126

"Hatırla o zamanı ki İbrâhîm:

- Rabb'im bu beldeyi güvenli kıl ve onun ehlinden (halkı) Allah'a ve kıyamet gününe imân edenleri çeşitli semerelerle rızıklandır!" demişti.

Allah da şöyle buyurdu:

"- Kim küfr (inkâr) ederse az da olsa onu da rızıklandırır sonra ateş azabına uğratırım."

O ne kötü bir dönüş yeridir!..."

A- "Hatırla o zamanı ki İbrâhîm:

- Rabbim bu beldeyi güvenk kıl ve onun ehli'nden (halkı) Allah'a ve kıyamet gününe imân edenleri çeşitli semerelerle rızıklandır!" demişti.

İbrâhîm

"- Ey Rabb'im Kabe'nin bulunduğu bu vadiyi güvenk bir şehir, halkını güven içinde yaşayan insanlar kıl!" diye duâ etti.

İbrâhîm, bu duayı Mekke'nin kurulacağı yere ilk geldiğinde yaptı. Nitekim Said b. Cübeyr'in İbn Abbâs'tan rivâyetine göre,

"İbrâhîm, İsmail ile annesi Hacer'i oraya yerleştirip Şam'a döneceği sırada, Hacer, onun peşine düştü ve:

- Bu ıssız çölde bizi kime bırakıyorsun?

- Yoksa bunu sana Allah mı emretti? "- Evet!" dedi; İbrâhîm. Hacer:

"- O hâlde Allah, bizi zayi etmez" diyerek tevekkülle boyun eğdi.

İbrâhîm, yoluna devam etti. Nihayet Gedâ Tepesine gelince orada arlıasına dönüp onları bıraktığı vadiye baktı ve:

"- Ey Rabb'imiz! Ben zürriyetimden kimim (İsmail ile soyunu) ekin bitmez bir vadide, Senin Beyt-i Muharrem'inin (her türlü saldırının yasaklandığı, haram sayıldığı, hürmete şayan, kutsal ev) yanında yerleştirdim. Tâ ki namazlarını dosdoğru kılalar. Artık Sen insanlardan kimilerinin gönüllerini onlardan yana meylettir. Ve onları bazı semerelerle rızıklandır. Umulur ki şükrederler."

"- Ey Rabb'imiz! Şüphesiz ki Sen, bizim gizlediklerimizi de, açığa vurduklarımızı da bılırsin. Zaten ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli değildir."

"- İhtiyar hâlimde bana İsmail'i ve İshaak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı hakkıyla işitendir."

"- Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle!

"- Ey Rabbimiz! Duamı kabul eyle!"

"- Ey Rabbimiz! Hesap görülecek günde beni, anamı babamı ve imân edenleri bağışla!"

İbrâhîm sûresinin 35. âyetinde de İbrâhîm'in duası şu sûrede nakledilir:

"Hatırla o zamanı ki İbrâhîm şöyle duâ etmişti:

- Rabb'im, bu beldeyi güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut."

"Beled / şehir" kelimesinin İbrâhîm sûresinin 35. âyetinde harf-i tarifle (el-beled) şeklinde zikredildiği hâlde Bakara sûresinin 126. âyetinde (Rabb'im bu beldeyi emîn kıl) derken bu kelimenin elif lamsız olarak (beled) şeklinde zikredilmesinin sebebi şudur:

Eğer İbrâhîm, bu duayı iki kez yapmışsa, birincisinde iki şeyi istemiştir:

a) Oranın şehir olmasını,

b) Güvenli olmasını.

Allah da, üstün hikmetinin gereği olarak, bu iki dilekten birini kabul buyurmuş; diğerini ise, mukadder bir vakte kadar ertelemiştir. Sonra İbrâhîm duâ ve yakarışta âdet olduğu üzere dileğini tekrarlamış ve bu duası kabul edilmiştir.

İkinci duasında dilediği ise, oranın bilmen özel güvenliği idi yahut ilk duasında bunu da dilemişti de bu ona bahşedilmişti; fakat ikinci kez bunu dilemesi, güvenliğin devamlı olması içindi.

Eğer bu âyetlerin zahirinden anlaşıldığı gibi, İbrâhîm'in dileği aslında bir olmakla beraber aynı olay iki kez anlatılmişsa, buna göre her iki şeyin aynı zamanda dilenmiş olması mânâsı anlaşılır. Ancak İbrâhîm süresindeki duada yalnız güvenlik dilenmiş ve belde yerme bir kısım insanların gönüllerinin onlara meytettirilmesi talebiyle yerinilmiştir. Nitekim Allah'ın (celle celâlühü) izni ile İbrâhîm sûresinde bunun tafsilatı gelecektir.

İbrâhîm'in duasında geçen "Mekke halkının çeşitli semerelerle rızıklandırılmasi"; ya çevresinde çeşidi ürünler yetiştiren köyler kurulması ya da uzak ülkelerden bu ürünlerin ithali ile olacaktır ki bunun her ikisi de gerçekleşmiştir. Öyle ki, Mekke'de aynı günde ilkbahar, yaz ve sonbahar ürünleri bir arada satılmaktadır.

İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre:

"Tâif, Filistin toprağında idi. İbrâhîm bu duada bulununca, Allah, Harem halkına rızık olmak üzere Taif'i Fikstinden kaldırıp bugünkü yerme getirdi."

İbn-i Şihab el-Zührî de eliyor ki:

"Allah, İbrâhîm'in duası hürmetine, Şam yöresindeki şehirlerden birini yerinden kaldırıp Taife nakletmiştir."

(Gerek. İbn Abbâs in gerekse İbn-i Şilıab el-Zührî'nin sözleri, Tâif ikliminin, Şam ve Filistin iklimine çok benzediğinin mecazî ifadeleridir. Bu harika iklim ve münbit toprağın, İbrâhîm'in duasının bereketi ile kutsal şehir halkına bahşedilmiş olması bir ilâhî lütuftur.)

İbrâhîm, imânın yüksek şerefini, üstün meziyetini, imân ehline olan özel ilgisini göstermek ve Rabbine karşı da hüsn-ü edebi (güzel edebi) gözetmek için duasını Allah'a ve âhiret gününe imân edenlere tahsis etmiştir, İbrâhîm'in bu duası, kavminin imân etmesi için bir teşvik ve küfürden menetme anlamı da taşır. Nitekim bu kıssanın Kur’ân'da anlatılması da, Kureyş putperestleri ve Ehl-i Kitab için bir teşvik ve uyarıdır.

B- "Allah da şöyle buyurdu (Kale):

- Kim küfr (inkâr) ederse az da olsa onu da rızıklandırır sonra ateş azabına uğratırım."

Bu cümle de benzerlerinde olduğu gibi gizli bir soru cümlesine cevap bir istinaf cümlesidir. Allah bu sûrede:

- Ben, mü'minlerin de münkirlerin de dünyada rızkını veririm. Fakat küfür ve inkâr edenleri bir süre geçindirir, sonra da ateşin azabına uğratırım." buyurmuş oluyor.

Başka bir yönden bu cümle şöyle de tefsir edilebilir:

Sanki Cenâb-ı Allah, İbrâhîm'e :

"- Sen de ki, :

- Rabbim, inkâr edenlerin de rızkını verir. Çünkü onların da rızık konusundaki duaları (çaba ve gayretleri) kabul olunur; buyurdu."

Muhtemeldir ki, bu kelâm, İbrâhîm'in (ve onun dinine mensup olan mü'minlerin), rızkı imamlığa, peygamberliğe ve ebedî saadete kıyas etmemeleri için bir uyarıdır. Zira rızık, dünyevî bir ilâhî rahmet olup iyilere de kötülere de şâmildir. Seçkin ve özel insanlara mahsus olan imamet ise herkese şâmil bir rahmet değildir. İnkâr edenler, dünyada kendilerine verilen imkânları zayi ettiklerinden, âhirette azaba uğrayacaklardır.

Kıraat farklıklarına göre cümlenin mânâsında da ince farklar zuhur eder. Şöyle ki:

1- "Sümme adtarruhû ilâ a'zabi'n-nâr / Sonra onu ateş azabına icbar ederim." ibaresi "Sümme nadtarruhû" biçiminde okunursa cümlenin meâli, "Sonra onu ateşin azabına icbar ederiz" şeklinde olur.

2- "Feümettiuhu kalilen sümme adtarruhu" ibaresi "Feem'ti'hu kalîlen sümme ıdtarruhû (ıdtarruhû) ilâ a'zabı'n-nâr" şeklinde emir kipiyle okunursa mânâ, "Kim inkâr ederse, onu da az bir süre rızıklandır (geçindir, yararlandır), sonra da onu ateşin azabına icbar (ıztar) et!" olur.

Bu kırâete göre bu sözler de İbrâhîm'in duâsındandır. Ancak daha önceki, duası ile araya fasıla girmesinin sebebi, kâfirlere beddua olmasındandır.

Âyette, kâfirler hakkındaki cümlelerde farklı bir üslûbun kullanılması, onların küfrünün, cehennem azabına uğramak zorunda bırakılmalarının sebebi olduğunu bildirmek içindir. İmân edenlerin rızkı ise, lütuf ve ihsan kabilindendir.

C- "O, ne kötü bir dönüş yeridir."

Onların akıbeti olan cehennem ateşi veya onun azabı ne kötü bir şeydir?!

126 ﴿