38

"Demiştik ki:

- Hepiniz oradan (cennetten) inin! Eğer Benden size bir hidâyet gelir de lam Benim hidâyetime uyarsa artık onlara korku yoktur; onlar mahzun da olmayacaklardır."

A- "Demiştik ki:

-Hepinız oradan inin!"

Bu cümle, kelâmın müncer olduğu bir soruya cevaptır. Sanki (kcenne),

"- Âdem'in tevbesi kabul edildikten sonra ne oldu?" diye sorulmuş ve cevabı böyle verilmiştir.

Cennet'ten inme emrinin tekrarlanması, inisin kaçınılmaz olduğunu, bu emrin mutlaka tahakkuk edeceğini bildirmek, Âdem'in (aleyhisselâm) tevbesinin affa mucib olacağı umudunu tamamen kesmek ve Âdem'e (aleyhisselâm) bir nevi merhamet göstermek içindir.

Çünkü her iki âyette cennetten iniş emredılmekle beraber iki emir arasında açık bir fark müşahede edilir:

Birinci emirde bir nevi öfke vardır ve iniş yerinin bir imtihan ve düşmanlık yurdu olduğu ve buna ilâveten orada ebedî kalınamayacağı belirtilir.

İkinci emirde ise kurtuluşa ve başarıya götüren bir hidâyet bahşedileceği vaadi vardır.

Onun devamındaki azab va'di ise öncelikli olmayıp mükelleflerin kötü seçimine bağlı kalmaktadır.

Burada şu gerçeğe de dikkat çekilmektedir:

Allah'ın hükmüne muhalefet etmemek halamından gerçek basiret ehli için müeyyide olarak bu iki iniş emrinden biri bile yeterli iken ikisinin birden vârid olması anlam itibariyle çok önemhdir.

Bu iki âyetle ilgili bir başka görüş daha vardır. Şöyle ki:

Birinci âyet, Âdem ile Havva'nın cennetten dünya semâsına, ikinci âyet de yeryüzüne inmelerini tazammun eder.

B- "Eğer Benden size bir hidâyet gelir de kim Benim hidâyetime uyarsa artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır".

Bu cümle;

"Eğer tarafımdan size, göndereceğim bir peygamber ve indireceğim bir kitap vâsıtası ile bir hidâyet çağrısı gelir de o hidâyete uvanlar olursa onlara artık korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." demektir.

O ilâhî çağrının geleceği kesin iken, "eğer Benden size bir hidâyet gelirse. .." şeklinde şüphe ifade eden bir şart cümlesinin kullanılmasının anlamı, Allah'a imân ve tevhid inancının vâcıb olması için insanlara akıl verilmesi, afakî (haricî) ve enfüsî (dahilî) delilleri değerlendirerek doğru düşünme imkânının bahşedılmesidir.

Bir başka görüşe göre, âyette görünürde şüphe ihsas eden bir ifadenin kullanılması büyüklerin âdetini uygulamaktır ki onlar kesin olaylarda bile ihtimal ile konuşur.

"...Artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır" cümlesinin anlamı onlar hiç korkmayacak ve üzülmeyecek veya kaynağı ne olursa olsun onların asla korku ve üzüntüleri olmayacak, her zaman, sevinçk ve neşek olacaklar demek değildir. Nasıl öyle olabilir ki Allah'ın celâlini ve heybetini tazim etmek ve Allah'a karşı kulluk görevlerini yerine getirmek için yapılan çalışma ve gösterilen gayreti yeterli görmemekten dolayı korku ve endişe duymak, havasın ve mukarrabînin özelliklerindendir. Âyetin ifade ettiği gerçek, sürekli korkusuzluk ve üzüntüsüzlük hâlidir yoksa akla gelen geçici korku ve üzüntü vehimleri değildir.

Âyette hidâyet kelimesinin. Allah zamirine izafe edilmesi, hidâyeti tazim ve ona uymanın gerekliliğini daha da pekiştirmek içindir.

Âyetteki ikinci hidâyetten maksat, teşriî hidâyetler, insanlara verilen akıl, yaratılan afakî (dıştaki) ve enfüsî (içteki) deliller gibi pek çok şeydir.

38 ﴿