145

"Andolsun ki (Resûlüm) sen kendilerine Kitap verilenlere her türlü âyeti (deki, kanıt, mucize) getirsen, de onlar senin kıblene tabî olmazlar. Sen de onların kıblesine tabî olacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de tabî olmazlar. Andolsun ki sana gelen ilimden sonra onların hevalarına (heves ve arzu) uyarsan hiç şüphe yok ki, zâlimlerden olursun.

A- "Andolsun ki, (Resûlüm), sen kendilerine Kitap verilenlere her türlü âyeti (deki, isbat, mucize) getirsen, de onlar senin kıblene tabî olmazlar."

Andolsun ki Resûlüm! Sen o kötü halk, inatçı Ehl-i Kitab'a kıble tahvilinin hak olduğuna dâir bütün kesin hüccetleri getirsen de yine onlar senin kıblene dönmezler. Bu, onların kötü hallerinde ne kadar inatçı olduklarını gösterir. Yani ey Resûlüm! Onlar, hüccet ile giderilecek bir şüphe için senin kıbleni terk etmediler; onların sana muhalefeti, sırf kibir ve inatlarından dolayıdır.

Bundan önce bütün ümmete yönelmiş olan ilâhi hitab bu âyette, yalnız Peygambere tahsis edilmiştir. Çünkü cimin hak ve gerçek olduğuna ilişkin âyet ikamesi Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) aittir.

B- "Sen de onların kıblesine tâbi olacak değilsin."

Bu kelâm Ehl-i Kitab'ın boş umutlarını tamamen kesmek için söylenmiştir. Nitekim Yahudiler, Peygambere :

"Bizim kıblemizde sebat gösterseydin, senin, o beklediğimiz Peygamber olabileceğini umardık" demişlerdi.

Yahudiler bunu, Peygamberi yanıltmak ve kıblesinden dönmesini sağlamak için yapıyorlardı.

Ehl-i Kitab'ın kıblesi tek olmadığı hâlde "sen de onların kıblesine" ifadesinde kıblenin tekil olarak zikredilmesi, onların kıblelerinin bâtıl ve halika muhahf olma vasfında birleştikleri içindir.

C- "Onlar birbirlerinin kıblesine de tabî olmazlar."

Nitekim Yahudiler, ibâdetlerinde el-Sahre'ye (Kutsal Kaya), hırıstiyanlar da gün doğusuna yönetirler.

Ve ey Resûlüm! Onların sana uymaları beklenmediği gibi, birbirlerine uymaları da beklenmemekdir. Çünkü her iki fırka da, kendi dinî geleneklerinde pek bağnazdır.

Ç- "Andolsun ki sana gelen ilimden sonra onların nevalarına (heves ve arzu) uyarsan hiç şüphe yok ki zâlimlerden olursun."

Onların arzularının halika aykırı ve bâtıl, senin yolunun ise yegâne hak yol olduğu konusunda sana gelen o kesin bilgiden sonra farz-ı muhal onların arzularına uyacak olursan, hiç şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.

Bu cümle Peygamberin islâm heyecanına heyecan katmak ve onun aşk ateşini alevlendirmek amacıyla ifade büyütülmüştür; yoksa Peygamberin onların arzularına uyması ihtimali bulunduğundan değil.

Bu ilâhî kelâm, dinleyenler için bir lütuftur. Çünkü onları heva ve hevese uymaktan sakındırmak anlamını taşır. Zira Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gibi böyle bir şeye düşmesi asla tasavvur olunmayan bir insan dahi heva ve hevese uymaktan nehyedihrse ve farz-ı muhal bu hataya düşmesi hâlinde zâlimler zümresinden olacağı belırtilırse, böyle olmayan diğer insanların hâh nice olur?

145 ﴿