116

"Allah, çocuk edindi; dediler. Hâşâ, O Sübhandır. Hayır öyle değil! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Hepsi O'nun emrine boyun eğmiştir."

A- "Allah çocuk edindi; dediler."

Yahudi, Hristiyan ve cahil putperestlerin, bâtıl sözlerinden bir başkasını anlatan bu âyet,

"Yahudiler ve Hristiyanlar:

"- Biz, Allah'ın oğulları ve sevgihleriyiz; dediler."

"Yahudiler:

- Uzeyr, Allah'ın oğludur; dediler." Hristiyanlar da:

- Mesih, Allah'ın oğludur; dediler."

"Bazıları da hiçbir bilgileri olmadığı hâlde O'na oğullarla kızlar uydurdular." mealindeki âyetler kabilindendir ve müşrik Arapların:

"- Melekler, Allah'ın kızlarıdır" demeleri üzerine nazil olmuştur.

B- "Hâşâ, O Sübhandır."

Allah, evlâd edinmek gibi bir eksiklikten münezzehdır. Evlâd edinmek insanlara has bir olaydır. Sübhan, tesbih etmek mânâsına mastar olarak kullanılır. Mastarın başındaki fiil hiçbir zaman zikredilmez; her zaman mahzûf, başka bir deyişle gizlidir.

Sübhanallah;

"- Ben Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim" demektir.

Sübhan kelimesi "se-be-ha" kökünden türemiştir; yüzmek, yerde yürümek ve uzaklaşmak mânâlarına gelir. Bir de sübhan, (fiilin mübalağası olan) tefîl (sebbeha-yüsebbihu-tesbıhan) babına nakledilmiştir. Ayrıca sübhan, mastar hâtinden hususî isim hâline dönüştürülmüştür. İşte bütün bu özelliklerınden dolayı sübhan kelimesi pek yüksek bir tenzih ifadesi taşır.

Bir görüşe göre de, sübhan kelimesi, tıpkı gufran kelimesi gibi, tenezzüh (münezzeh olmak) anlamında mastardır. Allah kendi Zâtı ile kendine yaraşır bir şekilde tenezzüh etmiştir. O, her türlü eksiklikten uzak ve beridir. Bu mânâya göre de, berâetin ve tenezzühün Zât-ı Akdes Cenâb-ı Allah'a isnadı cihetiyle mübalağa (kuvvetli ifade) mevcuttur. Fakat aslında tenzih, Allah'ın kendisine yaraşmayan şeylerden münezzeh olduğuna inanmaktır; yoksa bunu Allah'a isnad ve isbat değildir.

C- "Hayır, öyle değil (Bel)! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır."

Bu, âyet kâfirlerin iddialarını red ve onların söylediklerinin boş ve bâtıl olduğunu beyan eder. Cümlenin başındaki "bel / öyle değil" kelimesi, onların düşüncelerine asla itibar etmemek anlamına gelir. O düşünceye göre sanki Allah -, herhangi bir mahlûk cinsinden olup yerine geçecek bir çocuk edinmesini gerektiren süratli bir fânîlik (hızlı yok oluş) hâline mübtelâdır. Çünkü süratli fânilik mefhûmu olmadan, mücerret mümkün ve fâni okmak, yerine geçecek bir varlığın bulunmasını gerektirmez. Nitekim gök cisimleri, mümkün ve sonunda yok olmaya mahkûm varlıklar olmakla beraber, sürekli ve uzun ömürlü olmaları sebebiyle hayvanlar gibi değildir. Onların bir yavruya bile ihtiyaçları yoktur.

Hulâsa,  durum, onların iddia ettiği gibi değildir. Allah (celle celâlühü), bütün varlıkların ve ezcümle Uzeyr, Mesih ve meleklerin de yaratıcısıdır.

Ç- "hepsi O'nun emrine boyun eğmiştir."

Bilgi sahibi olsun veya olmasın, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'na boyun eğmektedir. Bu varlıklardan hiçbiri Cenâb-ı Allah'ın tekvin (yaratma), takdir ve iradesine baş kaldıramaz. Ve bu yüce sâna sahip Rabb'imizin, herhangi bir varhk cinsinden olması tasavvur olunamaz. Oysa eğer onların iddia ettiği gibi -hâşâ- çocuk edinmişse, çocuğun, kendi babasının cinsinden olması zorunludur.

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi" ifadesinde bilgi (akıl) sahibi olmayan varlıklar için kullanılan "mâ / ne" harfinin kullanılması, göklerde ve yerde bulunan varlıkları hakir göstermek ve onların bir kısınına nisbet edilen vasıftan onların son derece uzak olduklarını bildirmek içindir.

"Boyun eğmiştir" anlamındaki "kanitûn" kelimesinin, akıl sahiplerinin çoğulu tarzında olması (sonunda, vâv ile nûn bulunması) ise, tağlîb (akıl sahiplerinin galibiyeti) kabihndendir.

Sözü geçen kâfirlerin, Cenâb-ı Allah'a çocuk olarak isnad ettikleri insanların ve meleklerin hepsi, O'na itaat ve ibâdet ermekte ve O'nun Tanrılığını kabul etmektedir. Nitekim İsrâ sûresinin 57. âyetinde meâlen şöyle buyurulur:

"İşte onların yalvardıkları bu varlıklar, Rabb'lerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar."

116 ﴿