44"İnsanlara iyilik (el-birr / hayır iş, sâlih amel) emrederken kendi nefislerinizi unutuyor musunuz? Oysa Kitabı okuyup duruyorsunuz. Aldetmez misiniz?" A- "İnsanlara iyilik emrederken kendi nefislerinizi unutuyor musunuz?" Daha önceki hitab, bütün İsrâiloğullarına yöneltilmiş iken burada tecrid ve İsrâiloğullarının yalnız bir sınıfına tevcih edilmiştir. Soru tesbit, tevbîh (kınama) ve tâcib (yadırgamak) içindir. Lûgatta "birr", geniş anlamda hayır iş, salih amel demektir ve hayrın her çeşidini kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki "el-birr" üçe ayrılır: 1) Allah'a (celle celâlühü) ibâdette birr, 2) Akrabayı gözetmede birr, 3) Yabancılarla yapılan muamelelerde birr. Yani sizler başkalarına hayır ve iyilik emredip kendinizi bunun dışında tutmakla nefsinizi unutulmuş gibi mi sayıyorsunuz? Abdullah İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre: "Bu âyet, Medine'deki Yahudi bilginleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, gizlice nasihat ettikleri kimselere Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi olmayı, ona imân etmeyi emrediyorlardı fakat kendileri, mensuplarından, tâbîlerinden gelen hediyelere, peşkeşlere tamah ederek Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) imân etmiyorlardı. Bir görüşe göre de onlar, başkalarına sadakayı emrediyorlardı fakat kendileri vermiyorlardı. el-Süddî diyor ki: "O Yahudi bilginleri, insanlara Allah'a (celle celâlühü) tâati emrediyorlardı. O'na karşı günâh işlemeyi de nehyediyorlardı. Fakat kendileri Allah'ın emirlerina uymuyor ve günâh işliyorlardı." İbn Cüreyc Abdülmelik el-Mekkî diyor ki: "Yahudi bilginleri, insanlara namaz ve zekâtı emrediyorlardı fakat kendileri namaz kılmıyor ve zekât vermiyorlardı." Âyette ifade edilen red ve tevbîhin asıl sebebi, onların hayır yapma konusunda kendi nefislerini unutmalarıdır yoksa insanlara hayır ve iyilik emretmeleri değildir. B - "Oysa Kitabı okuyup duruyorsunuz. Akletmez misiniz?" Bu Yahudi bilginleri için bir azarlama ve susturmadır. Bu da tıpkı, "Halikı bâtıl ile karıştırmayın ve bile bile halikı gizlemeyin" gibidir. Bu cümle şu anlama gelmektedir: Oysa sizler, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını bildiren; size Peygambere imânı emreden; hayır veya salih amel işleyenleri mükâfat ile tebşir, fesat ve inat yoluna sapanları, sözleriyle hareketleri birbirini tutmayanları azab ile tehdid eden Tevrat'ı okuyup duruyorsunuz da bütün bunlara akıl erdıremiyor musunuz? Onun içindeki hakikatlere veya yaptıklarınızın çirkinliğine aklınız yatmıyor mu ki, bunlardan vazgeçmiyorsunuz? Demek oluyor bu ilâhî red, gerektirici sebebleri gerçekleşmek suretiyle onların okuduklarına akıl erdirememelerine yöneliktir. Onlar ya okudukları üzerinde düşünemiyor ya da düşündükleri hâlde anlayamıyorlar demektir. O hâlde ilâhî red, her ikisine birden şâmildir. "Aid veya akıl" lügatte, menetmek ve tutmak (imsak etmek) demektir. Deveyi hareketten alikoymak için ayaklarını dirseğine bağlayan bağa da aynı mânâdan "ı'kal" denir. Nefsin, zarurî (anlaşılması için bir yardımcı delile ihtiyaç olmayan.) ve nazarî (anlaşılması için bir yardımcı delile ihtiyaç olan) bilgileri idrâk aracı olan ruhanî nura, akıl adı verilmiştir. Çünkü akıl denen bu idrâk gücü insanı çirkin işlerle meşgul olmaktan alikoyar ve insanı güzelliklere bağlar. Gördüğün gibi bu âyet, başkasına nasihat verip de kendisi kötü işlere devam eden herkesin ayıbını teşhir etmekte; bu hareketin şeriati bilmeyen cahillerin veya akıl yoksunu ahmakların işi olduğunu bildirmektedir. Yukarda işaret edildiği gibi bu âyette amaçlanan mânâ, insanı nefis tezkiyesine (tezekld-i nefse / arınmaya) teşvik etmek, nefsi kemale erdirmek için gayret sarf etmektir ki, sonuçta nefis haliki bizzat yaşasın da, başkasının da halikı yaşamasına etkili olabilsin; yoksa âyetten murat fâsık kimsenin, başkasına nasihat etmesini menetmek değildir. Rivâyet olunur ki; vaktiyle sözleri pek etkili, kalblere nüfuzu kuvvetli bir bilgin vardı. Onun sözlerinin etkisiyle ölenler olurdu. O şehirde de yaşlı bir kadıncağız ve onun salih, yufka yürekli bir oğlu vardı. Anne, oğlunu o vâizm meclisinden sakındırır, menederdi. Fakat bir gün oğlu, gizlice o vâizm meclisine gitti ve dinlediklerinin etkisiyle oracıkta son nefesini verdi. Gözü yaşlı ana bir gün yolda vaiz ile karşılaştı ve dilinden şu mısralar döküldü: "Sen, insanlara hidâyet etmeye çalışıyorsun belki ama kendin hidâyete erememişsin! Agâh ol ki, şu yaptığın fayda vermez. Ey bileği taşı! Daha ne zamana kadar sen demiri bileyleyeceksin? Ama kendin kör kalıp bir şey kesemeyeceksin!" Vaiz, bu sözleri duyunca derin bir iç çekişiyle atından düşüp bayıldı. Onu hemen evine taşıdılar fakat o da, Allah Sübhanehu'nun rahmetine kavuşmuştu. |
﴾ 44 ﴿