7"Allah, onların kalblerini mühürlemiştir; kulaklarını da onların gözleri üzerine de perde çekilmıştir. Onlar için büyük bir azab vardır." Bu âyet, bir önceki âyette geçen hükmün (inzar etsen de etmeden de imân etmezler hükmünün) sebebi, o hükmü gerektiren şeyin beyânı yahut beyân ve tekididir. Kalbten murad, yürekte akıl kuvvetinin bulunduğu savvur edilen mahaldir. Mühürlemek (hateme kökünden tahtim), bir şeyi korumak için ona veya o şeyin bulunduğu mekâna mühür vurmak suretiyle güvenliğini sağlamaktır. Boş evi veya keseyi mühürlemek gibi- Buraya boş ev örneği daha uygun düşer. Gerçekten mühürlemekten maksat, onlar kalblerindekini korumak değil, fakat azgınlıkları, atalarının inançlarını taklitte inatları ve sağlıklı akıl yürütmek yolundan sapmaları sebebiyle kalblerinin inzardan etkilenmez; hak söz nüfuz etmez hâle gelmiş olmasıdır. A- "Allah, onların kalblerini mühürlemiştir." "Tam aksine Allah küfürleri sebebi ile onların (kalbleri) üzerine mühür vurmuştur." mealindeki âyetler ile benzerleri de bu gerçeği açıklar. Mu'tezile, bu âyetin yorumunda te'vile başvurmuş ve bu konuda değişiik görüşler ileri sürülmüştür. 1- O kâfirler, haktan yüz çevirince küfürleri kalblerine iyice yerleşmiş, ta biatları gibi olmuş ve bu sebeble inançsızlıkları tabiî bir vasfa teşbih edilmiştir. 2- O kâfirlerin kalbleri Yüce Allah tarafından idraksiz olarak yaratılan hayvanların kalblerine benzetilmiştir. 3- Mühürleme, aslında şeytanın veya kâfirin fiilidir. Allah'a isnat edilmesi ise, O'nun o kudret ve imkânı yaratması itibariyledir. 4- O kâfirlerin küfürlerinin kökleri öylesine derinlere inmiştir ki son derece sağlam ve muhkem bir hâl almıştır. İmâna gelmeleri için icbar ve zorlamadan başka çare de kalmamıştır. Ancak teklif hikmetinin korunması için bunun yapılması da doğru değildir. İşte bu hal, kalbi mühürleme olarak ifa-de edilmiştir. Çünkü bu, onların imân yolunu tamamıyla kapatmaktadır. İki da onların, azgınlık ve inatta işi çok ileri götürdüklerini ve şer ile fesada tamamen boğulduklarını gösterir. 5- Bu âyet, Fussılet (41) sûresinin; "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz örtüler (ekinne) içindedir. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizim ile senin aranda bir perde bulunmaktadır." mealindeki 5. âyeti gibi kâfirleri tahkir amacına dönüktür. 6-Bu âyetin anlattığı hal, âhirette gerçekleşecektir. Ancak olmuş gibi mazi sığası ile anlatılması, vuku'u kesin olayların vaakıî olmuş gibi kabul edilmesindendir. Nitekim: "Kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir hâlde yüzükoyun haşr ederiz." mealindeki âyet de bu görüşü destekler. 7- Burada mühürlemekten maksat, meleklerin onları tanıyıp kendilerine buğz ve nefret ile bakmaları için kalblerinin özel bir işaret ile işaretlenmisidir. B- ".. .Kulaklarını da..." O inkâr ve küfürde direnenlerin kalblerinden başka kulakları da mühürlenmiştir. Bu âyetin bir benzeri de Câsiye (45) sûresinin 23. âyetidir: 'Hevasını (nefsi) kendine ilâh edinmiş olanı gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine şaşırtmış kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözleri üzerine de perde çekmiştir. Artık ona Allah'tan başka kim hidâyet edebilir? Hiç tezekkür etmez, düşünmez misiniz?" Kalb ve kulak, idrâkte ortak vasıf taşıdıklarından mühürleme hükmü herikisi için de kullanılmıştır. Önce kalbin zikredilmesi, imân etmemek konusunda kalbin asıl olduğunu bildirmek içindir. "Kulak, kalbe giden yoldur; şu hâlde kulağın mühürlenmesi, kalbin de mühürlenmesi demektir" düşüncesi de geçerli değildir. Kalb, kulaktan ayrı ve bağımsız olarak mühürlenmiştir. Nitekim: "Eğer Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi elbette onlara işittirirdi, işittirmiş olsaydı bile yine onlar muhalikak döner giderlerdi" mealindeki âyet-i kerîme de, kulak ve kalbin, imân konusunda ayrı ayrı fonksiyonları olduğunu bildirir. Âyette geçen ve kulak olarak tercüme edilen "sem' ", işitme kuvvetidir, bazen bu mânâda, bazen de bu kuvveti taşıyan uzuv yani kulak için kullanılmaktadır. Âyette kastedilen de uzuvdur. Çünkü asıl mühürlenen odur. Kulağın gözden önce (ve kalb ten sonra) zikredilmesi, katılık ve etkilenmeme vasfında kalb ile kulağın ortak olmasındandır yahut kulağın gözden önce zikredilmesi, şer'î hükümlerin algılanmasının ve (âyette ifade edilen) korkutmanın kulak ile gerçekleşmesindendir. Bu tibarla önce kulağın zikredilmesi daha doğru ve bu makamda daha münasiptir. İslâm âlimleri diyorlar ki kulak, gözden üstündür. Çünkü Yüce Allah, ikisini zikrederken önce kulağı zikretmektedir. Bir de işitmek, peygamberliğin şartıdır. Bundan dolayıdır ki Cenâb-ı Allah, sağır bir Peygamber gönderme mistir. Bir de kulak, ashabından alınan marifetlerle aklı kemale erdirmenin vasıtasıdır. "Sem' "in tekil olarak zikredilmesi, başka anlamlara gelen kelimelerle ka rıştırılmasından emin olmak, bir de asl olan mânâyı gözetmek içindir. C- "Onların gözleri üzerine de bir perde çekilmiştir." Yukarıda "sem' " işitme kuvveti veya kulak için yapılan açıklamalar "hisar" görme kuvveti veya göz için de geçerlidir. Göz için öncekinden farklı olarak, isim cümlesinin tercih edilmesi, ifade edilen mânânın devamlılığım sağlamak içindir.' Çünkü göz kuvveti ile idrâk edilen o enfüs (dahilî) ve âfak (haricî) belgeleri (Allah'ın varlığına delâlet eden belgeler) sürekli olduğundan, onları görmeme körlüğü de sürekli olur. İşitme kuvveti ile algılanan belgelerde ise ulaşım (isal)- sürekli olmayıp zaman zaman gerçekleştiğinden, onun mühürlenmesi ile marifetin (bilginin) iki yolundan biri olan kalbin mühürlenmesinde fiil cümlesi tercih edilmiştir. Ç- "Onlar için büyük bir azab vardır." Bu cümle, kâfirleri büyük bir azab ile tehdid eder mahiyettedir. Azab, bela ve musibet türünden her acı için kullanılmaktadır; velev ki bu, suçluyu caydırmak için verilen ceza türünden olmasın. "Azıîm", "kebîr"in üstünde bir mânâ ifade eder. Her ikisi de madde ye olaylar için kullanılır. "Azıîm veya kebîr" denildiğinde ya cüssece ya da şerefçe büyüklük kasdedilir. Hülâsa, o kâfirlerin gözünde, insanların bildiği perde dışında bir çeşit perde vardır ki oda, apaçık delilleri görememe perdesidir ve onlara öyle yük bir azab vardır ki onun haddi hesabı bilinmez. Ey Allah'ım! Ey Erhame'r-Râhimîn (merhametliler merhametlisi)! Bunlardan sana sığınırız! |
﴾ 7 ﴿