan şeyi bildirmektir. Maksud olan mânâ, Allah'ın, günahlardan dolayı vereceği azab ile korkutmaktır. Burada yalnız korkutmakla yetinilmiştir; çünkü o kâfirler, asla müjde ehlinden değildir. Bir de inzâr, kalblerı daha fazla etkilemekte ve gönüllerde daha ağır tesirler bırakmakladır. Zira mazarratın defi (zararların önlenmesi), menâfiin (menfaatlerin) celbinden daha önemlidir. Bu itibarla onlar, korkutmaktan etkilenmediklerine göre, müjde için başlarını bile kaldırmazlar. B- "...İnzar etsen de etmesen de onlar için birdir. Onlar imân etmezler." Bu âyet, insanın, gücünün üstünde olan bir şey ile yükümlü kılınmasının caiz olduğuna delil gösterilir. Çünkü Cenâb-ı Allah, bu âyet-i kerîmede, küfürde inat ve ısrar eden kâfirlerin imân etmeyeceklerini bildirir. Böylece onların imânlarının imkânsız olduğu ortaya çıkar. Zira onların imânı, Yüce Allah'ın verdiği haberin -hâşa- doğru çıkmaması gibi bir imkânsıza bağlıdır. Hâl böyleyken, onlar yine imân ile memur ve teklife muhatabtır. Bir de onların mükellef kılındıkları şeyler içinde, hiçbir zaman inanmayacaklarına imân etmeleri de vardır. (Çünkü imânı ile mükellef bulundukları Kur’ân böyle haber vermektedir). Kur’ân’ın verdiği tafsilata bütün ayrıntılarıyla imân değildir ki, hiçbir zaman inanmayacaklarına imân etmeleri lâzım gelsin. O kâfirlere teklif edilen Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün getirdiklerine icmalen imân etmektir. O kâfirleri korkutmanın bir yararı olmayacağı bilindiği hâlde onları inzar etmekten amaç hüccet ve delillerin onları bağlaması ve Resûlüllahın (sallallahü aleyhi ve sellem) tebliğ faziletini kazanmasıdır. Buna işaret içindir ki, âyette "inzar etsen de etmesen de onlar için birdir" buyrulmuş; "senin için birdir" denmemiştir. Nitekim putperestler için de: "Sız onları hidâyete çağırsanız da onlar size tâbi olmazlar. Siz onları ister çağırın ister sükût edin; birdir" buyrulmuştur. Eğer daha önce belirtildiği gibi o kâfirlerden belli şahislar kasdedlîyorsa, bu âyet-i kerîme, gaybı haber vermekle apaçık bir mucize sayılır. |
﴾ 6 ﴿