251

"Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Dâvud da Câlût'u öldürdü. Allah, ona mülk ve hilmet verdi ve dilediği şeyleri ona öğretti. Eğer Allah, insanlardan bazılarını bazılarıyle def etmemiş olsaydı yeryüzünü fesad götürürdü. Fakat Allah, âlemler üzerinde facil (lütuf ve ihsan) sahibidir."

A- "Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar."

Duaları Allah (celle celâlühü) katında müstecab oldu ve onlar Allah'ın yardım ve ınâyetiyle kısa bir zaman içinde Câiût'un ordusunu hezimete uğrattılar.

Al-i Imrân (3) sûresinin 147 ve 148. âyetlerinde:

"Onların sözleri ancak

"- Ey Rabbimiz, günahlarımızı ve işımizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer eyle!" demekten ibaretti." (3/147)

"Allah da onlara dünya nimetini ve âhiret sevabının güzelliğini verdi." (3/148) buyurulduğu hâlde burada duadan sonra,

"Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar" ifâdesinin tercih edilmesi, onların,

"Nice sayıca az birlikler, Allah'ın izniyle sayıca çok birlikleri yenmiştir" mealindeki sözlerini muhafaza içindir.

B- "Dâvud da Câlût'u öldürdü "

Davud'un babası Işâ da altı oğlu ile beraber Tâlût'un ordusunda bulunuyordu. Dâvud onun yedinci oğlu idi; o zaman Dâvud henüz küçük olup koyun çobanlığı yapıyordu. Bu sırada Allah İsrâiloğullarının Peygamberine vahiyle Câlût'u öldürecek kişinin Dâvud olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Tâlût, Davud'u babasından istedi. Dâvud, Tâlût'un yanına gelirken yolda üç taşın yanından geçerken her biri, Allah'ın (celle celâlühü) emriyle dile gelerek:

"- Beni al; benimle Câlût'u öldüreceksin!" dedi.

Dâvud da, onları alıp torbasına koydu.

Bir rivâyete göre de, savaşta Davud'un babası, düşman karşısındaki saflarda bulunan çocuklarından uzunca bir zaman haber alamayınca, onlardan bir haber getirmek için Davud'u gönderdi. Dâvud onların yanına geldiğinde onlar çarpışma hâlinde bulunuyorlardı ve o sırada Câlût savaş meydanında teke tek döğüşmek için er istiyordu; kimse de karşısına çıkamıyordu. Câlût o kadar uzun boylu idi ki, gölgesi bir mildir, denirdi, işte o sırada Dâvud, kardHanımlarına:

"- Yahu, içinizde şu sünnetsize karşı çıkacak kimse yok mu?"

deyip onun karşısına çıkmak istedi; fakat kardeşleri ona engel oldular. Bunun üzerine Dâvud, kardeşlerinin bulunmadığı bir cepheye geçti. O sırada Tâlût da, onun yanından geçiyordu ve askerleri savaşmaya teşvik ediyordu.

Dâvud, ona;

"- Şu sünnetsizi öldürecek kimseye ne ödül vereceksiniz?" dedi. Tâlût da:

"- Onu kızımla evlendireceğim ve ülkemin yarısını da ona vereceğim" dedi. O zaman Dâvud, Câlût'un karşısına çıktı ve yanında taşıdığı tasları sapanla ona attı. Taşlar, Câlût'un göğsünü deldi geçti ve arkasında bulunan çok sayıda askeri de öldürdü.

Bir rivâyete göre de, o taşlar, savaş meydanında Dâvud, Câlût'un karşısına çıktığı zaman onunla konuşmuşlardı.

Savaştan sonra Tâlût, Davud'a verdiği sözü yerine getirdi.

Bir rivâyete göre de, Tâlût, Davud'u kıskandı ve onu ülkesinden çıkardı; sonra da yaptığına pişman oldu ve onu aramaya çıktı; sonunda da öldürüldü. Davud'a da hükümdarlık ve peygamberlik verildi.

C- "Allah da ona mülk ve hikmet verdi ve dilediği şeyleri ona öğretti."

Allah da Davud'a mukaddes toprakların hem doğusunu, hem batısını kapsayacak şekilde İsrailoğullarının hükümdarlığını verdi ve onu Peygamber yaptı. Dâvud'dan önce hükümdarlık ve peygamberlik bir şahısta hiç toplanmamıştı; ilk kez bu, Davud'a nasib oldu. Ondan önce hükümdar İlk ve Peygamberlik İsrailoğullarının ayrı sıbtlarmda idi. Yine Dâvud'dan (aleyhisselâm) önce İsrailoğulları bir hükümdarda hiç ittifak etmemişlerdi.

Allah (celle celâlühü), Davud'a (aleyhisselâm) kendi dilediği ilimlerden öğretti. Bazılarının dediği gibi Davud'un (aleyhisselâm) dilediği ilimlerden değil.. Çünkü Allah'ın (celle celâlühü) ona öğrettiklerinin çoğu, neredeyse hiç kimsenin aklına gelmeyen bilgilerdi. Demiri yumuşatıp zırh yapmak, kuşların ve hayvanların seslerinin mânâlarını anlamak ve benzeri sırlar gibi.

Ç- "Eğer Allah, insanlardan bazılarını bazılarıyla def etmemiş olsaydı yeryüzünü fesad götürürdü."

Eğer anlatılan kıssada veya diğer misallerde olduğu gibi, yeryüzünde şer ve fesad çıkarmaya girişen insanlar, Allah'ın buyruğu gereği hak ehlinin elleriyle bertaraf edilmemiş olsaydı, tarım yapılmaz, nesiller yetiştirilmez ve yeryüzü imar ve ıslah edilmezdi.

Bir görüşe göre de, yani eğer Allah (celle celâlühü), Müslümanları kâfirlere karşı muzaffer kılmasaydı, kâfirlerin Müslümanları öldürmeleriyle yeryüzü tamamen fesada uğrardı. Yahut eğer Allah'ın (celle celâlühü) kâfirleri Müslümanlar vâsitasiyle savmamış olsaydı, küfür yeryüzünü tamamen kaplar ve bütün insanlığa ilâhî azab inerdi; sonunda da yeryüzü sakinleri helake uğrardı.

D- "Fakat Allah âlemler üzerinde fadl (lütuf ve ihsan) sahibidir."

Allah'ın (celle celâlühü) bütün âlemlere lûtfu o kadar büyüktür ki, sınırlarını tasavvur etmek bile mümkün değildir. Yani Allah'ın bir kısım insanları diğerleriyle savması, Kendisine vâcib değildir; bu O'nun lûtfudur ve O'nun lûtfu bundan ibaret de değildir; fakat bu, Allah'ın (celle celâlühü) sayısız lût utlarından yalnız bir tanesidir. Bu cümle ile âdeta şöyle deniyor:

Ancak Allah (celle celâlühü), bir kısım insanları diğerleriyle savmaktadır; bundan dolayı da yeryüzünün düzeni bozulmamakta, bunun sayesinde âlemin nizamı sağlanmakta ve ümmetlerin ahvâli de maslahata uygun olarak sürüp gitmektedir.

251 ﴿