89

"Onlara, Allah katından yanlarındakini tasdik eden (musaddık) bir Kitap (Kur’ân) geldiğinde, daha önce onlar küfredenlere karşı onunla fetih ve zafer diledikleri (istiftah ettikleri) halde, o tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın lâ'neti o kâfirler üzerine olsun!"

A- "Onlara, Allah katından yanlarındakini tasdik eden bir Kitap geldiğinde, daha önce onlar küfredenlere karşı onunla fetih ve zafer diledikleri hâlde..."

İsrâiloğullarının yanlarında veya ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden bu İdtap, Kur’ân-ı Kerîm'den başkası değildir. Onun nekire (Kitap şeklinde) olarak zikredilmesi, tazim içindir. Gelen Kitab'ın "Allah katından..." diye vasıflandırılması da, ona şeref kazandırmak amacına matuftur. Tevrat da "yanlarında, beraberlerinde, ellerinde bulunmak lima maa'hüm" ile tavsif edilmiştir. Maiyet (yanında, beraberinde bulunmak), muhtevasına vakıf olmayı da gerektirir. Bu da, sonuçta Kur’ân'ın, Tevrat'ı tasdik ettiği bilgisini sağlar.

Mecî'den (Hazret-i Muhammed'in Peygamber olarak Medine'ye gelişi) önce Yahudiler, müşriklere karşı onunla istiftah ederler:

"- Ey Allah'ım! Vasıflarını (na'tinı) Tevrat'ta bulduğumuz, âhir zamanda gönderilecek o Peygamberle bize yardım eyle!" diye duâ ederlerdi. Yine Yahudiler, müşriklere:

"- Bizim söylediklerimizi tasdik edecek bir Peygamberin çıkma zamanı çok yaklaştı (gölgesi düştü). O gelince daha önce Âd ve İrem'in katledildiği gibi, biz de onunla beraber sizi öldüreceğiz." diyorlardı..

İbn Abbâs, Katâde ve Süddî diyorlar ki:

"Bu âyet, Benî Kureyza ve Nadir hakkında nazil olmuştur. Onlar, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olarak gönderilmeden (Bi'set) önce Medine'deki Evs ve Hazrec kabilelerine karşı Resûlüllahın (sallallahü aleyhi ve sellem) gelişini fetih ve zafer vesilesi yapıyorlardı.."

Bir görüşe göre de âyetin mânâsı şöyledir:

Medine'de yerleşik. Yahudiler, müşriklere onu ta'rif ederek kendilerinden bir âhir zaman Peygamberi geleceğini ve bunun zamanının çok yaklaş tığını söylüyorlardı.

B- "...O tanıdıkları gelince onu inkâr ettiler."

"O tanıdıkları gelince ."den murad Kitab veya Kur’ân Kerîm'dir. Kitab'ın indirildiği zâti (Peygamberi) tanımaları, Kitab'ı da tanımaları anlamındadır. "Felemma câehüm ma a'refû" ibaresi kelime kelime Türkçeye "O tanıdıkları kendilerine gelince" şeklinde çevrilebilir. İbarenin, başındaki "F", bunun üzerine, ...ince, hemen, akabinde, artık, fakat, sonra gibi mânâlara gelir. İşte bu mânâ, Yahudilerin, Peygamberi fetih ve zafer vesilesi yaptıkları günlerle onun Medine'ye gelişi arasında, önceki dileklerini unutturacak kadar uzun bir zaman geçmediğinin işaretidir. Bu cümledeki mânâ daha açık bir ifadeyle şöyle dile getirilebilir:

Onlar, kendi kitapları Tevrat'ı tasdik eden Kur’ân-ı Kerîm gelince, onu tekzıb ettiler (yalanladılar). Oysa onlar, Kur’ân-ı Kerîm gelmeden önce o Kitabin indirileceği Peygamberi niyaz ve dualarında yardım ve zafer vesilesi yapıyorlardı. Hemen bunun arlıasından tanıdıkları o peygamber gelince, inkârı seçtiler.

C- "Artık Allah'ın lâ'neti o kâfirler üzerine olsun!"

Burası normal olarak zamir yeri iken (onların üzerine, denmesi gerekirken), zahir isının zikredilmesi (o kâfirler üzerine, denmesi), onlara lâ'net okunmasının sebebinin, o inatçı küfürleri olduğunu bildirmek içindir. Cümlenin başındaki "F / artık" bu lâ'netin onların küfürlerinin sonucu olduğunu belirtir. Yahut bu kâfirlerden murad belli bir kesimdir. Bu takdirde bu Yahudiler de, lâ'net hükmüne öncelikle dahildir. Çünkü burada kelâm konusu onlardır. Hangi mânâya göre olursa olsun, bu cümle, yukarıda geçen "Öyle değil, küfürleri yüzünden Allah, onları lâ'netlemiştir" cümlesinin mânâsının gerçekleşmesidir.

89 ﴿