41"Beraberinizde bulunanı (Tevrat) onaylayıcı olarak indirdiğime (Kur’ân) imân edin. Onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın. Ve âyetlerimi az bir bedel (semen-i kalil) karşılığında satmayın ve ancak Benden sakının (ıttika edin)." A- "Beraberinizde bulunanı (Tevrat) onaylayıcı olarak indirdiğime (Kur’ân) îmân edin." Burada görüldüğü gibi yalnız Kur’ân'a imân emredilmiştir. Çünkü Yahudiler için ahde vefa en büyük umdedir (el-u'mdetü'l-kusva). Açıkça "Tevrat" yerine "maa'küm / beraberinizdeki, nezdinizdeki, elinizdeki" denmesi, Yahudilerin, Kur’ân'ın Tevrat'ı tasdik ettiğini bildiklerini bildirmek içindir. Çünkü Tevrat'ın Yahudilerin elinde bulunması, ona sık sık başvurduklarına ve onun içindeki bilgilere vâkıf olduklarına alâmettir. Bu da onların, Kur’ân'ın Tevratı, onayladığını bildikleri sonucuna götürür. Kur’ân'ın, Tevrat'ı tasdik etmesi; Kur’ân'ın, Tevrat'ta vasıflandırıldığı gibi inmesi yahut tarihî bilgilerde, va'dlerde; tevhide, insanlar arasında adaleti sağlamaya, günâhlardan ve çirkin işlerden nehvetmeye davette Kur’ân'ın Tevrat'a uygun olmasıdır. Kur’ân'ın, asırlara göre değişen hükümlerin ayrıntılarında Tevrat'a muhalefeti hakîkatte muhalefet değil muvafakattir, Çünkü bu hükümlerin ayrıntıları, her biri kendi asrına ve zamanına göre haktır. O teşrîin temelini oluşturan esas hükmün ruhunu taşımaktadır. Zaten Tevrat'ta, o neshedilen hükümlerin ebedî olduğuna delâlet eden hiçbir sarahat yoktur ki Kur’ân'ın neshettiği hükümlerde ona muhalefet söz konusu olsun. Tevrat'taki hükümler, onların mutlak olarak meşruiyetine delâlet etmekle beraber bu hükümlerin ebediyyen bâkıî veya geçici oldukları noktasına hiç temas edilmemektedir. Hattâ biz deriz ki Tevrat dahi, o hükümlerin neshedileceğini ifade etmektedir. Çünkü Tevrat'ın, kendi hükümlerini nesheden Kur’ân'ın doğruluğunu belirtmesi, aynı zamanda o hükümlerinin de neshini ifade eder. Şu hâlde neshedilen hükümlerdeki muhalefetin gerekçesi zamanın değişmesidir. Hattâ farz edelim eğer önceki hükümlerin nüzulü sonraki hükümlerin zamanına kadar gecikmiş olsaydı, onlar da sonraki hükümlere uygun olarak nazil olurlardı ve bunun tersi olarak eğer sonraki hükümlerin nüzulü, önceki hükümlerin zamanında gerçekleşmiş olsaydı, kesinlikle önceki hükümlere uygun olarak nazil olurlardı. İşte bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Eğer Mûsâ, benim zamanımda yaşamış olsaydı, bana tâbi olmaktan başka çaresi olmazdı." Bu âyet-i kerîmede, nazil olan Kur’ân'ın, ellerinde bulunan asıl Tevrat'ı tasdik edici olmak vasfı ile kayıtlandırılması, bu ilâhî emre uymanın gerekliliğini daha da pekiştirmek içindir. Çünkü kendi ellerinde bulunan Tevrat'a olan imânları, onu tasdik eden Kür'an'a da imân etmelerini kesin olarak gerektirmektedir. B- "Onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın." Yani onu inkârda aceleci olmayın (müsaraat etmeyin); aksine sizin vazifeniz, ona ilk imân edenler olmanızdır. Çünkü siz, elinizdeki ilâhî kitaplardan (kütüb-ü ilâhiyye) edindiğiniz bilgilerle, Kur’ân'ı ve onu getiren Peygamberin şânını, hak ve gerçekliğini kendi oğullarınızı tanır gibi tanıyorsunuz. Zaten sız daha önce o Peygamberle (müşriklere karşı) zafer diliyordunuz (istiftah ediyor) ve onun geleceği zamanı müjdeliyordunuz. -Nitekim ileride bu konu gelecektir- Bu itibarla onu inkâr edenlerin ilki olmanız, sizden beklenen bir şey değildir. Böyle bir yanlış davranışta bulunmayın. Arap müşrikleri, Yahudilerden önce Kur’ân'ı inkâr ettikleri halde Yahudilerin, Kur’ân'ı inkâr edenlerin ilki olmaktan nehyedilmesı, zahirî mânâsı itibariyle değil fakat tariz içindir. Çünkü burada hedeflenen mânâ, Kitab Ehli'nden inkâr edenlerin ilki siz olmayın yahut kendi ellerinde bulunan ilâhî kitabı inkâr edenlerin ilki siz olmayın, demektir. Çünkü Kur’ân'ı inkâr eden, aynı zamanda Kur’ân'ı tasdik eden Tevrat'ı da inkâr etmiş olur. Bir başka tevcih de şu olabilir: Siz de, Mekke müşrikleri gibi onu inkâr edenlerin ilki olmayın. C- "Ve âyetlerimizi az bir bedel karşılığında satmayın." Yani âyetlerimiz karşılığında kendiniz için dünya hazlarından (huzuzu'd-dünyeviye) bir bedel almayın. Bu yoldan elde edilen dünyalik, ne kadar büyük olursa olsun imânı terk ile elden kaçırılan âhiret hazlarına (huzuzu'l-âhire) göre çok az ve çok değersizdir. Müfessirler derler ki bu âyetin muhatablarının kavimleri içinde riyasetleri, rüsumları ve gelirleri vardı. Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi oldukları takdirde bu imkânları kaybetmekten korktular. Nihayet bunları ihtiyar ve imâna tercih ettiler. Muavaza akidlerinde40 umde ve maksud olan, satın alınan maldır. Burada o umde, ona vesile semen (bedel) olarak ifade edilmiştir. "Biâyatî" kelimesinin başındaki, "b" harfi Arapçada vesilelerin başında zikredilir. Bu da göstermektedir ki onlar normal durumu tersine çevirmişler; asıl maksadı (dini), vesile, vesileyi de (dünyalik); asıl maksat yapmışlardır. Ç- "Ve ancak Benden sakının." İmân ve halika ıttıba ederek, dünyaliktan, geçici şeylerden yüz çevirerek Benden sakının. Bundan önceki âyet, rehbet (korku ve çekinme) ile son bulmuştu. Rehbet, bu âyetin sonundaki takvanın mukaddimelerindendir. Yahut bundan önceki âyetteki hitab, hem âlımı, hem mukallidi kapsadığından, orada rehbet emredilmiştir. Bu, her iki fırkaya da şamildir. Bu ikinci âyetteki hitab ise yalnız âlimlere tahsis edildiği için takva emredilmiştir. Bu da korku ve çekinmenin son aşamasıdır. |
﴾ 41 ﴿