34

"O zaman meleklere:

- Âdem'e secde edin! demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişlerdi. O, yüz çevirdi, kibirlendi ve kâfirlerden oldu."

A- "O zaman meleklere:

- Âdem'e secde edin! demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişlerdi."

Bu cümle;

"Rabbin meleklere:

- Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım! demişti" (Bakara 2/30) cümlesine atıftır.

Bir görüşe göre de, âyetin başında mukadder (takdir edilen gizli) fiil, "itaat ettiler" fiilidir. Yani bu cümle:

"- Biz, meleklere Âdem'e secde edin emrini verince onlar da itaat ettiler..." anlamındadır. Siyak ve sibaka bakıldığında bu âyetin de bundan öncekiler gibi tahkiye tarzında olması gerekirken bu üslûb değişikliği, burada anlatılanların, başlı başına anılmaya, hatırla tıkmaya değer büyük bir nimet olduğunu bildirmek içindir.

Âyetin mü tekellim valide (konuşan 1. şahıs) siğasiyla başlaması da konunun bağımsızlığını teyid ile beraber Allah'ın (celle celâlühü) celâlet ve mehabetim göstermek içindir. Zamir (Biz, onlara demiştik) yerme zahir isim olarak meleklerin zikredilmesi de aynı sebeptendir.

Secde lügatte, eğilmek, bükülmektir. Şeriatta (ıstılah) ibâdet kastı ile alnı yere koymaktır.

Bir görüşe göre melekler, Âdem'e (aleyhisselâm) onun fazilet ve üstünlüğünü kabul etmek, ta'lim (öğretme) hakkını ödemek, söylediklerinden özür dilemek, selâmlamak ve saygı göstermek için secde ile emrolundular.

Bir görüşe göre de meleklere, aslında Âdem'e değil fakat Allah'a (celle celâlühü) secde etmeleri emredildi. Âdem ise, secdeye sebep olduğu için onun şanını ululamak amacı ile meleklerin secdelerine kıble yapıldı.

Öyle anlaşılıyor ki, Allah (celle celâlühü) Âdem'i misalsiz ve örneksiz yarattığı kâinatın bir küçük modeli, ruhanî âlemle cismanî âlemin pek hoş ve garip bir sentezi olarak ortaya çıkarınca kudretinin büyüklüğünü gören meleklere kendisine secde etmelerini emretti.

"İblis müstesna hepsi secde ettiler" cümlesi âyetin başındaki "demiştik" fiiline atıftır. "Fesecedû / hepsi secde ettiler" cümlesinin başındaki "f' harfi, kendilerine secde emredilen meleklerin tereddütsüz, süratle, hemen emre uyduklarını belirtir. Vehb b. Münebbih'ten rivâyet olunduğuna göre meleklerden ilk önce Cebrâîl , sonra sırasıyla Mikâil, İsrafil, Azrail, daha sonra diğer melekler secde ettiler.

Âyetteki "İblis dışında / illâ İblis" istisnası, muttasıl (dahil olan) bir şeyi istisna etmek kabılindendir. Çünkü İblis, önceleri binlerce melek içinde cınnî (emlerden, cinlere mensub) olarak tekti ve o da meleklerin sıfatlarını taşıyordu, İşte bundan dolayı âyetteki "Hepsi secde ettiler" cümlesinde, melekler gaalib ve çoğunlukta olduklarından İblis de meleklerden sayıldı; sonra da meleklerden biriymiş gibi onlardan istisna edildi.

Burada değişik ihtimaller üzerinde durulabilir:

1- Meleklerden bir tür vardır ki, onlar (insanlar gibi) çoğalır. İşte bu tür meleklere cin denir. Abdullah b. Abbas'tan rivâyet olunduğuna göre. İblis bu cinlerdendir.

2- Bu secde emri, sadece cinleri kapsıyordu. Ancak âyette meleklerin zikredilmesi sebebiyle onların zılırine ihtiyaç kalmadı..

3- Âyette İblis'in, meleklerden istisna edilmesi, münkatı' (dahil olmayan) bir şeyi istisna etmek kabilindendir. Bu âyet-i kerîme ile;

"Andolsun ki, sizi yarattık; sonra size şekil verdik; sonra da meleklere:

- Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis hâriç hepsi hemen secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı."

"Hatırla o zamanı ki Biz, meleklere:

- Âdem'e secde edin! demiştik. İblis hâriç hepsi hemen secde ettiler mealindeki âyetlerden çıkan sonucun şu olması gerekir:

Meleklerin secdeleri, kesin, âcil ve şartsız bir emir üzerine gerçekleşmiştir ve bu emir Âdem'in yaratılmasından, insan olarak şekıllendirilmesinden ve ona ruh üflenmesinden sonra verilmiştir.

Meleklerin itaati talikî bir şarta bağlı tutulmamıştır. Emirle secde arasına başka bir olay girmemiştir. Ancak aşağıdaki âyetlerde taliki bir şart varmış gibi gözükmektedir. Şöyle ki:

"Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere şöyle demişti:

- Ben kuru bir çamurdan (salsak), şekil verilebilen bir balçıktan (hame-i mesnun) bir beşer yaratacağım." (Hicr 15/28)

"Onu tesviye ettiğim (bütün uzuvlariyla şekillendirip tamamladığım) ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın." (Hicr 15/29)

"Meleklerin, hemen hepsi secde ettiler." (Hicr 15/30) "Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere şöyle demişti:

- Ben çamurdan (tıîn) bir insan yaratacağım." (Sâd 38/71)

Onu tesviye ettiğim ve ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın." (Sâd 38/72)

"Meleklerin hemen hepsi secde ettiler." (Sâd 38/73)

İşte bu âyetler zahirlerine göre, secdenin, talikî şartlı bir emre terettüp ettiğini gösterirler. Fakat emir ile secde arasına Âdem'in yaratılması, onun insan olarak biçimlendirilmesi ve ona ruh üflenmesi olayları girmemiştir. Vehb b. Münebbih'ten rivâyet olunduğuna göre, ruh üflendikten hemen sonra secde gerçekleşmiştir.

Bu âyetler arasındaki zahirî farklılığa cevap bulmak için birtakım açıklamalar ve yorumlar yapılmışsa da bunların hepsine halik itirazlar vâki olmuştur. Bize göre, Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin, güzel nazmından anlaşılan hakikat şudur;

Meleklerin Âdem'e secdeleri, Allah'ın (celle celâlühü) âcil, kesin ve şartsız emriyle gerçekleşmiştir. Bu emir de, Ademin faziletinin meleklerce anlaşılmasıyla verilmiştir. Âdem'in faziletinin meleklerce anlaşılması ise Âdem'in hilâfetinin meleklere haber verilmesi üzerine Allah ile melekler arasında cereyan eden karşılıklı bir konuşma sonucudur.

Bu âyetler bize bildiriyor ki, meleklerin secdeleri veya talikî şarta bağlı emir Âdem'in insan suretinde şenlendirilmesinden ve ona ruh üflenmesinden hemen sonra gerçekleşmiştir. Bununla beraber talikî şarta bağlı emrin dile getirildiği âyetlerde, ruhun üflenmesinden hemen sonra meleklerin secdesinin gerektiğini ifade eden bir kelime de yoktur. Zira bu âyetlerde şartın bağlı olduğu cevap veya ceza cümlesinin başındaki "f " harfi, gecikme olmaksızın veya derhal şeklinde bir mânâya gelmez. Nitekim;

"Ey imân edenler! Cuma günü namaz için nida edildiği zaman Allah'ın zılırine koşun." meâlindeki âyette de "fes'av" cümlesinin başında "f' harfi bulunduğu halde ezandan hemen sonra namaza koşmanın vacip olmadığı kesindir.

Yine, "İtminana (savaş tehlikesi geçip huzur ve sükûna) kavuşunca namazı tamı olarak ikame edin." meâlindeki âyette de yukarıda belirtildiği gibi "feakıîmû" cümlesinin başında "f " harfi olduğu hâlde, itminan hâlinden hemen, sonra namaza durmanın vâcib olmadığı kesindir. Vücub, vaktin girmesinden sonra gerçekleşir.

Elbette hakikat böyledir. Zira açıklamakta olduğumuz talikî şarta bağlı emir konusunda Âdem'in üstünlüğü anlaşıldıktan sonra hikmetin gereği olarak melekler onun şânını tefekküre sevk edilmişlerdir. Tâ ki, melekler, Âdemin hâllerini anlasınlar; onunla ilgili gerçekleri kavrasınlar. Çünkü Âdem'in hilâfeti meleklerin bilgileri dışında kalan ulaşılması zor hikmetler ve gizli sırlar üzerine kurulmuştur. Melekler, böylece duruma apaçık vâkıf olmuş ve secde emrine uymanın kesin gereğine inanmışlardır.

Talikî şarta bağlı emri dile getiren âyetlerde âcil ve şartsız secde emrinin anlatıma dahil edilmemesi olayların da bu suretle gerçekleştiğini gerektirmez. Tıpkı yukarıda anılan âyetlerde Âdem'e, âcil ve şartsız secde emri anlatılırken talikî şarta bağlı emrin anlatıma dahil edilmemesinin, daha önce o emrin verilmemiş olmasını gerektirmediği gibi. Çünkü bir kelâmın, makamın ve güzel intizamın gerektirdiği değişik üslûplar ile anlatılması, bir Kitab-ı Azız olan Kur’ân'da az rastlanan bir şey değildir. Daha önce Zemahşerî Mahmud b. Ömer'in  "el-Keşşâf' adlı tefsirinden naklen,

"Hatırla o zamanı ki, Rabbin meleklere şöyle demişti:

- Ben çamurdan bir insan yaratacağım" (Sâd 38/71) mealindeki âyetle ilgili anlatılanlar burada bir şüphe sebebi olmamalıdır. Zira ilgili bazı âyetlerde beşerin ne olduğu meleklere tanıtılmadan doğrudan doğruya onun yaratılacağı açıklandığı hâlde diğer bazı âyetlerde talikî şarta bağlı secde emriyle ilgili aşamalar ayrıntılarla anlatılmıştır. O hâlde âcil ve şartsız secde emrine konu olayların özetlenmesinın sebebi nedir?

Olay şöyle gelişmiş olabilir:

Allah (celle celâlühü), âcil ve şartsız secde emrinin bağlı olduğu hususları icmali olarak ilk başta meleklere ulaştırmış, meselâ:

- Ben şundan veya bundan bir beşer yaratacağım ve yeryüzünde onu halîfe kılacağım . Onu şekillendirdiğim, ona ruhumdan üflediğim ve onun hakikati size tebeyyün ettiği zaman, sız de ona secdeye kapanın!" demiş; Âdem'i yaratmış, onu insan suretinde biçimlendirmiş ve ona ruhundan ruh liflemiş; melekler de o zaman, o sözleri dile getirmişlerdir.

Yahut hilâfetin o sayılan şartlarının gerçekleşmesinden sonra Allah meleklere hilâfet haberini vermiş, meselâ Âdem'e ruh üfledikten sonra "onu yeryüzünde halife yapacağım" demiş; o zaman melekler de Âdem hakkında o sözleri sarfetmişlerdir. Allah, da Âdem'e eşyanın isimlerini öğretmek suretiyle onu teyid etmiş, desteklemiştir.

Melekler de onda neler görmüşlerse onları müşahede etmişlerdir. İşte o zaman, emredilen şeyin önemine binaen, secde vaktini belirlemek için o âcil ve şartsız emir vâki olmuştur.

Özetlersek, konu ile ilgili ayrıntıların bazıları bir yerde, bazıları da başka bir yerde zikredilmiştir. Bu konuda şüpheyi tamamen kesip atmak için şu açıklamayı yapmak gerekir:

Yukarıda anılan;

"Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere şöyle demişti:

- Ben çamurdan bir insan yaratacağım" (Sâd 38/71) mealindeki âyetle,

"Onlar orada münakaşa ederken benim mele-i a’lâ hakkında ne bilgim olabilirdi?" meâlindeki âyette geçen "iz yahtasımûn / Onlar orada münakaşa ederken" bedel ve izahtır.

"Mele-i alâ"dan maksat, bu ümmetin âlimlerinin kaahir çoğunluğuna göre, meleklerle Âdem (aleyhisselâm) ve İblis'tir. Onların tartışmalarından maksat da Âdem'in (aleyhisselâm) hilâfeti konusunda aralarında cereyan eden konuşmalardan gaalip çıkma gayreti ve ezcümle Âdem'in eşyanın isimlerini saymasıdır.

Ve bu âyet (Sâd 38/71), belirtildiği gibi, daha önceki bir âyetin (Sâd 38/69) "Onlar orada münakaşa ederken" cümlesine karşılık ve izah olduğuna göre, bunun gereği olarak, bu tartışmaya konu taliki şarta bağlı emir ve emrin şartı olan Âdem'in yaratılması, insan suretinde şekillendirilmesi, ruh üflenmesi, meleklerin ona secdesi, İblisin inadı ve lâ'netlenmesi, meleklerin arasından çıkarılması ve ondan sonra cereyan eden fiiller ve sözler bu âyetin kapsamı içindedir. Bu münakaşa, meleklerin secdesinden sonra olmadığı gibi, İblis İn kibir ve inadı yüzünden onlar arasından kovulmasından sonra da değildir. Çünkü bildiğin gibi. İblis, tartışan taraflardan biridir. Tıpkı bu tartışmanın tamamı, Âdem'in yaratılmasından önce olmadığı gibi. Çünkü Âdem'in yaratılmadan önce eşyanın isimlerini bildirmesi mümkün değildir. Bunda zorunluluk vardır. Şu hâlde mezkûr münakaşanın tamamı, ruhun üflenmesinden sonra ve meleklerin secdesinden önce gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü bu iki yoldan birine hükmetmek, kesin bir zorunluluktur.

Her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah (celle celâlühü), gerçeği en iyi bilendir.

B- "O, yüz çevirdi (Ebâ), kibirlendi (ve'stekbere) ve kâfirlerden oldu."

Bu cümle, istisnayı başka bir deyişle İblis İn secde etmeyişinin keyfiyetini açıklar.

"Ebâ-ye'ba-ibâen" kökünden gelen "ebâ" tereddütsüz, düşünüp taşınarak, irade ve ihtiyar ile imtina etmek, kaçınmak, yüz çevirmek, diretmek, dayatmak demektir.

Tekebbür, kişinin nefsini başkasından büyük görmesidir. İstikbal- tok davranmak, büyüklük taslamaktır. İblis, emre uymaktan imtina etti ve Âdem'i (aleyhisselâm) yüceltmekten yahut onu Rabbinin ibâdetine vesile etmekten kaçındı, büyüklük tasladı.

İbâ fiili, istikbâl (büyüklük taslamak) fiilinden önce zikredilmiştir. Oysa İblisin secdeden imtina etmesinin sebebi büyüklük taslaması olduğuna göre onun daha önce zikredilmesi gerekirdi. Ancak bunun böyle olduğu apaçık ve ortada olduğu için buna işaret etmek gereği yoktur. Sâd (38) sûresinin 74. âyetinde yalnız "ıstikbâr"; Hicr (15) sûresinin 31. âyetinde ise yalnız "ibâ" kelimesinin zılıri ile iktifa edilmiştir.

İblis bu davranışıyla Allah'ın ezelî ve ebedî ilminde kâfirlerden oldu.

Zaten o aslen kâfir cinlerdendi. İste bundan dolayıdır ki, İblis o büyük cürmü işledi.. Nitekim Kelıf (18) sûresinin 50. âyetinde;

"İblis, cinlerden olduğu için Rabbinin emrinden çıktı" buyrulmak suretiyle bu gerçek ifade edilir. Bu cümle kendisinden önceki "emre uymaktan imtina ve büyüklük taslama"nın bir açıklamasıdır.

İblis, Allah'ın (celle celâlühü), Âdem'e secde emrini beğenmediği için kâfirlerden olmuştur. Çünkü İblis, iddiasına göre Âdem'den üstündü ve üstün olanın, üstün olduğu kimseye eğilmesi hoş değildi. Nitekim,

"Allah (İblis’e) sordu:

- Ben sana emrettiğim hâlde seni secdeden men eden nedir? O da dedi ki, :

- Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu da topraktan yarattın."

"(Allah):

- Ey İblis! (Kudret) Ellerimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Büyüklük taslamak istiyorsun yoksa yücelerden mi oldun? dedi. (Sâd 38/75)

İblis ise (şöyle) cevap verdi:

- Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten; onu çamurdan yarattın!" (Sâd 38/76) mealindeki âyetlerde bu gerçek dile getirilir. Yoksa İblis, yalnız vacibi terk etmek ile kâfir olmadı. Bu cümle kendisinden önceki cümleye ma'tuftur. "el-Fâ" üzerine "vav" işarı, mahza ibâ', istihbar ve küfre delâlettir.

34 ﴿