71

"Mûsâ:

- Allah buyuruyor ki o çifte koşulup tarla sürmemiş, ekin sulamamış, salma, kusursuz ve hiç alacası bulunmayan bir sığırdır; dedi.

Onlar da:

- İşte şimdi bize gerçeği söyledin; dediler.

Nihayet sığırı (bulup) kestiler. Az kalsın yapamıyacaklardı."

A- "Mûsâ:

- Allah buyuruyor ki o çifte koşulup tarla sürmemiş, ekin sulamamış, salma, kusursuz ve hiç alacası olmayan bir sığırdır; dedi."

O, çift sürmek ve ekin sulamak için boyunduruk altına alınmamış, ezilip yıpranmamis, salma gezen veya kusursuz (müsellem), hiçbir alacası olmayan bir sığırdır. O, hiçbir işte çalıştırılmamıştir, serbest dolaşmaktadır. Allah (celle celâlühü), onun rengini hâlis ve sade kılmıştır. O sığırın boynuzu ve tırnakları dahil, derisinin renginden farklı hiçbir yanı yoktur.

B- "Onlar da:

- İşte şimdi bize gerçeği söyledin (halikı getirdin); dediler."

"- İşte şimdi o sığırı, diğerlerinden tamamen ayıran gerçek vasıflarım bize söyledin; artık o sığır hakkında bizim hiçbir şüphemiz kalmadı" ama ilk iki açıklama böyle, bu derece belirleyici değildi. Öyle sanılıyor ki onlar, bundan önce de o sığırı görmüşler ve üç açıklamada belirtilen tafsilatlı vasıfların tamamını taşıdığını ve üçüncüsünde sayılan vasıfların da, sadece ona özgü olduğunu anlamışlardı. Yoksa onlar, son vasıfların, yalnız onda bulunduğunu, başkasında bulunmadığını nereden bileceklerdi.

C- "Nihayet sığırı (bulup) kestiler. Az kalsın yapamayacaklardı."

Onlar, o sığırı buldular ve kestiler. Ama ondan önce bunu gerçekleştirmekten uzak bulunuyorlardı. Özetle söylemek gerekirse bu araştırmalar kendilerine ağır gelmişti ve ağır davranıyorlardı. Bu işi aşırı derecede uzatmış ve tekrar tekrar müracaatta bulunmuşlardı. Neredeyse sorularının sonu gelmeyecekti.

Bir görüşe göre, olayın başından emrin infazına kadar aradan kırk yıl geçti.

Bir görüşe göre de, sığırın fiyatının çok yüksek olmasından dolayı az kalsın, bu emri yerine getirmeyeceklerdi.

Rivâyet olunuyor ki, İsrâıloğulları içinde dindar ve sâlih bir ihtiyarın tam bu vasıfları taşıyan bir buzağısı ve bir de oğlu varmış. İhtiyar, bu buzağısını bir ormana götürmüş ve:

"- Allah'ım! Ben bu buzağımı, oğlum büyüyünceye kadar Sana emanet ediyorum" diyerek salmış.

Sonra o ihtiyar vefat etmiş ve buzağı da yetişip sığırların en güzellerinden olmuş. Söz konusu vasıflar, yalnız onda bulunuyormuş. Bu arada ihtiyarın oğlu da büyümüş. Araya araya o sığırı bulmuşlar ve pazarlık sonunda, derisinin dolusu kadar altınla satın almışlar. Oysa o zaman bir sığırın normal değeri üç dinarmış.

Bilmiş ol ki muayyen sığırın kesilmesiyle emrin ifasının gerçekleştiğinde bir görüş ayrılığı yoktur. Öyle ki, eğer onlar, başka bir sığır kesmiş olsalardı, emir yerme getirilmiş olmazdı. Ancak müfessirler şu noktada görüş ayrılığma düşmüşlerdir:

O cinayet olayından sonra kesilmesi emredilen sığır, o muayyen sığır mıydı yoksa kesilmesi emredilen belirsiz bir sığır idi de, onların, emri yerine getirmekte ağır (ihmal, terahi ve tekâsül ile) davranmaları, incelenmekte ve açıklama istemekte aşırı gitmeleri yüzünden mi sonradan muayyene çevrildi? Bazı tefsirciler birinci görüşü savunmuşlardır, Çünkü onların kanaatlerince bu âyetlerdeki cevap cümlelerinde baştan sonuna kadar sığırın yerini tutan bütün zamirler, o muayyen sığırı ifade etmektedir. Şu hâlde sual cümlelerindekı zamirler de öyle olnıakdır. Ve hiç şüphesiz sual, kesilmesi emredilen sığırla ilgilidir. Bu itibarla muayyen olan o sığırdır (mübhemin muayyene çevrilmişi değildir).

Ancak bu görüş, şu şekilde reddedilmektedir:

Onlar, cansız bir sığırın bir parçası ile maktule vurulması ve böylece ölünün dirilmesi olayına şaşmaları, taaccüb etmeleri nedeniyle bu sığırın belli bir sığır olduğunu, onun sığır cinsinin genel vasıfları ve özellikleri dışında daha başka vasıflar taşıdığını sanmışlardı da, bu yüzden bir takım sorular sormuşlardı. Böylece âyetlerdeki zamirler, o belli sığırı ifade eder. Allah (celle celâlühü) da, ilk emirde kastedilen belli bir sığır olmadığı hâlde onların mükelle fiye derini ağırlaştırmak üzere o sığırı muayyene çevirmiştir.

Hak olan görüş sudur:

Bu sığır ilk başta mübhem, belirsiz, gayr-i muayyen idi. Öyle ki, eğer onlar o aşamada herhangi bir sığır kesmiş olsalardı, emrin ifası gerçekleşmiş olacaktı. Çünkü âyetlerin nazm-ı kerîminin zahiri, o sığırın renginin belirtilmesinden önce o sığırı kesme emrinin tekrar edilmesi ve ondan sonra sığırın kusursuz olduğunun ve derisinde hiç alaca bulunmadığının belirtilmesi de buna delâlet eder. Peygamberimiz de buyurmuştur ki:

"- Eğer onlar, en kötü sığırı getirip kesselerdi, onlar için yeterli olurdu."

Bu hadîsin bir benzeri de Abdullah b. Abbas tarafından rivâyet olunmuştur.

İlk emir verildiğinde bu sığır mübhem ve mutlak iken sonra onların mükellefiyetlerini ağırlaştırmak üzere birinci hüküm, ikinci, hükümle neshedildi ve ikinci hüküm de üçüncü hükümle neshedildi. Ancak bu mübhem ve mutlak hükmün tamamen, kalkması ve muayyene intikal etmesi yavaş yavaş, tedricen tayin, takyit ve tahsis suretiyle olmuştur. Nasıl buna hayır, denebilir ki, eğer böyle olmasaydı, onların hikâye edilen müracaatları ağır suçlar kabilinden değil, fakat ibâdet kabilinden sayılırdı. Çünkü emredilen şey üzerinde durmadan emri yerine getirmek, nerdeyse mümkün değildir. Buna göre onların sualleri, emri yerine getirmeye önem vermek kabilinden sayılır.

71 ﴿