180"Sizden birine ölüm gelip çattığı zaman eğer bırakacak hayrı (malı) varsa, ana babası (vâkdeyni) ve akrabası için ma'rûfa göre (uygun biçimde) vasiyette bulunmak müttakıîler üzerine bir borç olarak farz kılındı." Sizden birine ölüm gelip çattığı, ölüm emareleri belirdiği yahut birinizin canı, ilâhî huzura yaklaştığı zaman, eğer mal bırakıyorsa... bir görüşe göre de eğer çok mal bırakıyorsa... vasiyet etmek ona farz kılındı. Ali'den (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre onun, yedi yüz dirhemi olan bir âzâtk kölesi, vasiyette bulunmak istedi. Fakat Ali (radıyallahü anh), onu menetti ve dedi ki; "- Allah (celle celâlühü) eğer hayır bırakıyorsa..." buyurmuştur. Bu senin sahip olduğun mal ise, az bir maldır; onun için sen onu kendi ailene bırak!" Âişe'den (radıyallahü anha) rivâyet olunduğuna göre, kalabalık bir ailesi olan ve dört yüz dinara sahip bulunan bir adam vasiyette bulunmak istedi; fakat Âişe (radıyallahü anha): "- Ben, bu vasiyette bir fazilet görmüyorum." dedi. Yine başka bir adam vasiyette bulunmak istedi. Âişe "- Ne kadar malın var?" Adam: "- Uç bin dirhem." Âışe (radıyallahü anha) "- Ailen kaç kişi?" "- Dört." Âişe (radıyallahü anha): "- Allah eğer hayır bırakıyorsa... buyurmuş; bu ise az bir maldır; onu ailene bırak!" dedi. Bu vasiyet hükmü, İslâm'ın ilk zamanlarında idi. Sonra miras âyeti nazil olunca, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem); "İnna'llahe kad ea'ta külle zî hakkın hakkahu elâ lâ vasiyyete livârisin / Allah, her hak sahibinin hakkını verdi. Dikkat edin; bundan böyle, vâris için vasiyet yoktur." sözleri ile neshedildi, Zira bu hadîs, ihbârü'l-âhâd (bir kişinin rivâyeti ile gelen) hadîslerden ise de, İslâm ümmeti, ona kabul ile yaklaşınca, Hanefî mezhebi âlimlerince, nesih salâhiyeti itibariyle mütevâtir (yalan söylemeleri tasavvur edilemeyen birçok zât tarafından rivâyet edilerek gelen) hadîsler kısmına dahil edilmiştir. Hakikatte bu hükmü nesneden miras âyetidir. Söz konusu hadîs, onun nesh cihetini, şeklini bildirir niteliktedir. Allah (celle celâlühü), önceleri anaya, babaya ve yakın akrabaya, istihkakları nisbetinde haklarının verilmesini farz kılmış, ancak o aşamada istihkakların mertebelerini ve nisablarının miktarlarını beyân buyurmamış, fakat bunları takdire bırakmıştı. Nitekim bu âyette "...bil ma'rûfı / ma'rûfa göre veya adalete uygun bir biçimde..." şartı vardir. Ama şimdi miras âyetinin nazil olması ile Allah bu hükmü kaldırmıştır. Zira miras âyetinde vârislerin her birinin istihkak tabakası beyân, haklarının miktarları tâyin edilmiş, her hak sahibine, akrabalık hükmü ile kazandığı hakkı, ne fazla, ne eksik, tam olarak verilmiş ve hiçbir takdire yer bırakılmamıştır. Mezkûr hadîsinin özellikleri de bunu gösterir. Zira hadîsteki "elâ lâ vasiyyete livârisin / dikkat edin artık vâris için vasiyet yoktur" cümlesindeki nefyi (olumsuzluğu) ifâde eden "lâ" ve bu cümlenin başındaki tenbih belirten "elâ" takdire yer olmadığını gösterir. Bazılarına göre miras âyetleri bu vasiyet âyeti ile mütenakız (çelişik) değildir; aksine onları teyid eder niteliktedir. Bu vasiyet âyeti, vasiyet kime iliş İtin olursa olsun, mutlak olarak takdime (önceliğe) delâlet eder. Yukarıda zikredilen hadîs ise ahad (bir kişinin rivâyeti ile gelen) haber niteliğindedir. İslâm ümmetinin bu hadîse kabul ile yaklaşımı, onu mütevâtir (bir çok kimse tarafından rivâyet edilen) hadîsler derecesine çıkartmaz. Bu âyetteki vasiyet, "Allah size, çocuklarınız hakkında miras taksimini şöyle tavsiye eder (Yûsıîkümu'llahü fi evlâdiküm):" (Nisa 4/11) âyetindekı ilâhî tavsiye (emir) yani miras ya da öleceğini anlayan bir kimsenin, ana babaya ve yakın akrabaya haklarının verilmesi, terekeden mal kaçırılmaması hususunda vasiyette bulunması anlamındadır. Bazılarına göre, vâris için vasiyet yapılması, bu âyet ile farz kılınmış, fakat hisseleri belirlenmemişti. Sonra vârislerin hisselerini beyân eden miras âyetleri indi. Nisa (4) sûresinin 11. âyetinde vârid olan "Yûsiî" kelimesi "vav-sad-ya / vesa-evsa-yûsıî-îsâen" kökünden gelir. "İsâ", vasiyet etmek, tavsiye etmek demektir. Tavsiye, Allah tarafından yapıldığında bu emretmek, farz kılmak anlamını kazanır. Sonuç olarak burada sanki şöyle buyurulmuştur: Allah (celle celâlühü), miras âyeti ile, o vasiyeti bizzat emir buyurmuş, onu artık size bırakmamıştır. Böylece miras, vasiyet yerine geçmiştir. İşte neshin mânâsı budur; yoksa miras âyetinde, vasiyet hükmünü ortadan kaldırmaya delâlet eden bir şey yoktur.5 5 Aslında, mü'minler, mirasçıların izni ile, diğer mirasçıları için vasiyette bulunabildikleri gibi, mallarının üçte biri üzerinde başkaları için de vasiyette bulunabilirler. (Bkz: Hukuk-u İslâmiye ve Istilahatı Fıkhıyye Kamusu, Ömer Nasuhî Bilmen, İstanbul Üniversitesi Yayınları, Dördüncü Cilt, sayfa, 373-438, İstanbul 1951) Bu yorum da, birincisi gibi gerçeği yansıtmamaktadır. Zira vasiyetin mânâsı, miras işini mutlak olarak muris (miras bırakan) veya muslinin (vasiyet eden) takdirine bırakmaktır. Vasiyetçi kendi iradesi ve adalete uygun takdiriyle mirasçıların mirastaki paylarını belirleyecek ve onun tarafından belirlenen payların hak sahiplerine verilmesiyle sorumluluk ortadan kalkacaktır. Oysa hak sahiplerinin istihkak derecelen ve payların kesin miktarları ne fazla, ne eksik, Nisa (4) sûresinin 11. âyetinde tafsilatıyla açıklanmıştır. Bu neshedici bir âyettir ve vasiyet âyetinin hükmünü ortadan kaldırmıştır. |
﴾ 180 ﴿