7

"(Resûlüm) sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Onun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir. Onlar Kitabin anası (Ümmü'l-Kitab)dır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalblerınde eğrilik bulunanlar fitne aramak ve te'vil etmek için Kitab'tan müteşabih âyetlere uyarlar. Oysa onların te'vilini ancak Allah, bir de ilimde derinleşmiş (rüsuh kazanmış) olanlar bilir. Onlar: "- Biz ona imân ettik; hepsi Rabbhıiîzin katındandır." deder. Bunları akıl sahiplerinden başkası düşünmez."

A- "(Resûlüm) sana bu Kitabi indiren O'dur ."

Bundan önce rubûbiyetin (tanrılığm) ve onun vasıflarının Allah'a mahsus olduğu defalarca anlatıldıktan ve Allah'tan başka her şeyin Allah'ın iradesine bağlı ve hükümdarlığının kahrına mahkûm olduğu beyân edildikten sonra şimdi burada, Necran Hıristiyanlarının şüphelerini anlamsız kılan bir bahse başlanıyor.

Rivâyet olunur ki, Necran heyeti, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Ya Muhammed! Sen, İsa'nın Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir ruh olduğunu idclıâ etmiyor musun?" dediler.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

"- Evet, öyledir." buyurdu.

Onlar da:

"- işte bu bize yeter!" dediler.

Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onların fitnelerini ortaya koydu ve Allah'ın Kitabı Kur’ânin, aslî kaidelerle, onlara dayanan fer'î (ayrıntılarla ilgili) hükümler üzerine tesis edildiğini, bunların hepsinin haklı ve Necranlıların dalâlet içinde ve inançlarının bâtıl olduğunu âyetler okuyarak beyân etti.

Burada "İnzâl"den murad, tedriç ve adem-i tedriç kaydından mücerret mutlak indirmek (el-kaderüi- müşterek)dır.

B- "Onun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir. Onlar Kitabin anası dır . Diğerleri de müteşâbihtir "

Bu Kitabi, âyetlerinin bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşâbih olmak üzere indiren Allah'tır.

1- Muhkem âyetler, mânâ ve murada delâletleri kesin; ibareleri sağlam, ihtimal ve iştibâhtan masun ve mahfuz olan âyetlerdir. İşte bunlar Kitabin ask, anasıdır; diğer âyetler için de başvurulan ilkelerdir.

Kitab'tan murad, Kur’ânin tamamıdır. Muhkem âyetler sayıca çok olduğu hâlde "ümm / ana" kelimesinin tekil olarak zikredilmesinin sebebi,

- ya muhkem âyetlerin her birinin ayrı ayrı asıl;

- ya da hepsinin bir âyet hükmünde asıl olmasındandır. Nitekim,

" Onu ve oğlunu âlemler için bir âyet (ibret) kıldık." (Enbiyâ 21/91) âyetinde de aynı şekilde vârid olmuştur.

Bir görüşe göre de, burada tekil, çoğul yerine kullanılmıştır.

2- Müteşâbih âyetler, benzer mânâlara gelen; hangi mânâda alınmasının daha uygun olacağı konusunda zahirde kesin bir ayırım yapılamayan fakat ancak iyi bir inceleme ve derin bir tefekkür sonunda açıklığa kavuşturulan ve asıl muradı anlaşılan âyetlerdir.

Bu itibârla teşâbüh (benzerlik, kapalılık, mübhemlik, belirsizlik) aslında o mânâların vasfıdır; âyetlerin bununla vasi (lan dırılm ası, delâlet edenin (dâll'in), delâlet edilenin (medlulün) vasfıyla vasıflandırılması kabilindendır.

Bir görüşe göre de müteşâbih olmanın temel vasfı, aklın benzer ve muhtemel mânâlar arasında tefrik ve temyiz yapmakta âciz kalmasıdır. Buna göre aklın çözemediği her şeye müteşâbih denmiştir; velev çözümsüzlük teşâbüh sebebiyle olmasın. Nitekim müskil de, aslında benzerlerinin ve emsalinin arasına karışıp tâyin edilemeyen şeydir. Sonradan muğlak, mübhem ve anlaşılmaz her şey için kullanılmıştır; velev anlaşılmazlığı başka cihetten olsun.

Kur’ân âyetlerinin bir kısmının müteşâbih kılınmasının sebebleri de:

Bunları anlayan âlimlerin faziletçe üstünlüklerini açıklamak;

Bu âyetler üzerinde tefekkürü sağlamak ve kastedilen gerçek mânâda onlardan sağlıklı hükümler çıkarabilmek (istinbat) için gerekli ilimlerin tahsilini teşvik etmek;

Bu vesileyle sağlam beyinleri, hâlis maksadlarm ve uygun mânâların istihsali yolunda yormak suretiyle yüksek derecelere erdirmek;

Müteşâbih âyetlerle muhkem âyetleri bağdaştırmaya muvaffak olanları yakîn ve itminanın en uzak mertebesine ulaştırmak olabilir.

" Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir Kıtab'dır ki, âyetleri muhkem kılınmıştır." (Hûd 11/1)

âyetinde geçen muhkem ise değişik mânâlarda yorumlanabilir:

Âyetleri, her türlü halelden (nakısadan), ya da nesihten korunmuş; 40

40 Ebussuûd Efendi, neshi kabul ettiği hâlde, bu yorumuyla ufkunun genişliğini göstermiştir.

Âyetleri hak olduklarına delâlet eden kesin hüccetlerle te'yid edilmiş,

Âyetleri hikmetli kılınmış.

Çünkü o Kitabin âyetleri büyük ve küçük bir çok hikmetleri ihtiva etmektedir.

Yine: " Allah kelâmın en güzelini, müteşâbih ve tekrar tekrar okunan bir kitab olarak indirdi." (Zümer 39/23) âyetinde geçen müteşâbih ise, Kur’ân'ın bölümleri mânânın sıhhatinde, nazmın mükemmeliyetinde ve mefhûmun hakkaniyetinde birbirine benzer demektir.

C- "Kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne aramak ve te'vil etmek için Kitabtan müteşâbih âyetlere uyarlar ."

Rağıb el-Isfehânî (öl: 1108) "Zeyğ / eğrilik" hakkında diyor ki:

"Zeyğ, onların doğru yoldan ayrılması ve şer ile fesatta ısrar etmeleri, demektir."

Kalblerinde haktan ayrı, bâtıl hevâ ve heveslere bir meyil duyanlar, insanları şüpheye düşürmek, kafalarını karıştırmak, muhkem âyetleri müteşâbih âyetlerle nakzetmeye çalışmak ve arzuladıkları gibi tevil etmek için, muhkem âyetlerden yüz çevirip müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Kitabin (Kur’ân'ın) müteşâbih âyetlerinin zahirine takılırlar yahut bu Kitabin Allah (celle celâlühü) katından olduğuna imân ettikten sonra hakkı araştırmadan tevile kalkışırlar. Oysa onlar, âyetleri tevil edebilecek ilmî mertebeden çok uzaktır. Nitekim âyetin devamında meâlen şöyle buyurulur:

Ç- "Oysa onların te'vilini ancak Allah, bir de ilimde derinleşmiş (rüsuh kazanmış) olanlar bilir ."

Kalblerinde eğrilik olanlar, te'vil için Müteşâbih âyetlerin, peşine takılırlar. Oysa onların tevili, Allah'a (celle celâlühü) ve Allah'ın buna muvaffak kıldığı ilimde rüsuha ermiş, sebat ile derinleşmiş olan ve ayakları kaygan satıhlarda sarsılmayan kullarına mahsustur.

Âyette belirtildiği gibi, kalblerinde eğrilik bulunanların müteşâbih âyetlerin peşine düşmelerinin illet ve sebebi, te'vilin kendisi değil fakat onların te'vil isteğidir. Te'vilin haktan ve sıhhatten yoksun olarak vasıflandırılması ise onların tevile ehliyet ve liyakatleri olmadığını bildirmek içindir.

"Vema ya'lemu tevile hu illa'llâh / onun te'vilini ancak Allah bilir." cümlesinde "illallah / ancak Allah" kelimesi üzerinde vakfeden (cümlenin orada tamamlandığını söyleyen) tefsir âlimleri müteşâbih âyetleri,

- dünyanın ömrü, kıyamet günü, sayıların özellikleri, meselâ Zebanilerin adedi gibi yalnız Allah'ın (celle celâlühü) bildiği konular yahut,

- zahir mânânın kastedilmediğine kesin delil olmakla beraber asıl mânânın ne olduğuna da delâlet bulunmayan âyetler olarak tefsir etmişlerdir.

D- "Onlar:

"- Biz ona imân ettik; hepsi Rabbimizin katındandır" derler. ."

İlimde derinleşmiş olanlar:

"- Biz, müteşâbih âyetlere imân ettik..." derler.

Burada onların muhkem âyetlere imânları zikredilmemiştir. Çünkü o, zaten açıktır. Yahut biz, Kitab'a imân ettik, demektir.

Bu cümle, birinci tefsire göre bir istinaf cümlesi olup ilimde rasıh (derinleşmiş) olanların hâlini açıklar.

Birinci tefsirdeki kelime dizisi şöyledir:

"Oysa onların te'vilini ancak Allah, bir de ilimde derinleşmiş olanlar bilir. Onlar:

"- Biz ona imân ettik; hepsi Rabbimizin katındandır" derler."

İkinci tefsire göre ise kelime dizisi şöyle olur:

"Oysa onun te'vilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise:

"- Biz ona imân ettik; hepsi Rabbimizin katındandır; derler."

Bu takdirde (gramer olarak) "vel- rasihûn / ilimde derinleşmiş olanlar" kelimesi mübteda "iî'l-ı'lmi / ilimde" kelimesi de onun haberi (yüklemi) olur.

"Hepsi Rabbimiz katınd andır" cümlesi de, onların söylediklerine dahil olup makabli için açıklama ve te'kiddir. Yani onlar şöyle demiş oluyorlar:

"- Kitabin müteşâbihat ve muhkematından her biri Allah (celle celâlühü) katından indirilmiştir; aralarında hiçbir fark yoktur. Müteşâbih âyetlere ve Allah (celle celâlühü) onlardan ne murad ettiyse hepsinin haklı ve gerçek olduğuna imân ettik."41

E- "Bunları akıl sahiblerinden başkası düşünmez ."

Bâtıl hevâ ve heveslere meyletmeyen hâs akıl sahiplerinden başkası Allah'ın (celle celâlühü) kelâmı üzerinde düşünmez, onlardan öğüt ve ibret almaz.

Bu cümle, mâkabk için bir zeyl olup ilimde râsih olanları keskin zekâ ve güzel nazar ile medhetmek üzere doğrudan doğruya Allah (celle celâlühü) tarafından zikredilmiştir. Yine bu cümle, ilimde râsih olanların, müteşâbih âyetlerin teviline ehil olmak için nasıl hazırlandıklarına da işaret eder ki, o da, aklın önündeki hissiyat perdelerini sıyırıp atmaktır.

Bu âyet-i kerîmenin mâkabk ile bağlantısı, Hıristiyanların, Isâ hakkın dald;

" Şüphesiz Meryem oğlu Isâ Mesîh, Allah'ın Resulü ve Meryem'e ilkaa ettiği kelimesidir." (Nisa 4/171) âyetini delil göstermek teşebbüsüne icmali bir cevap olmasıdır. Mufassal cevap ise:

" Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir; Allah onu topraktan yarattı.; sonra ona "Ol!" dedi, o da oluverdi." (Âl-i İmrân 3/59) mealindeki âyet ile gelecektir.

7 ﴿