107"Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin için de Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." A- Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." Çünkü Ulûhiyyet unvanı, onun melekûtunun (hükümranlığı) hükümlerinin çevresinde döndüğü medardır (eksen). Bu cümle üç ayrı yönde yorumlanabilir: 1- Bu cümle bir önceki açıklamanın tekrarı ve ilâhî kudrete delil göstermektir. 2- Bu cümle tekid için olduğu kadar ilâhî ilmin birbirinden bağımsız ve her birinin maksat üzerinde durmak için ye terk olduğunu göstermek içindir. 3- Bu cümle, Allah'ın kudretinin her şeyi kuşattığına delil göstermek için müstakil bir açıklamadır. Yani Allah, saltanat-ı kahire (her şeye gaalib ve üstün bir hükümranlık) ve istilâ-yi bahireye (apaçık bir hâkim kudret) sahiptir. Bunlar da göklerde ve yerde, ilâhî iradenin gerektirdiği şekilde icad, idam, emir ve nehy olarak külli tasarrufa tam kudret demektir. Allah'ın (celle celâlühü) emrine karşı duracak ve O'nun hükmünü geciktirecek hiçbir kuvvet mevcut değildir. O hâlde bu yüce sâna sahip olan Allahü teâlâ'nın kudreti dışına herhangi bir şey nasıl çikabılır?! B- "Sizin için de Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." Bu da önceki cümleye atıftır. Yine bilmez misin ki, sizin için Allah'tan başka ne bir veli, ne de bir yardımcı vardır. Bu cümle, işaret ediyor ki, daha önce geçen, "Bilmez misin ki, Allah her şeye kaadirdir." "Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." hitabları Peygamberin ümmetine de şamildir. Bu iki hitab ta zahiren yalnız Peygamberin muhatab alınması ise ümmetinin o konulara ilişkin bilgisinin kendi bilgisine müstenid olmasından dolayıdır. Bu cümlede de Allah'a râci olacak zamir yerine Allah adının sarahatle zikredilmesi, ilâhî mehabeti daha fazla göstermek ve velayet (velilik) ve nusretin, mutlaka kuvvet ve izzetin (üstünlüğün) yanında olduğunu bildirmek içindir. Bundan maksat, Allah'tan başka veli ve yardımcı olmadığı bilgisini, Allah'ın iradesinin, neshte daha hayırlısını veya benzerini getirmeye tealluk etiğine şahit göstermektir. Çünkü Allah'ın buna mücerret kudreti, mutlaka hasıl olduğunu gerektirmez; fakat bunu gerektiren ancak Allah'ın, buna muktedir olmakla beraber mü'minlere veli ve yardımcı olmasıdır. Şu hâlde bir kimse, veli ve yardımcısının yalnız Allah olduğunu bilirse, kesin olarak inanmalıdır ki, Allah, ancak kendisi için hayırlı olanı yapar. Böylece işini Allah'a havale eder ve ne nesh, ne de başka bir konuda onun kalbine bir şüphe gelmez. Veli ile nasîr (yardımcı) arasındaki fark şudur: Veli, bazen yardım edemez. Yardımcı da, bazen yardım ettiği kimsenin velisi değil fakat yabancısı olur. Hulâsa, Allah'ın her şeye kaadir, göklerin ve yerin hükümranlığının yalnız Allah'a ait olduğunu, Allah'tan başka veli ve nasıîr bulunmadığını bilmenin sonucu olarak, Allah'ın, din ve dünya işlerinde hayırlı olandan başka bir şey yapmayacağına kesin olarak inanmak, bunu hazmetmek, Allah'a güvenmek, tevekkül etmek, kâfirlerin dedikodularına, şüphe aşılama gayretlerine ve ezcümle nesh hakkında söylediklerine kulak vermeden işi tamamen Allah'a havale etmek gerekir. |
﴾ 107 ﴿