33"Allah: -Ey Âdem onların isimlerini söyle! buyurdu. Âdem onların isimlerini söyleyince; Allah, meleklere: -Ben size dememiş miydim göklerin ve arzın gaybını Ben bilirim; açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de Ben bilirim." A- "Allah: -Ey Âdem, onların isimlerini söyle." Dikkat edilirse melekler için "Bana bildirin, haber verin, söyleyin!" denildiği hâlde burada Âdem'e hitaben "meleklere bildir" buyrulmuştur. Maksad, Âdem'in meleklere üstün faziletinin ortaya çıkmasıdır. Bununla beraber bu değişik ifadenin kullanılması, farklılığı ortaya koymak ve Âdem'in eşyaya ilişkin bilgisinin sınama konusu olmayacak kadar açık olduğunu ve onun bu üstünlüğünün diğerleri tarafından bilinmesine halikı bulunduğunu bildirmek içindir. B- "Âdem onların isimlerini söyleyince " Bu cümle, aslında makamın gereği olan ve kelâmın üzerine kurulduğu nıahzûf (hazfedilmiş) bir cümleye atıf yapmaktadır. Yani mânâ itibariyle "bu ış gerçekleşince veya Âdem meleklere eşyanın isimlerini bildirince..." demektir. Bu cümlenin hazf edilmiş olması bu işin mümkün olan en kısa zamanda gerçekleştiğini bildirmek içindir. Nitekim; "Kitaptan özel bir ilmi olan kimse: -Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm! dedi." mealindeki cümleden sonra; "Derken Süleyman, tahtın yanında durduğunu görünce..." mealindeki cümlenin gelmesi de aynı kabilden olup o da kelâmın gelişinden anlaşılan mahzûf bir cümle üzerine matuftur. Orada da "bu iş gerçekleşince" cümlesi gizlidir. Âyette zamir olarak "onları" değil de "onların isimlerini..." denmesi bu işe olan ilâhî ilginin kemalim açıklamak ve Âdem'in bunları meleklere icmalen değil fakat tafsilen haber verdiğini bildirmek içindir. Şu hâlde Âdem (aleyhisselâm), bunları meleklere tafsilatıyla bildirmiş; eşyanın her cins ve türünün hayat, hâl ve özelliklerini açıklamıştır. Melekler de, Âdem'in tafsilatta tereddüt etmediğini, isimlerle müsemmalar arasındaki münasebetleri iyi bildiğini, söylediklerinin doğru olduğunu görünce, bu ilâhî sırrın hakikatine varmışlardır. C- "Allah meleklere: -Ben size dememiş miydim göklerin ve arzın gaybını Ben bilirim." Âdem onları meleklere bildirince Allah (celle celâlühü) da mücmel cevabı açıklamak ve onu hatırlatmak için bunları söyledi. Ancak bu açıklama; "- Ey Kavmim, Rabbiniz size güzel, bir va'd (va'd-i hasen) ile söz vermemiş miydi?" mealindeki âyet ve benzerlerinde olduğu gibi mücmelin kendisi için olmayıp onun ifade ettiği hilâfeti gerektiren vasıfların Âdem'de gerçekleştiğinin gerekçesidir. Meleklerin bilmediklerinin gayb (sır) unvanı ile göklere ve yere izafe edilmesi (göklerin ve yerin gaybı, denilmesi), Allah'ın her şeyi kuşatan ilminin kapsamının kemalini ve sonsuz genişliğini fazlası ile beyan etmek, bir de ortaya çıkan meleklerin aczinin ve Âdem'in ilminin göklerin ve yerin sakinleri ile ilgili olduğunu bildirmek içimdir. Bu da açık bir delildir ki, daha önce âyette geçen "sizin bilmediklerinız"den maksad, orada da işaret edildiği gibi, Âdem'in hilâfetini gerektiren vasıflardır. Yani Allah; sanki şöyle demektedir: "- Ben, size dememiş miydim Âdem'in hilâfetini gerektiren vasıflar konusunda sizin bilmediklerinizi bilirim. İşte onlar, sizin şimdi gördüklerinizdir." Ç- "Açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de Ben bilirim." Bu cümle, "Ben bılırim" cümlesine değil "Ben size dememiş miydim?" cümlesine atıftır. Çünkü bu cümle, "Ben size dememiş miydim?" ifadesinden sonra o söylenenlere dahil değildir. Âyette "açıkladıklarınız" ifadesinden sonra "gizlediklerizi" denmek sureti ile yapılan üslûp değişikliği, meleklerin bir şeyi sürekli gizlediklerini bildirmek içindir. Bir görüşe göre, meleklerin açıkladıkları, onların "yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kanlar dökecek birini mi yaratacaksın?" sözleridir; gizledikleri de kendilerinin hilâfete daha layık olduklarını ve Allah'ın (celle celâlühü) kendilerinden daha üstün bir mahluk yaratmayacağı inancıdır. Rivâyet olunuyor ki Allah (celle celâlühü) Âdem'i yarattığı zaman melekler, onun acayip fıtratına baktılar da: "- Ne olursa olsun Rabbimiz, katında bizden daha şerefli bir yaratık yaratmaz!" dediler. Bir rivâyete göre de o gizlenen şey, İblis'in kendi içinde gizlediği kibir ve Âdem'in önünde eğilmemek kararıdır. Bu mânâya göre âyette gizlenen fiilin bütün meleklere isnad edilmesi katil, içlerinden bir kişi olduğu hâlde "filân oğulları filânı öldürdüler" denmesi kabilindendir. Müfessirler bu âyet-i kerîmenin tefsirinde değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Şöyle ki: 1- Bu âyet, insanın şerefini, ilmin meziyetini, ilmin ibâdetten üstün ve insanın yeryüzündeki hilâfetinin de ilme bağlı olduğunu beyan eder. 2- "Allah (celle celâlühü) hakkında talim (öğretme) fiili kullanılabilir; ancak O'nun hakkında "muallim" kelimesi kullanılamaz. Çünkü insanlar arasındaki mevcut âdete göre muallim unvanı, ta'limi meslek edinen kimselere mahsustur. 3- Lügatler tevkifidir (belli ve muayyen). Çünkü isimler hususî veya umumî olarak lâfızlara delâlet ederler. İsimlerin talimi de, onları müteallime (öğrenen kimseye) aktarmak ve mânâlarını ona açıklamak suretiyle gerçekleşir. Bu da daha önce o lâfızların o mânâlara vaz'edilmiş olmalarını gerektirir. İşte bu vaz' işi de ancak Allah (celle celâlühü) tarafındandır. 4- Hikmet mefhûmu, ilim mefhûmunun ötesinde bir şeydir. Âyette ifade edilen birinci bilmeden ilim, ikincisinden ise hikmet kastedilmektedir. 5- Meleklerin ilimleri ve kemalleri ziyadeleşme kabul eder. Hükema bunu yüksek tabaka melekler için reddetmiş ve: "Melekler şöyle derler: - Bizim her birimiz için bilinen bir makam vardır" (Sâffât 37/164) mealindeki âyeti de buna delil göstermişlerdir. 6- Âdem, meleklerden üstündür. Çünkü Âdem o meleklerden daha bilgili idi. 7- Allah (celle celâlühü), eşyayı yaratmadan önce de eşyayı biliyordu. |
﴾ 33 ﴿