142"İnsanlardan bir takım sefihler diyeceklerdir ki onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir? (Resûlüm) de ki: - Doğu (el-maşrık) da, batı (el-mağrib) da Allah'ındır, Allah, dilediğim doğru yola iletir (sirat-müstaktime hidâyet eder)." A- "İnsanlardan bir takım sefihler diyeceklerdir ki onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir?" Sefahet, "hiffet-i akl" yani akıl hafifliği, akıl zayıflığı demektir. Sefihlerin kimler olduğu konusunda ise değişik görüşler ileri sürülmüştür. Şöyle ki: 1- Sefih; hafif akıllı, iyi düşünemeyen, aklını kullanamayan daha geniş kapsamda akla değer vermeyen, körükörüne takht eden insandır. 2- Sefihler, iftiracı, bühtana, yalancı ve bildiğinin aksini söyleyenlerdir. 3- Sefihler zâlimler ve cahillerdir. 4- Sefihlerden murad Yahudîlerdir. Nitekim İbn Abbâs ile Mücâhid'den (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, "Onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir?" diyenler Yahudîlerdi. Çünkü onlar neshi inkâr ediyorlardı. Bir de onlar Peygamberin atalarının kıblesi olan Kabe'ye değil de Beytü'l-Makdis'e yönelmesine akşmışlardı. Bu onların hoşuna gidiyordu. 5- Sefihlerden maksat müşriklerdir. Müşrikler bunu, Kabe'ye dönülmesini sevmedikleri için değil fakat Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) tebliğ buyurduğu dini tenkid için söylüyorlardı. Zira onlar: "- Muhammed, atalarının kıblesinden yüz çevirdi; sonra yine ona döndü. O, ilende mutlaka atalarının dinine geri dönecektir." diyorlardı. 6- Sefihler, Kıble'nin değiştirilmesini tenkid konusu yapan kâfir üç gruptan bazı insanlardı. Buna göre "...mine'n-nâsi / insanlardan..." ifadesi, üç kâfir grubtan, her türlü fesada dalmayı âdet edinmiş şakıî ruhlu olanları belirtmek içindir. Zaten en açık anlaşılan mânâ da budur. Çünkü o kâfirlerden belli bir taife kastedilmiş olsaydı, "insanlardan" denilinesinin fazla bir faydası olmazdı. Âyette, o kâfirlerin sefihlerinin zikredilmesi, diğerlerinin, Kıble'nin tahvilini kabullendikleri, ona razı oldukları anlamına gelmez. Fakat onların ya hiç yüksek sesle tenkid etmediklerini, ya da tenkidlerinde bu ifadeyi kullanmadıkları anlamına gelir. Buradaki istifham inkârı vasıfta olup reddetmek anlamındadır. Kıble, bir şeyin başka bir şeye karşı (mukabil) olma veya durma hâlidir. Şeriatta bir terim (ıstılah) olarak kıble, namazda insanın yöneldiği cihettir. Burada kıbleden Beytü'l-Makdis (Mescid-i Aksa) kas tedilmektedir. "...a'n kıbletihi-mülleti" kelâmiyle Kıble kelimesinin, Müslümanları belirten zamire izafe edilmesi ve onun "kânû a'leyha / üzerinde oldukları", her zaman yöneldikleri, saygınlığını gözettikleri ve hak olduğuna inandıkları, şeklinde vasıflandırılması, ret ve inkâr anlamım tekid içindir. Çünkü bir şeye bağlanmak, onun hak ve gerçek olduğuna sürekli inanmak, ondan ayrılmaya engeldir. Sefihlerden murad eğer Yahudiler idiyse onların Kıble'nin tahvilini reddetmelerinin sebebi, bundan hoşlanmamaları ve bunu yanlış bulmalarıdır. Sefihlerden murad eğer müşrikler idiyse, bu sözü söylemelerinin sebebi, mücerred islâm'a dil uzatmak ve o kıbleye yönelmenin de, ondan yüz çevirmenin de sebepsiz olduğunu açıklamaktır. Yoksa Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), o kıbleden yüz çevirmesini ve Mekke'ye yönelmesini sevmedikleri için değildir. "Onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir?" buyrulduğu hâlde "Onları başka kıbleye yönelten, döndüren nedir?" denmemiştir ki zaten bunun ikisinden birinin gerçekleşmesi, diğerinin de gerçeldeşmesi demektir. Çünkü eski dini terk etmek, aklen daha uzak bir iştir, Onun sebebini reddetmek ise, sonuç almak için daha etkilidir. Bu ifade kıble değişikliğini reddedenlerin Yahudiler ve müşrikler olduklarını bildirmek için değildir. Zira Yahudilerin reddettikleri sırf Beytü'l-Makdis'in hususiyetlerinden dönülmesidir. Yahudilerce yegâne hak kıble Beym'l-Makdis'tir. Yoksa Yahudilerin, içlerine sindiremedikleri başka bir kıblenin hususiyetine yönelmek değildir. Müşrikler, de eski kıblenin terk edilmesine, İslâm'ı tenkid etmek ve onun hükümlerine dil uzatmak maksadıyla karşı çıkıyorlardı; yoksa Peygamberin -âi Kabe'ye yöneldiğine karşı çıkmıyorlardı. Çünkü müşriklerin de yegâne hak kıblesi Kabe idi. Âyette açıkça görüldüğü üzere "Onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir?" ifadesi, ne Yahudileri, ne de müşrikleri belirlemek için sevk edilmiş değildir. Çünkü bunu bildirmekten uzaktır. Nasıl buna hayır, denebilir ki, münafıklar da, şüphesiz Yahudilerden ve müşriklerdendi. (Onlar da anılan sözü söylüyorlardı). Kıblenin tahvili hadisesi, Peygamberin sıdk ve nübüvvetinin delillerinden olduğu ve nitekim Tevrat'taki tarifine aynen uygun vuku bulduğu hâlde (yani Müslümanlar buna hazırlıklı iken), önceden âyetle haber verilmesi, nefisleri tatmin etmek ve kâfirleri susturacak delilleri önceden hazırlamak içindir. Çünkü nefse hoş gelmeyen bir hâdise ile ansızın karşılaşmak daha zor ve daha ağırdır ve hazırlanmış cevap, çetin hasının fitnesini daha kolay defeder. B- "(Resûlüm) de ki: "- Doğu da Batı'da Allah'ındır. Allah dilediğini doğru yola iletir." Bu cümle, akla gelen gizli bir som cümlesinin cevabı mahiyetinde bir istinaf cümlesidir. Sanki "O zaman ben ne diyeceğim?" sorusu sorulmuş da cevap olarak böyle söylenmiştir. Yani dünyanın iki tarafı da, bütün yönleriyle, mülk olarak da, idare olarak da yalnız Allah'ındır. Bu itibarla dünyanın herhangi bir yönünün haddi zatında kıble olma özelliği yoktur; bir yön ve mekânın kıble olması ancak Yüce Allah'ın özel iradesi ve emriyledir. "Resûlüm! Onlara de ki, : - Allah (celle celâlühü) kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği gizli hikmetlere bağlı olarak, kimi dilerse onu doğru yola iletir; bu doğru yol da kişiyi dinî saadete ulaştırır. Ve bizi de o doğru yola iletmiştir; nitekim Allah erişilmeyen birçok hikmetler ve gizli maslahatlar taşıyan iradesinin gereği olarak, önce Beytü'l-Makdis'e sonra da Kabe'ye yönelmemizi emir buyurdu." |
﴾ 142 ﴿