137"Eğer onlar da sizin imân ettiğiniz gibi imân ederlerse muhalikak ki hidâyeti bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse artık onlar şikak (ayrılık, muhalefet) içindedirler. (Resûlüm), onlara karşı Allah sana yeter. O, her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir." A-"Eğer onlar da sizin imân ettiğiniz gibi imân ederlerse muhalikak ki hidâyeti bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse artık onlar şikak (ayrılık, muhalefet) içindedirler." "Onlar da sizin imân ettiğiniz gibi imân ederlerse..." şart cümlesi; eğer onlar da: 1- Daha önce sizin tafsilâtı ile anlatılanlara imân ettiğiniz gibi imân ederlerse, 2- Onlar da sizin şahadet ettiğiniz gibi bir şahadetle imân ederlerse, 3- Onlar da, iz'an ile, ihlâs ile ve Peygamberler arasında ayrım yapmaksızın imân ederlerse, sizin gibi halika ermiş, halikı bulmuş olurlar ve sizinle onlar arasında imân birliği ve ittifakı hasıl olmuş olur." demektir. Yok eğer onlar, anılan veçhile imândan yüz çevirirlerse, geçerli imânın unsurlarından birini ihlal ederlerse, onların âdeti ve dini olduğu üzere Peygamberlerin kimine imân kimini de inkâr ederlerse, o zaman sizden kesinlikle ayrılmış olurlar. Kur’ân'ın bu ifadesi, onların, mü'minlerin imân ettiklerinin bir kısınına imân etmeleri sebebi ile, mü'minlerle aralarında bir ortak zemin bulunabileceği vehmini ortadan kaldırmak içindir. Yani onları bu halleri ile kesinlikle sizden apayrı bileceksiniz. Bazı müfessirlere göre bu âyet de, "Eğer kulumuz (ve Resulümüz Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem)) indirdiğimizden (Kur’ân) şüphe içindeyseniz o hâlde sız de onun misli (eşdeğeri, benzeri) bir sûre getirin! Allah'tan başka bütün şahitlerinizi de çağırın; eğer iddianızda doğrular iseniz..." mealindeki âyet gibi islâm karşısında onların aczini ortaya koymak ve onları susturmak kahılindendir. B- "(Resûlüm), onlara karşı Allah, sana yeter." Âyetin bundan önceki cümlesinden, Yahudi ve Hristiyanlarla imân noktasında uyuşmanın mümkün olmadığı ve bunun da ister istemez, onlarla cidal (mücadele:) ve kıtale (çarpışmaya) sebep olabileceği anlaşılınca, Allah (celle celâlühü), mü'minleri desteklemenin ve onları üstün kılmanın teminatı olarak, o cümleden hemen sonra zafer va'detmek suretiyle Resûlüllahı teselli buyurdu ve mü'minleri ferahlattı. Nitekim Allah Yahudi Benî Nadir kabilesinin pek halik olarak öldürülmeleri ile o şerefli va'dini gerçekleştirdi. Âyetin bu cümlesinde kâfirlerin kesin muhalefet ve düşmanlıklarına karşı Allah'ın (celle celâlühü) kifayeti bütün mü'minler için olduğu hâlde muhatab olarak Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) seçilmesi kâfirlere karşı mücadelede asıl ve temel varlığın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olmasındandır. Bir de burada mü'minlere değil de yalnız Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) hitab buyurulması bize bildiriyor ki, İslâm düşmanlarına karşı olan mücadelede savaş işlerini yürütmek, imkânlarını hazırlamak, giderlerini sağlamak, bu yolda zorluklara ve sıkıntılara göğüs germek ve cesaret örneği olmak liderlerin vazifesidir. C- "O, her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir." Bu cümle de, önceki zafer va'dinin devamı ve tekidi mahiyetindedir. Yani Allah, senin dileklerini hakkıyla işitmekte ve bu hak dini izhar etmek niyetini de pek âlâ bilmektedir; O, senin istediklerini mutlaka verecek ve seni muradına erdirecektir. Yahut bu kelâm, kâfirler için bir ceza va'didir. Yani Allah, o kâfirlerin hayırsız konuşmalarını ve kalblerinde gizledikleri fenalikları gayet iyi bilmektedir ve onları mutlaka cezalandıracaktır. Bu mânâya göre de bunun, önceki va'din tekidi olduğu açıktır. Çünkü kâfirlere ceza va'di mü'minlere zafer va'didir. |
﴾ 137 ﴿