|
İsrâiloğullarının küfürleriyle ilgili olaylar A- "Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın." Burada hitabın yönü değişmiş ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aynı dönemde yaşamış, onunla çağdaş İsrâiloğullarma çevrilmiştir. Daha önce, "Bir zamanlar, Rabbin meleklere demişti ki: - Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım. "O zaman meleklere: - Âdem'e secde edin! demiştik de İblis müstesna hepsi secde etmişlerdi." âyetlerinde hitab, Resûlüllah'a yöneltilmiş ve bütün insanlara bahsolunan nimetleri hatırlatması emredilmişti. Çünkü evvelce de belirtildiği gibi bu âyetlerin anlamı özetle şu idi: "- Ey Resûlüm Muhammed! Benim kelâmımı onlara tebliğ et ve onlara hatırlat ki Biz onların atası Âdem'i yeryüzünde halife yaptık. Meleklerin ona secde etmesini emrettik. Eşyanın isimlerini ona öğretmek suretiyle kendisine şeref kazandırdık ve onun tevbesini kabul ettik." Yukarda ifade edildiği gibi bu âyette hitabın yönü değiştirilmiş ve Peygamberimizin . çağdaşı özel bir topluluğa tevcih edilmiştir. Amaç kendilerine bahşedilmiş olan çeşitli nimetleri onlara hatırlatmaktır. İsrail, Ya'kub'un (aleyhisselâm) lâkabıdır. Ibranîcedeki karşılığı Safvetullah (Allah'ın temiz, pâk kulu) veya Abdullah'dır (Allah'ın kulu). İsrail kelimesi; "isral, israyil, israel" şeklinde de okunmaktadır. Burada özellikle Yahudilere sahip bulundukları nimetlerin hatırlatılmasının sebebi diğer topluluklara nazaran daha çok nimete mazhar olmalarından ve fakat daha çok nankörlük etmelerin dendir. Onlardan istenen Allah'ın verdiği nimetlerin önemini düşünmek ve şükrünü eda etmektir. Oysa işaret edildiği gibi İsrâiloğulları, o nimetleri tamamen unutmuşlardı ve onlara şükretmek akıllarına bile gelmiyordu. Nimet kelimesinin, Allah (celle celâlühü) zamirine izafe edilmesi, o nimetlere şeref kazandırmak ve şükürlerinin Allah'a (celle celâlühü) tahsis edilmesinin zorunluluğunu bildirmek içindir. Nimet onlarla kayıtlandırılmıştır (Size verdiğim, nimetlendirdiğim, in'am ettiğim nimetimi... denilmiştir). Bunun sebebi insanın yara alışındaki nimet sevgisidir. Nitekim insan, mazhar olduğu nimetlere baktığı zaman rıza ve şükre temayül eder. Buradaki nimetlerden maksat, İsrâiloğullarının atalarına ve kendilerine bahşedilmiş olan çeşitli nimetlerdir ki bu nimetlerin en büyüğü, Peygamberimiz zamanına yetişmeleridir. B- "Ahdimi tutun ki, Ben de sizin ahdinizi tutayım." Yani Bana verdiğiniz imân ve ibâdet sözünü yerine getirin ki Ben de size olan ahdimi yerine getireyim; size güzel mükâfatlar vereyim. Ahd, bir akdin taraflardan her birine yüklediği va'd, söz, taahhüd (eda, edim) demektir. Âyette birinci ahd faile, ikinci ahd mefûle izafe ediliniştir. Çünkü Allah (celle celâlühü) kâinattaki delilleri yaratmak (nasbı'd-delâil), Peygamberler göndermek (irsak'r-rusül) ve kitaplar indirmek (inzâle'l-kütüb) suretiyle bütün insanlardan ve ezcümle Isrâioğullarından îmân ve salih amel sözü almış ve güzel amellerin mükâfatını vermeyi va'detmiştir. Her iki ahde vefanın da geniş izahları vardır. Biz kullara göre, bu ahdin ilk mertebesi, iki şahadet kelimesini söylemektir. Allah (celle celâlühü) tarafından bunun ilk mertebesi (mükâfatı) bu ikrar ile İslâm'a giren insanların kanlarının ve mallarının korunması (haram lüknmasıdır). Yine biz kullara göre, bunun son mertebesi kulun tevhid deryasında garlı olmasıdır ki o zaman insan değil başkasını kendi nefsini bile düşünemez olur. Allah'a’-Ügöre, bunun sön mertebesi ise, O'nunla ebedî olarak buluşma saadetine etmektir. Bu âyetin mânâsı ile ilgili olarak İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) gelen şöyle bir rivâyet vardır: "Muhammed'e uyarak (ittıba ederek) ahdimi/sizden aldığımı ahdi yerine getirin (Evfû biahdî) ki Ben de ahdimi ifa edeyim (Ufî bia'hdiküm); ağırlıklarınızı, boynunuzdaki zincirleri indireyim." Diğer bir görüşe göre de bu ifade: "- Siz farzları edâ ve büyük günâhları terk suretiyle sizden aldığım ahdi yerine getirin ki Ben de sizi mağfiret etmek ve size mükâfatlar vermek suretiyle size olan ahdimi gerçekleştireyim yahut siz dosdoğru yolda bulunmak suretiyle sizden aldığım ahdi yerine getirin ki Ben de size ılıram ve ihsanda bulunmak ve sürekli nimetler vermek suretiyle size olan ahdimi ifa edeyim" demektir.39 Bir görüşe göre de âyette zikredilen her iki ahd mefule (yapılacak şeye) izafe edilmiştir. Bu takdirde mânâ şöyledir: Siz, Bana verdiğiniz imân ve tâata bağlılık ahdinizi yerine getirin ki Ben de size verdiğim güzel mükâfatlar ahdimi yerine getireyim. Her iki ahdin tafsilatlı izahı Âl-i İmran sûresinin 195. âyetinin tefsirinde gelecektir. C- "Ve yalnız Benden korkun." Bunun anlamı "Yaptıklarınız ve yapmadıklarınızdan ve özellikle de ahdi bozmaktan dolayı yalnız Benden korkun" demektir. Bu cümledeki tahsis, Fatiha sûresinin; "Biz ancak Sana ibâdet (kulluk) eder ve ancak Sen'den yardım dileriz" meâlindeki 5. âyetinde dile getirilen tahsisten daha kuvvetlidir. Çünkü burada tahsis ifade eden mefûlün takdiminden başka mefûlün tekrarı ve cezaiye "f'si vardır. Bu "f ", kelâmın şart mânâsı taşıdığına delâlet eder. Sanki "Eğer siz bir şeyden korkacaksanız Benden korkun" buyrulmuş olur. "Re-hi-be, yerhabu, rehben kökünden gelen rehbet", sakınma mânâsı taşıyan korku demektir. Bu âyet, va'd ve vaîdi tazammun ettiği gibi şükrün ve ahde vefanın vücûbuna ve mü'minin, Allah'tan başka hiç kimseden korkmaması gereğine delâlet eder. |
﴾ 40 ﴿