28

"Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki siz ölüler iken size O hayât verdi; sonra sizi öldürecek, sonra yine sizi diriltecek. Sonra da O'na döndürüleceksiniz."

A- "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki..."

Burada, doğrudan doğruya kâfirlere hitap etme üslûbuna dönülmüştür. Çünkü onların daha önce belirtilen çirkinlikleri ilâhî gazabı artırmış ve bu da kâfirleri yanlış yollarından çevirmek: için şifahî ve doğrudan doğruya bir azar ve uyarı gerektirmiştir. Buradaki istifham, inkârî istifhamdır. Vakiin inkârıdır. Yoksa,

"O müşriklerin Allah katında ve O'nun Resulünün yanında nasıl bir ahdi olabilir?" (Tevbe 9/7) mealindeki âyet kabilinden vukuun inkâr değildir. Vurgulanmak istenen hareketin akıldan uzak ve garipsenecek bir şey olduğudur. Âyetteki istifham şekli de, matlup olan mânâyı ziyadesi ile ifade etmektedir. Çünkü her mevcudun, vücudu (varlığı), mutlaka herhangi bir halde (a'lâ hali minel-ahval/hallerden bir hâl üzerinde) olmak gerekir. Eğer bütün hallerde vücut yok ise, o zaman delil yolu ile vücud imkânı tükenmiş olur (yanı insanın kendi başına mevcudiyeti, hiçbir halde mümkün değildir).

B- "...Sizler ölüler iken..."

Bu cümleden itibaren âyetin sonuna kadar bütün cümleler, söz konusu inkâr ve garipsemeyi tekid eder. Çünkü bu cümlelerde anlatılan büyük olaylar gerçek anlamda düşünen insanları imâna davet ve küfürden men eder. Çünkü bunlar oluşu itibariyle bir yandan â'mmeye ilişkin nimetlerdir bir yandan da Allah'ın kudretinin kemalinin delilleridir. Nitekim;

"O sizi halden hale geçirerek yarattı." mealindeki âyet de bu gerçeği açıklar.

"Sizler ölüler iken..." yani siz canı olmayan cisimler veya maddenin çeşidi unsurları (elementler) ya da besin maddeleri veya meni (nutfe), yahut da uzuvları belli belirsiz bir et parçası (mudğa) hâlinde iken demektir. Bunlara ölüler (emvat / mevtalar) denmesinin sebebi cansız (meyte) olmalarındandır. Nitekim ölü (meyte) kelimesi,

"Biz, ölü toprağa can vermek için..."ile

"Ölü toprak onlar için bir âyettir (mucize, de ki)"mealindeki âyetlerde de bu anlamda kullanılmıştır.

C- "...Size O, hayât verdi, "

Size ruh üflemek suretiyle (binefhıi'hervahi fîküm) hayât verdi. Allahü teâlâ'nın hayât vermesi, cansız geçen bir zamandan sonra olmuştur. Ancak hayât aşamasına gelinceye kadar birbirini izleyen süreçler vardır. Nitekim biraz önce işaret edildi.

Ç- "...Sonra sizi öldürecek, "

Dünyadaki müddet-i ömrünüz tamamlandığında (eceliniz inkıza ettiğinde) sizin canınızı alacak. Allahü teâlâ'nın can alması O'nun kudretinin açık delillerindendir. Aynı zamanda ölüm bir nimettir. Çünkü en büyük nimet olan ikinci hayata (el-hayati's-sâniye) geçiş vesilesidir. Buradaki sonralik (e't-terahî / gecikme) hayatta kalınan zamana göre değil, fakat hayatın ilk verildiği zamana göredir.

D- "...Sonra yine sizi diriltecek."

Sûr'a üflendiğinde Allah'ın huzuruna çıkmak (nüşûr) veya kabirde sual sorulmak için size yine O hayât verecek. Bu iki mânâdan hangisi olursa olsun, ölüm ile arasında uzun zaman (terahî) mevcuttur. Zira kabir suali için olan hayattan sonra da Kıyamete kadar süren ölüm olacaktır.

E- "Sonra da O'na döndürüleceksiniz"

Kıyamet günü ilâhî huzurda toplandıktan sonra (ba'de'l-haşr) O'na döndürüleceksiniz. O da amellerinize göre size karsilik verecektir; hayra karşı hayır, şerre karşı şer...31 Bir başka tevcihe göre kabirlerinizden kaldırılarak hesaba çekilmek üzere O'na döndürüleceksiniz.

Bu fiillerden kimi mazi (geçmiş) kipi ile kimi de istikbal (gelecek) kipi ile zikredilmiştir; ancak şimdiki zaman için söz konusu olan, o olaylara taalluk eden bilgidir. Yani siz şu anda o olanları ve olacakları bildiğiniz halde nasıl Allah'ı inkâr ediyorsunuz? Bunları bilmeniz, inkârınıza engel olmalıdır. Âyetin amacı, vukuuna engel halin varlığına rağmen küfrün vâkıî olmasına taaccüb ettirmektir.

Kâfirlerin inkâr ettikleri son ihya (hayat verme) ile Allahü teâlâ'ya dönüşün; onların da kabul ettikleri birinci ihya (hayat verme) ve öldürme ile bir arada ziloredilmesi, karşı karşıya oldukları kesin delilleri fiilen öğrenme ve bilme olarak değerlendirilmiş olmasındandır. Bu değerlendirme, onların gerekçe ve mazeretlerini ortadan kaldırarak halika çekmek içindir.

Hayat, hisseden kuvvet veya o kuvveti gerektiren vasfın hakikatidir. Bu mânâ itibariyle hayvana (canlıya) hayvan denmiştir. Hayat, gelişip büyüyen kuvvet için ise mecazîdir. Çünkü bu da hayatın öncüsüdür. Hayat, insana özgü olan akıl, ilim ve imân için de kullanılmaktadır. Çünkü bunlar, hayatın kemali ve amacıdır. Ölüm ise hayatin zıddı olup hayatin her mertebesinin mukabili için kullanılmaktadır. Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:

"(Resûlüm) de ki:

- Allah, size hayât veriyor; sonra sizi öldürecek; sonra da vukuu şüphe götürmeyen kıyamet gününde bir araya toplayacak." (Câsiye 45/26)

"Şunu iyi bilin ki, Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayât verir" (Hadid 57/17),

"Hiç (küfürle) ölü iken (hidâyetle) dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nûr verdiğimiz kimse ile (karanlıklar içinde kalıp bir türlü çıkamayanlar) bir olur mu?" (En'âm 6/122).

Hayat, Allahü teâlâ'nın bir vasfıdır 32 ve bu vasıf O'nun "ilim ve kudret" sıfatlarıyla muttasıf olmasını da gerekli kılar. 33 Bu sıfat insanlar için düşünüldü

32 "Hayye-yuhyî" kökünden gelen "hayy", "rriâte / ölmek" fiilinin zıddıdır. Diri ve canlı olmak, yaşamak demektir. Fiilin ta'diye edilmiş şekli olan "ihya etmek" de hayât vermek, diriltmek anlamına gelir. Esma-i Hüsna'dan olan "el-Hayy", önde ve sonda (evvel ve âhir), sürekli olarak canlı, ölümsüz, el-Baakıî Allah'ı ifade eder. Kayyûm, kıyam kökünden kaimin mübalağa kipidir. el-Kayyûm da Allah'ın güzel ısımlerindendir. Anlam itibariyle Kâyyüm, vâcibü'l-vücüd veya varlığı kendi zâtinin gereği olarak her zaman ayakta duran, varlık âlemini de ayakta tutan, hiçbir zaman zeval bulmayan, koruyan, kollayan, yenileyen, kâinatın işlerini tedvir ve idare eden ve bütün canlıları rızıklandıran demektir. el-Hayyü'l-Kayyûm terkibi Allah'ın ezelî ve ebedî, kadîm ve ölümsüz bir varlık olduğunu belirtir.

33 "Alime" kökünden gelen "i'lm", bilmek, tanımak, bir şey hakkında bilgi sahibi olmak, öğrenmek, anlamak, tefrik etmek vs. anlamlara gelir. Esmâ-ı Hüsna'dan olan el-A'lîm de aynı köktendir ve her şeyi hakkıyla bilen demektir. A'lîm ile Â'lim arasında kapsadıkları anlam bakımından pek fark yoktur. Yine Esmâ-i Hüsna'dan olan el-A'llâm da aynı mânâ demetini kapsar. Allah'ın ilmi ne artar ne de eksilir. İnsanlarca bilinen ve bilinmeyen her şey O'nun sonsuz ve sınırsız ilminin içindedir. Allah için bilmek zorunlu, bilmemek imkânsızdır. İlim Allah'ın zâtı ile kaim ezelî sıfatlarından bindir. Bu sıfatı sebebiyle bütün her şey ve her hâl Allah tarafından bilinir. Bu ilâhî sıfatın subut delili bütün varlık alemindeki hayranlık verici mükemmel nizamdır. Çünkü âlemin amacına uygun bir şekilde ve tam bir düzen içinde icad ve tertibi ancak sınırsız genişlikte bir ilim ile mümkündür. Allah'ın ilmi ezelîdir ve bütün zamanlara şâmildir. O'nun ilminde önde ve sonda hiçbir değişiklik olmaz.

O'nun ilmi dışında kalan hiçbir an ve hiçbir oluş yoktur. Allah, hem canlı ve diri hem de her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeye muktedir bir varlıktır. Kudretinin gereği olarak kâinat üzerinde tam bir hâkimiyetle tasarruf eder. O'nun için acizlik asla söz konusu değildir.

günde gerçek daha kolay anlaşılır. Sonuç olarak diyebiliriz ki hayat, Allah'ın zâtı ile kaimdir; ilim ve kudret ise onun gerekli kıldığı sıfatlardır.

28 ﴿