55

"Yine hatırlayın o zamanı ki şöyle demiştiniz: - Ya Mûsâ biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız.

Bunun üzerine sizi yıldırım (saika) çarptı. Bakakaldınız."

A- "Yine hatırlayın o zamanı ki şöyle demiştiniz:

- Ya Mûsâ biz Allah'ı açıkça (cehren) görmedikçe sana asla inanmayız!"

Burada İsrâiloğullarına, işledikleri o büyük cinayetten, buzağıyı ilâh ittihaz ettikten sonra kendilerine bahşedilmiş olan diğer bir nimet daha hatırlatılmaktadır. Onlardan inanmaları istenen şey acaba neydi? Bu dört şey olabilir:

1- Allah'ın (celle celâlühü), Mûsa'ya Tevrat'ı verdiği,

2- Allah'ın (celle celâlühü), Mûsâ (aleyhisselâm) ile konuştuğu,

3- Allah'ın Peygamber olarak Mûsa'yı seçtiği,

4- Allah'ın onların tevbelerıni ancak birbirlerini öldürmeleri şartıyla kabul edebileceği idi.

"- Ya Mûsâ biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız!" diyenler buzağıya tapanlardan tevbe mikaatı için seçilip Mûsâ ile beraber Tûr'a giden yetmiş nakıîb idi.

Rivâyet olunuyor ki, İsrâıloğulları, yaptıklarına pişman olup:

"- Eğer Rabbimiz, bize merhamet ve mağfiret etmezse, biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz" dedikleri zaman, Allah, Mûsa'ya kavmi, içinden yetmiş kişi seçip kendisi ile beraber Tûr'a getirmesini ve orada tevbelerıni izhar etmelerini emir buyurdu.

Mûsâ, bu yetmiş nakıîb ile Tûr'a çıkınca, onların hepsini buluttan busu tun kapladı (gaşyetti). O zaman Allah (celle celâlühü), Mûsâ (aleyhisselâm) ile konuştu; ona emretti, nehyetti (yapması ve yapmaması gereken şeyleri söyledi). Allah'ın her konuşmasında Mûsa'nın alnında bir nûr parlıyordu. Bu nur, o kadar parlıyordu ki maiyetinde bulunan yetmiş kişiden hiçbiri ona bakamıyordu. Ancak o yetmiş kişi, Allah'ın Mûsâ ile konuştuğunu, "şunu yap, bunu yapma" diye emirler ve nehiyler verdiğini duyuyorlardı. İşte o zaman onlar Allah'ı (celle celâlühü) görmeyi çok arzu ettiler de o sözü söylediler. Nitekim A'raf sûresinde -İnşaallah teâlâ- gelecektir.

Bir görüşe göre de bunu söyleyenler, Mûsa'nın kavminden on bin kişi idi.

B- "Bunun üzerine sizi yıldırım çarptı. Sız de bakakaldınız."

Siz, o yıldırıma baka baka o sizi çarptı. Çünkü siz aşırı bir inat gösterdiniz ve imkânsız bir şeyi istediniz.

Onlar gerçekten sanmışlardı ki, Allah (celle celâlühü), cisimlere benzer (müşebbehü'l-ecsam) bir şeydir. Karşılıklı cihetler ve mekânlar yolu (ışığın yansıması) ile cisimleri görmek mümkün olduğu gibi Allah'ı da görmek mümkündür. Oysa Allah'ı (celle celâlühü) görmenin imkânsız olduğunda hiç şüphe yoktur.

Şânı yüce Allah hakkında mümkün olan, bütün keyfiyetlerden münezzeh bir rü'yet olayı vardır ki bu da ancak âhirette mü'minler için gerçekleşecektir. Ancak bu, bazı peygamberler için dünyada da gerçekleşmiştir. Söz konusu bu peygamberler cevherlerinin saf ve berraklığında öyle bir mertebeye ermişlerdir ki bedenleri kendileri için sadece bir dış örtü mesabesinde kalmıştır. İşte bazı hâllerde bu örtüyü atarak, ondan tamamen tecerrüt ederek mukaddes âleme yükselmişlerdir.

Yıldırım çarpma olayının ne suretle gerçekleştiği konusunda değişik görüşler vardır:

1- Gökten bir ateş inmiş ve onları yakivermiştir.

2- Olay, korkunç bir ses ile gerçekleşmiştir.

3- İsrâiloğulları kabileleri içinden seçilen o nakibler bir ordunun korkunç seslerini duydular, bayikp yere düşüverdiler ve yerde bir gün bir gece ölü kaldılar.

Vehb b. Münebbih'ten rivâyet olunduğuna göre:

"Onlar, aslında ölmediler fakat o korkunç hâl nedeniyle öyle bir titremeye maruz kaldılar ki neredeyse mafsalları birbirinden ayrılacak, belleri kırılacaktı ve neredeyse helâk olacaklardı, İşte o zaman Mûsâ (aleyhisselâm) ağlayıp Rabbine yalvardı. Allah da (celle celâlühü) onlardan bu musibeti kaldırdı, akıl ve şuurları geri geldi.

Mûsa'nın yere düşmesi ise, öldüğünden değil, fakat Allah korkusundandı. Nitekim âyette "Mûsâ, ayılınca / ifakat bulunca..." denir.

55 ﴿