60"Hatırlayın o zamanı ki Mûsâ kavmi için su istemişti (istislia etmişti). Biz de dedik ki, : - Asanı taşa vur! Bunun üzerine o taştan on iki göze kaynadı. Her grup insan su içeceği yeri (meşrebeyi) bildi. - Allah'ın rızkından yiyin, için fakat bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin." A- Hatırlayın o zamanı ki Mûsâ kavmi için su istemişti." Burada İsrâiloğulları sıcak ve kupkuru Tih Sahrası'nda susuz kaldıklarında Allah tarafından kendilerine bahşedilen başka bir nimet daha hatırlatılmaktadır. Onlar bu nimete de nankörlük etmişlerdi. Olayların tertıbındeki sıranın değiştirilmesi, bunların her birinin, hem hatırlatılması hem de hatırlanması gereken birer müstakil olay olduğu içindir. Eğer bu olayların anlatımında gerçekleşme sırası gözetilmiş olsaydı, hepsinin tek bir olay olarak hatırlanması gerektiği anlamı çıkarılabilirdi. B- "Biz de dedik ki asanı taşa vur!" Bu taşın nasıl bir taş olduğu konusunda değişik rivâyetler vardır. Şöyle ki: 1- O taş, Tûr Dağ'ından alınmış bir taş olup küp (mükeab) biçiminde idi. Mûsâ, onu yanında taşıyordu. Onun her yüzündeki üç gözden su kaynıyordu (nebean ediyordu) ve her gözden çıkan su ayrı kanal (cedvel) ile İsrâiloğullarmdan bir sibta (oymak) akıyordu. Mûsa'nın yanındaki İsrâiloğullarının sayısı altı yüz bin, kapladıkları alan ise on iki mil idi. 2- Bu taş, Allah'ın Âdem ile beraber cennetten indirdiği bir taş idi. Bu taş, babadan oğula ve nihayet Şuayb'a intikal etmiş ve o da o taşı asâ ile beraber Mûsa'ya vermişti. 3- Bu taş, Mûsa'nın (aleyhisselâm), yıkanmak için soyunup üstüne koyduğu elbiselerini kaçıran taş idi. Söylendiğine göre İsrâiloğulları, Mûsa'nın husyelerinde şişlik olduğu yolunda bir dedikodu uydurmuşlardı. (Bunu kendilerince bir nakısa olarak değerlendiriyorlardı.) Allah (celle celâlühü) da onların nazarında Mûsa'yı (aleyhisselâm) temize çıkarmayı murad etti. İşte bunun için Cebrâîl Mûsa'nın elbiseleri ile beraber uzaklaşması için o taşa işaret etti. 4- Bu taş, herhangi bir taş idi. Hüccet olarak en üstün olan da budur. 5- Mûsâ muayyen bir taşa değnekle vurmakla emrolunmadı fakat İsrâiloğulları: "- Pekiyi., biz, taşsız bir yere gidersek, hâlimiz ne olur?" deyince, Mûsâ (aleyhisselâm), bir taşı torbasında taşımaya başladı.. Ve bir yere indiğinde asası ile bu taşa vuruyor ve vurunca da ondan su kaynıyordu. Yola koyulacakları zaman da yine o taşa vuruyor ve vurunca da taş kuruyordu. Bunu gören İsrâiloğulları da: Mûsâ, asasını kaybederse, susuzluktan ölürüz" dediler. O zaman Allah Mûsa'ya "- Taşa hiç vurma; onunla konuş; o sana itaat edecektir; belki bundan ibret alırlar!" buyurdu. 6- Bu taş, mermerden olup bir zira (arşın, İslâm döneminde kullanılan zira, 75 cm ile 90 cm arasında değişen bir uzunluk ölçü birimi. İslâm öncesi dönemlerdeki zira'ın uzunluğu hakkında ise kesin bir bilgiye sahip değiliz). Kare büyüklüğünde idi. Mûsa'nın (aleyhisselâm), mucizevî asası da kendi boyu olan on zira idi. (Bu zira'ın bilinen zira'dan çok küçük olduğu tahmin edilmektedir). Mûsa'nın asası, cennetin mersin ağacından idi. İki çatak vardı; bunlar karanlıkta ışık saçıyordu. C- "Bunun üzerine o taştan, oniki göze kaynadı." Bu cümle, kekimin gelişinden anlaşılan mukadder bir cümleye atıftır. Mukadder cümle, olayın son derece sür'atie gerçekleştiğini göstermek, için hazfedilmiştir. Sanki bu oniki gözden suyun kaynayıp akması (ınficar etmesi) taşa vurma emrinden (iş) hemen sonra gerçekleşmiştir. Başka bir deyişle taşa vurulur vurulmaz, on iki gözden su kaynamıştır. Ç- "Her grup insan (sıbt) su içeceği yeri (meşrebeyi) bildi. - Allah'ın rızkından yiyin, için fakat bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin." Böylece İsrâiloğullarının her kolu, kendisine has olan su kaynağını bildi. "Allah'ın rızkından..." cümlesinin başında "dedik" sözünün bulunması mukadderdir, o manen vardır. Başka bir ifadeyle onlara dedik ki: "- Allah'ın rızkından yiyin, için..." Allah'ın rızkı veya Allah'ın verdiği rızık, kudret helvası, bıldırcın kuşları ve bu su idi. Bir başka görüşe göre ise bu rızıktan maksat yalnız bu sudur. Çünkü hububat ve meyve, gibi yiyecekler de, su ile bitmektedir. Ancak burada yenilmesi emredilen yiyecekler hazır bulunan nimetlerdir; onların daha sonra isteyecekleri şeyler değil. Bu da, anılan rızıktan yalnız o suyu anlamaya engeldir. Bütün varlıklar, yaratilış ve mülkiyet olarak Allah'a (celle celâlühü) istinat ettiği hâlde rızkın O'na izafe edilmesi, ya teşrif (şeref kazandırmak) ya da âdete göre geçerli bir sebep olmaksızın da Allah tarafından verildiği içindir. "Bizim verdiğimiz rızıktan yiyin, için" anlamına gelecek bir beyanın değil de "Allah'ın rızkından veya Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, için" ifadesinin kullanılması, olaydaki yemek ve içmek emrinin, doğrudan ilâhî hitab yoluyla değil fakat Mûsâ (aleyhisselâm) vasıtasıyla emredilmiş olmasındandır. "A'yın-peltek sa-vav" veya "a'yin-sa-ya / asiye, ya'sa" kökünden gelen "el-a'siy", şiddetli fesat ve bozgunculuk çıkarmak demektir. O hâlde maksud olan mânâ taşkınlık ve fesatta aşırıya gitmeyin olur. Bir görüşe göre ise "el-asiy" kelimesi müfsit ile takyid edilmiştir. Çünkü asiy, genellikle fesat anlamında kullanılıyorsa da lügatte mutlak olarak halika tecavüz (taaddi) anlamındadır. Bazen bu tecavüz, fesat için olmayabilir. Meselâ, saldırgan zalime karşılık vermek gibi. Bazen de tercihe şayan bir salâh için de olabilir. Meselâ, Hızır'ın, oğlanı öldürmesi ve gemiyi delmesi gibi. |
﴾ 60 ﴿