260Bir zamanlar İbrâhîm de: "- Rabbim demişti, bana göster; ölüleri nasıl diriltiyorsun?" Allah: "- Yoksa inanmıyor musun?" buyurdu. İbrâhîm: "- Evet inanıyorum; lâkin kalben mutmain olmak istiyorum." dedi. Allah: "- O hâlde dört kuş al; onları kendine alıştır; sonra her dağ başına onlardan bir parça koy; sonra onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Şunu bil kı gerçekten Allah, her şeye üstün ve gaalib (A'zîz), hükümlerinde hikmet sahibi (Hakîm)dir." buyurdu. A- "Bir zamanlar İbrâhîm de: "- Rabbim demişti, bana göster; ölüleri nasıl diriltiyorsun ?" Bu da, Allah'ın (celle celâlühü) mü'minlerin velisi olduğunun ve onları karanlıklardan nura çıkardığının başka bir delilidir. Ancak burada bundan önceki üslup izlenmemiş, "Yahut o kimseyi görmedin mi ki..." denmemiştir. Çünkü İbrâhîm (aleyhisselâm) adı daha önce, Rabbi hakkında tartışmaya giren hükümdar hâdisesinde geçmişti (Bakara 2/257). Bir de İbrâhîm'in Uzeyr (aleyhisselâm) gibi delilin aslında dahli yoktur. Zira Uzeyr'in (aleyhisselâm) macerası, yani yüz sene sonra tekrar hayâta döndürülmesi, Allah'ın sonsuz kudret: ve hidâyetinin misallerindendir. Âyetin başındaki "İz / Hani, hatırlayın veya düşünün o zamanı ki, bir zamanlar" mukadder bir fiilin yerini tutar. Nitekim bu fiil, A'raf (7) sûresinin 69 ve 74. âyetlerinde "Ve'zkürû / düşünün, hatırlayın" şeklinde sarahaten zikredilir. Şöyle ki: " Düşünün ki Allah sizi Nuh kavminden sonra halifeler yaptı..." (7/69) " Düşünün ki Allah sizi Ad kavminden sonra halifeler yaptı ..." (7/74) Bu, Allah'ın (celle celâlühü) meydana getirdiği o garip olayları hatırlayın ki, Allah'ın (celle celâlühü) mü'minlere olan velayet ve hidâyetine vakıf olasınız; demek olur. Bu ve benzeri yerlerde hatırlatma emri, vakte tevcih edilmiş, "Hatırlayın o zamanı ki.." denmiştir. Oysa asıl hatırlanması istenen o zamanda vuku bulmuş olan olaylardır. Bunun sebebi vaktin hatırlanmasının mânânın daha kuvvede idrâkini mümkün kılmasıdır. Çünkü vaktin hatırlanması, burhânî olarak (hüccet yoluyla), o vakitte vuku bulmuş olan hâdiselerin hatırlanmasını gerektirir. Bir de, vakit, hâdiseleri tafsilatıyla içerir. Bu itibârla düşünülen vakitte hâdiseler bütün tafsilatıyla zihinde canlanır. Öyle ki, olaylar hikâye edilirken zikri geçsin veya geçmesin, açıkça müşahede ediliyormuş gibi zihnî tasavvurda tam olarak yerlerini bulur. "Rabbi / Ey Rabbim!" merhamet dileme ifadesidir. Duadan önce istimali, mübalağa ile icabet dilemek içindir. Yani, "- Ey Rabbim! Ben ölüye bakarken onu dirilt, ölüleri nasıl dirilttiğini bu şekilde bana göster!" demektir. İbrâhîm (aleyhisselâm), yakîn derecesindeki imânını daha kuvvetlendirmek ve kal ben daha ziyâde mutmain olmak için bunu Cenab-ı Allah'tan dilemiştir. Bir görüşe göre, Nemruci: "- Ben de hem diriltir, hem öldürürüm!" deyince, İbrâhîm (aleyhisselâm): "- Allah'ın diriltmesi, ruhun bedene iadesiyle gerçekleşir." cevabını vermiş. Nemrud: "- Pekiyi, sen bunu gözünle gördün ?" diye sormuş; İbrâhîm (aleyhisselâm): "- Evet gördüm." diyememiş. Bu sebeble konuşmanın seyrini değiştirmiş ve başka bir açıklamaya geçmiş. Fakat sonra Rabbine yalvarıp bunu kendisine göstermesini dilemiş. Ancak âyetteki; "Belâ ve lâkin liyatmainne kalbî / Hayır inanıyorum; lâkin kalben mutmain olmak istiyorum" ifâdesi bunun sebebinin itminan olduğunu açıkça ortaya koyduğundan bu görüşün doğruluğuna engeldir.30 30 Ebussuûd Efendi, çok kere iddiaları zikretmekte ve fakat sonra da bu misâlde olduğu gibi cerh etmektedir. B- "Allah: "- Yoksa inanmıyor musun?" buyurdu ?" Bu cümle de, benzerleri gibi, bir istinaf cümlesi olup mukadder bir sualin cevabıdır. Yani Rabbi ona demişti ki: "- Ey İbrâhîm! Yoksa sen, Benim, dilediğim gibi diriltmeye kaadir olduğumu bilmiyor musun ve buna inanmıyor musun ki, bunu sana göstermemi istiyorsun?" Elbette Yüce Allah, İbrâhîm'in (aleyhisselâm), o devrin bütün mü'minlerınden daha sağlam bir imâna ve daha kuvvetli yakıîn bir bilgiye sâhib oluğunu biliyordu. Böyleyken bunu İbrâhîm'e (aleyhisselâm) sorması, onun vereceği cevabın, bütün mü'minlere bir ilâhî lütuf olması içindir. C- "İbrâhîm: "- Evet inanıyorum; lâkin kalben mutmain olmak istiyorum." dedi ." İbrâhîm (aleyhisselâm): "- Ey Rabbim! Biliyor ve inanıyorum ki, Sen, dilediğin gibi diriltmeye kaadirsin; fakat bunu görmek istememin sebebi, imânıma ve yakînime, gözle müşahede gerçeğini ekleyerek kalben mutmain olmak ve bu suretle basiretimi daha da artırmaktır." dedi. Ç- "Allah, "- O hâlde dört kuş al; onları kendine alıştır; sonra her dağ başına onlardan bir parça koy; sonra onları çağır; koşarak sana geleceklerdir ." "- Eğer bunu sana göstermemi istiyorsan haydi, dört adet kuş al!" Bir görüşe göre, bu kuşlar tavus, horuz, karga ve güvercin idi. Bir görüşe göre de güvercin değil, kerkenez idi. Bu işe kuşların tahsis edilmesi, kuşların insana daha yakın olmaları, hayvan özelliklerini daha fazla taşımaları, onların etlerini parçalamanın daha kolay olması gibi sebeplerden dolayıdır. "Surhünne — onları kendine akstır" kelimesi, bazı kıraatlere göre değişik şekillerde de okunmuştur. "Fesurrehünne veya fesarrahinne" gibi... Bu takdirde, bu cümle: "- O kuşları kendine alıştır, onları toparla, yanma al ve incele ki onların özelliklerini tafsilatıyla öğrenesin ve bunlar diriltildikten sonra hiç bir parçanın kendi yerinden başka bir yere konmadığını göresm." anlamı kazanır. Rivâyet olunuyor ki, İbrâhîm'e (aleyhisselâm), bu kuşları kesmesi, tüylerini yolup küçük parçalar hâline getirmesi, etlerini parça parça etmesi; tüylerini, kanlarını ve etlerini birbirine karıştırması; başlarını yanında tutması sonra da onların parçalarını bir dağın başına bırakması emrolundu. Bir görüşe göre bu dağların sayısı dört Diğer bir görüşe göre yedi idi. Böylece İbrâhîm her dağın başına bu karışımın dörtte birini veya (eğer yedi dağ ise) yedide birini bırakmış olmakdır. "Sümmied'u'hünne — Sonra onları çağır." Onları çağırdığında uçarak veya koşarak sana geleceklerdir. Burada Allah'ın (celle celâlühü) emirlerinin hikayesiyle yetinilmiş; İbrâhîm'in (aleyhisselâm) o emirleri yerme getirdiğine ve bunun sonuçlarına değinilmemistir. Ancak rivâyet olunduğuna göre, İbrâhîm onlara seslenmiş ve: "- Haydi, Allah'ın izniyle gelin!" demiş. Bunun üzerine o kuşların parçaları, uçuşmaya başlamış; önce parçalar birleşerek bedenleri meydana getirmiş; sonra her beden kendi başıyla birleşmiş; nihayet her kuş eski hâlini bulmuş. Âyette bunlara yer verilmemesi, zımnen şu gerçeği bildirmek içindir: Bu sonuçlar Allah'ın (celle celâlühü) emirleri gereğidir; bu emirler karşısında bu sonuçların gerçekleşmemesi imkânsızdır. Bu o kadar açık bir hakikattir ki, zikredilmesine ihtiyaç yoktur. İbrâhîm el-Halil'in faziletine, duadaki tevazuunun bereketine ve dilek edebinin güzelliğine delil olarak bu kıssa sana yeter. Allah İbrâhîm el-Halil'e (aleyhisselâm) dilediği şeyi ânında ve olabildiğince en kolay yoldan göstermiş ve Uzeyr'i (aleyhisselâm) de, yüz sene ölü bıraktıktan sonra dilediğini ona göstermiştir. D- "- Şunu bil ki gerçekten Allah, her şeye üstün ve gaalib (A'zîz), hükümlerinde hikmet sahibi (Hakîm)dir" buyurdu ." "- Şunu bil ki, Allah (celle celâlühü), emrinde gaalibtir, hiçbir güç O'nu âciz bırakamaz. O, Hakîm'dir; bütün işlerinde yüksek hikmet sahibidir. Bu itibârla Allah'ın (celle celâlühü) işlerini âdi (âdete uygun) sebepler üzerine bina etmesi, harikulade yollardan yapmaktan âciz olduğu için değil fakat bu hâliyle hikmet taşıdığı içindir. |
﴾ 260 ﴿