159"İndirdiğimiz açık âyetleri ve hidâyeti Biz, Kitap'ta insanlara apaçık bildirdikten sonra gizleyenler var ya; İşte onlara hem Allah lâ'net eder hem de bütün lâ'net ediciler lâ'net ederler." Bir görüşe göre bu âyet, Tevrat'ta yazıh bulunan Peygamberin vasıfları ile bazı hükümleri halktan gizleyen Yahudî âlimleri hakkında nazil olmuştur. İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Hasen, Süddî, Rebi' ve Asam'dan rivâyet olunduğuna göre bu âyet, Ehl-i Kitab Yahudi ve Hristiyanlar hakkında nâzil olmuştur. Bir görüşe göre de bu âyet, dinin hükümlerinden bir şeyi gizleyen herkes içindir. Çünkü âyetin ifade ettiği hüküm bunu yapan herkesi kapsamaktadır. Bu görüşler içinde hakikate en yakın olan birincisidir. Çünkü âyetin ifade ettiği hükmün genel olması, nüzul sebebinin özel olmasına engel değildir. Ketmetmek, açıklanması gereken bir gerçeği kasden gizlemektir. Bu da o gerçeği sadece gizlemek ya da onu kaldırıp onun yerine başka bir şey koymakla olur. İşte Ehl-i Kitab âlimlerinin yaptıkları da bu sonuncusudur. "Beyyinât / Açık âyetler, delil ve mucizeler", mukaddes Kitablarda Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) durumunu açıkça bildiren âyetlerdir. Hidâyetten maksat da, Peygamberin durumunun hakikatini, ona uyup imân etmenin gerekliliğini gösteren âyetlerdir. "Hidâyet edici" anlamında "hâdiyât" kelimesi değil de mastar olarak "hüdâ" (hidâyet) kelimesinin kullanılması, mübalağa içindir. Bir görüşe göre de hidâyetten maksat, aklî delillerdir. Ancak "inzal" (indirmek) ve "ketm" (gizlemek) kavramları bu mânâya engeldir. "en-Nâs / insanlar"dan maksad, yalnız gizleyenler değil, fakat bütün insanlardır. Mübeyyinatın, apaçık delillerin gösterilmesi de, bütün insanların, şüpheye düşmeden anlayabilecekleri şekilde onları açıklamak demektir. Bu, o delillerin haddizatında açık olmalarından başka bir şeydir. Nitekim Bakara 2/185. âyetinde de açık deliller anlamındaki "beyyinât" kelimesi ile hidâyet bir arada zikredılır. "Açık deliller" ifadesinden sonra "hidâyet" kelimesinin zikredilmesi, o hakikatleri gizlemenin çirkinliğini te'yid etmek içindir. Yukarıda da işaret edildiği gibi, açık delillerin ve hidâyetin gizlenmesinden maksat, onların kaldırılması ve başka şeylerin onların yerine konulması de mektir. Nitekim Bakara 2/79. âyetin tefsirinde de zikrettiğimiz gibi, Yahudi âlimleri, Peygamberin Tevrat'taki vasıflarını silmişler ve onların yerine onların aksim yazmışlardı. "Ülâike / İşte onlar..." kelimesi, o kimseleri, taşıdıkları vasıflar itibariyle işaret etmektedir. Onlar o vasıflarından dolayı lâ'nete uğramışlardır. Uzaktakileri işaret için kullanılan "ülâike'nin âyette yer alması da Yahudi âlimlerinin fesatta çok ileri ve aşırı gittiklerini bildirmek içindir. Allah'ın onlara lâ'net etmesi, onları kovması ve rahmetinden uzaklaştırması demektir. Bu mânânın gaib kipi "yel'a'nü / la'net eder" olarak ifade ve bütün sıfatları cami olan ism-i celâlin yani Allah adının zamir ile değil zahir ile (aynen) zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalblere korku salmak ve lâ'netin, Cenâb-ı Allah'ın celâl sıfatından sadır olduğunu bildirmek içindir. Celâl sıfatı inzâlin (vahiy indirmenin) ve tebyinin (beyan etmenin) kaynağı olan cemal ve rahmet sıfatına mugayirdir. "el-Lâı'nûn / lâ'netçiler'den maksat, bütün lâ'net edebilenler melekler, insanlar ve cinler, lâ'net okuyarak onlara beddua eder; demektir. |
﴾ 159 ﴿