77"Onlar bilmiyorlar mı ki Allah, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da hakkıyla bilir." Çünkü bu âyet, sonuna kadar onların, anılan halleri sebebiyle Allah tarafından cehaletlerine hükmedildiğini bildirmekledir. Bu itibarla bu esnada mü'minlere hitab edildiğini kabul etmek ağaç ile kabuğunu birbirinden ayırmak gibi bir şey olur. Şunu da ilâve edelim ki bu hitabı mü'minlere tahsis etmek, bir zorlamadan öteye geçmez. Kaldı ki "...size inanacaklarını mı umuyorsunuz?" hitabında olduğu gibi, onu Peygamberimize de (sallallahü aleyhi ve sellem) teşmil etmek edebe tam anlamıyla aykırı olur. Yahudiler, içlerindeki münafıkları, Kitap'tan bazı bilgileri (Son Peygamberin niteliklerini) Ashab'a anlatmaları yüzünden, aleyhlerine hüccet olarak kullanılır korkusu ile ayıplıyorlar da, bilmiyorlar mı ki, Allah, onların kendi aralarında mü'minlerden kalblerinde gizlediklerini de mü'minlere açıkladıklarını da hakkıyla bilir. Saklıyı veya gizliyi bilen Allah açığı elbette ve evleviyetle bilir ve daha önce geçtiği gibi onların kendi adamlarına açıkladıklarım da (onları ayıplamalarını) kesinlıkle bilir. Böyle olunca Allah onların gizlemek istediklerini vahiy yolu ile Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirebılır. Sonuçta o söylediklerinin yine hüccet olarak kullanılması ve onların susturulması gerçekleşir. Tıpkı Tevrat'taki recim (taşlama) âyetiyle bazı şeylerin onlara haram kılınmasında olduğu gibi. Şu hâlde onların serzeniş ve ayıplamalarının hiçbir faydası yoktur. Yahudilere göre sakıncalı olan, Allah'ın onlara açtığı bilgilerin kendilerine karşı hüccet olarak olarak kullanılmasıdır. Bu ise, onlar açıklasalar da, saklasalar da her iki cihanda gerçekleşmektedir. O bilgilerin hüccet olarak kullanılmasi, onların anlatması ile hasıl olmuyor ki onların gizlemesi ile engellenebilsin. "Onlar, bilmiyorlar mı ki..." cümlesindeki "onlar" zamiri, bazılarına göre yalnız münafıkları yahut münafıklarla onları ayıplayanları yahut da onların tahrifçi atalarını ifade etmektedir. Yani onlar o hareketleri yapıyorlar da hiç bilmiyorlar mı ki Allah onların bütün gizlediklerini de, açığa vurduklarını da kesinlikle bilmektedir. Ezcümle Allah, onların: - Küfürlerini gizledikleri halde, imânlarını açıkladıklarım; - Peygamberimiz ile ilgili bilgileri gizlediklerini, diğer bazı bilgileri açıkladıklarını; - Allah'ın emirlerini gizlediklerini ve kendileri tarafından uydurulduğu hâlde Allah'a isnad ve iftira ettikleri şeyleri de hakkıyla bilir . "Onlar bilmiyorlar mı ki Allah, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da hakkıyla bilir " cümlesinde, onların gizlediklerinin, açığa vurduklarından önce zikredilmesi, onların rezaletlerini ve korktuklarının başlarına geldiğini bildirmek ve Allah'ın (celle celâlühü) bütün bilgileri kuşatmış olan ilminin kapsamını belirtmek içindir. Sanki Allah'ın (celle celâlühü), onların gizledikleri şeylere ilişkin ilmi onları açığa vurmalarından daha öncedir (akdem). Oysa O'nun ılmme göre her ikisi de eşittir. Bu âyetin bir benzeri de, "(Resûlüm) de ki: - içinizdekileri gizleseniz de, açıklasanız da Allah onu bilir." (Âl-ı Imrân 3/29) meâlindeki âyettir. Nitekim bu âyette de aynı sebepten dolayı, gizlemek, açığa vurmaktan önce zikredilmiştir. Fakat, "İçinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah, sizi onunla hesaba çeker" meâlindeki âyette ise bunun aksi vârid olmuştur. Çünkü hesaba çekilmede asıl olan açık işlerdir; gizli işler değildir. Anılan âyette, gizlenenlerin, açığa vurulanlardan önce zikredilmiş olması, gizlilik mertebesinin, aleniyet mertebesinden önce olması itibariyle de olabilir. Çünkü açığa vurulan her şey veya onun başlangıcı şeyler mutlaka daha önce kalbde gizlenmiştir. Bu itibarla Allah'ın (celle celâlühü) ilminin birinci hâle (gizlilik hâline) taalluku, ikinci hâle (aleni hâle) taallukundan önce gelir.63 |
﴾ 77 ﴿