13"Gerçekten karşı karşıya gelen iki toplulukta (fieteyn) sizin için âyet (ibret)ler vardır. Onlardan biri Allah yolunda (fî sebîlillâh) savaşıyordu; diğerleri de kâfirdi ve göz görüşü (re'ye'l-a'yn) onları ('mirileri) kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımı (nasrı) ile te'yid eder. Şüphesiz bunda basıîret sâhibler (ülü'l-ebsar) için ibret vardır." A- "Gerçekten karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için âyetler vardır ." Bu âyet de, söylenmesi emredilen sözlere dahil olup makablinin mânâ ve muhtevasını açıklar ve aynı zamanda bunun bir hakikat olduğunu isbat eder. Bu âyet Yahudilere yöneliktir ve şunu demek ister: "- Ey sayılarına ve imkânlarına mağrur olan Yahudiler! Vallahi, Bedir savaşında iki fırkanın, iki topluluğun duruşunda, karşı karşıya gelişinde mutlaka sizin için ibretler vardır. "Setuğlebûne / yakında yenileceksiniz" sözünün hak ve gerçek olduğunu siz de göreceksiniz. Bedir savaşında da yenilenler, sayılarının çokluğu ve güçlerinin üstünlüğü ile gururlanıyorlardı. Ama onların nelerle karşılaştıklarını gördünüz. İşte onların başlarına gelenler, sizin de başınıza gelecektir." B- "Onlardan biri Allah yolunda savaşıyordu ; diğeri de kâfirdi ve göz görüşü onları kendilerinin iki misli görüyorlardı ." Karşılaşan iki fırkadan, Biri mü'mindi. Ancak burada imân yerine imânın hükümlerinden makama uygun olan Allah yolunda savaş (cihad fîsebîlillâh) zikredilmişdir. Bu, onları medhetmek, onların verdiği savaşı önemsemek ve âyetin (deki ve ibretin) ne suretle gerçekleştiğini, güç olarak azın nasıl çok görüldüğünü bildirmek içindir. "Diğeri de kâfirdi / ve uhra kâfiratün". Burada kâfir fırka için vasıf zikredilmemiştir. Bunun sebebi onların savaşını hiç nazar-ı itibâra almamak, onların duydukları korku ve heybetten dolayı saldırıya geçemediklerini zımnen bildirmek içindir. "Yerevnehüm misleyhim re'ye'l-ayn / göz görüşü onları kendilerinin iki misli görüyorlardı" cümlesindeki görme Fiili "yeravne / görüyorlar" biçiminde çoğul olarak kullanılmıştır. Görüş, kâfir fırkanın tek tek bütün fertlerine şâmildir. Onlardan her biri mü'minleri, kendilerinin iki katı, iki bin savaşçı olarak görüyorlardı. Çünkü müşrik ordusu bine yakındı. Onların tam sayısı dokuz yüz elli savaşçı idi ve baş kumandanları da Utbe b. Rabia b. Abdişems idi. Ebû Süfyan ve Ebû Cehil de ona yardımcı bulunuyordu. Müşrik ordusunda yüz at, yedi yüz deve ve her çeşitten sayısız silah vardı. Muhammed b. Ebü'l Firarin Sa'd b. Evs'ten rivâyetine göre: Bedir savaşında müşrikler, Müslümanlardan birini esir almışlar ve kendisine: "- Sayınız ne kadardı?" diye sormuşlar. O da: . "- Üç yüz on iki ile üç yüz yirmi arasında idik." demiş. Müşrikler de: "- Hayır, olamaz; biz sizi iki katımız kadar görüyorduk!" Veya: "- Biz sizi iki katınız kadar, altı yüz yirmi, altı yüz otuz arasında görüyorduk" demişler. Nitekim Bedir savaşında Müslümanların sayısı üç yüz on üç idi. Bunların yetmiş yedisi Muhacirlerden ve iki yüz otuz altısı da Ensar'dan idi. Bu savaşta Resûlüllah ile Muhacirlerin sancaktarı Ali b. Ebı Tâlib (radıyallahü anh) (ölm.661); Ensarın sancaktarı da Sa'd b. Ubadc el-Hazrecî (ölm.637) idi. İslâm ordusunda doksan deve ile iki at bulunuyordu. Bu atlardan biri Mikdael b. Amrin (radıyallahü anh), diğeri de Mersed b. Ebi Mersed'in (radıyallahü anh) idi. Müslüman savaşçıların yalnız altı zırhı ve sekiz kılıcı vardı. Bedir savaşında Müslümanlardan şehid düşenlerin tamamı on dört kişidir. Bunların altısı Muhacirlerden, sekizi de Ensar'dandır. Allahü teâlâ, cümlesinden razı olsun! İşte Müslümanların sayısı bu kadar az iken, Allah (celle celâlühü), onları müşriklerin gözünde çok güçlü gösterdi ki, müslümanlardan korksunlar ve onlarla savaşmaya cesaret edemesinler. Bu, Yüce Allah'ın Müslümanlara bir inayeti, yardımı, nasrı, desteği idi. Allah o gün Müslümanları meleklerle de destekledi. Bu ilâhî yardım, iki tarafın karşılaşması sırasında gerçekleşti. Bundan önce de kâfirler daha işin başında kaçmasınlar ve Müslümanlara karşı cür'et kazansınlar diye Allah (celle celâlühü) onların gözünde Müslümanları az göstermişti. Bir başka kavle göre de, Müslümanlar, kâfir fırkayı kendilerinin iki misli görüyorlardı; oysa onlar, Müslümanların üç katı idi. Bundan murad Müslümanların sebat etmesi ve; " Şimdi sizden sabırlı yüz kişi olursa, iki yüzü yenerler." (Enfâl 8/66) âyetinde zikredildiği gibi ilâhî nusret va'dı ile kalben müsterih ve mutmain oknaları ve gönül rahatlığına kavuşmaları idi. Ancak âyetin birinci tefsiri (müşriklerin, Müslümanları kendi sayılarının iki katı kadar görmeleri) daha anlamlıdır. Çünkü Müslümanlar, müşrikleri hep kendilerinin iki kati kadar görmemişler; daha ziyâde kendileri kadar hattâ daha da az görmüşlerdir. Nitekim rivâyete göre, İbn-i Mes'ud diyor ki: "- Biz ilkin müşriklere baktığımızda gördük ki, bizden kat kat fazlalar; sonra baktığımızda gördük ki, onlar bir kişi bile bizden fazla değiller." Sonra Allah müşrikleri Müslümanların gözünde sayıca daha da az göstermiş; hattâ Müslümanlar onları kendilerinden de az görmüşlerdir. Yine İbn-i Mes'ud (radıyallahü anh) diyor ki: "Bedir günü müşrikler bizim gözümüze o kadar az görünmeye başladılar ki yanımda bulunan bir adama: "- Sen de onları yetmiş kişi kadar mı görüyorsun?" dedim. O da bana: "- Ben onları yüz kişi kadar görüyorum." dedi. Sonra biz onlardan bir esir aldık ve ona: "- Sizin sayınız ne kadar?" diye sorduk. O da bize: "- Bin kişi." dedi. Eğer bu âyetten murad, Enfâl (8) sûresinde olduğu gibi, mü'minlerin müşrikleri gerçekte olduğundan daha az görmelerini temin ile bunu bir âyet ve ibret olarak belırtmekse, bu mü'minlerin müşrikleri kendilerinin iki katı olarak görmelerinden daha çok zikre değerdir. Kaldı ki, kâfirlere azın çok, zayıfın güçlü gösterilmesi ve bu şekilde onların kalblerine korku salınmasi, bu suretle kâfirlere Allah'ın (celle celâlühü) kudret ve hikmet eserlerinin gösterilmesi, hem ibret vesilesi, hem de kâfirlere karşı kullanılacak hüccet olarak daha etkili ve aynı zamanda Kur’ân'a muhatab olanların bunları kabul etmeleri için daha uygundur. Çünkü muhatab kitlenin, bu mucizevî hâli müşahede eden kâfirlerle ihtilali çoktur, işte cumhûrun kıraetine göre Kur’ânin mükemmeliyetinin gereği bu izahtır. Bir görüşe göre, bu iki âyetteki hitab, Setuğlebûne / Yakında yenileceksiniz!" hitabı ile, "- Kad kâne leküm âyetün ... / Gerçekten bunda sizin için âyetler vardır." hitabı, (Yahudiler için değil fakat) Mekke müşrikleri içindir. Ancak bu görüş aşağıdaki sebeble doğru telâkki edilemez: "Setuğlebûne ve tuhşerûne ilâ cehennem / yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz!" vaîck, bu görüş sahiplerinin sarahatle belirttikleri gibi, Eğer sadece Bedir hezimetinden ibaret ise, "- Sız Mekke müşrikleri Bedır'de mağlup olacaksınız!" dedikten sonra, "- Sizin için Bedir'de bir ibret vardır" demek uygun değildir. Eğer bu hezimet, başka bir hezimet ise, yine uygun değildir. Çünkü bu takdirde müşrikler, o korkunç ibreti Bedir'de görerek yaşayanlar, âyette hem mübhem (iki fırka), hem de vasıflandırılmış (kâfir bir fırka) olarak iki defa zikredilmiş olur. (Oysa Bedir gazası, onu yaşayanlar için değil, fakat başkaları için bir ibret dersi olarak öngörülür) Ayrıca müşahedenin (kendilerinin iki misli olarak görürler, ifâdesindeki müşahede) muhatablara isnadı, hüccetin ilzamında ve hasmı susturmada daha etkili iken, o kâfir fırkaya isnael etmenin de bir sebebi yoktur. İşte bu açıklamalardan, ikinci hitabın, "- Sizin için âyet vardır." hitabının mü'minler için olduğunu söylemenin sırrı anlaşılmış olur. Bir kırâete göre bu âyetteki "yerevnehüm / onları görürler" fiili, "terevnehüm / siz onları görürsünüz" seklinde hitap kipi olarak okunmuştur. Bu kıraetin zahiri, ikinci hitabın (sizin için büyük bir ibret vardır) müşriklere tevcih edilmesini gerektiriyorsa da, kesin değildir; çünkü bu kırâete göre ikinci mahzur (anılan Bedir ibretinin müşahedesinin muhatablara isnat edilmemesi mahzuru) kalkıyorsa da, birinci mahzur (Bedir ibretini müşahede edenlerin, "sizin için büyük bir ibret vardır" hitabının muhatapları olması) aynen mevcuttur. Bunun için muhtemeldir ki, âyetteki hitap Yahudiler içindir. Bedir'deki ibreti görmek ise müşrikler içindir; fakat müşriklerin görmesi, Yahudilerin görmesi mesabesinde sayılmıştır. Çünkü aralarında küfür birliği vardı ve özellikle Kâ'b b. Eşref vasıtasıyla meydana getirilmiş olan söz birliği, mîsak ve muahede vardı. İşte bundan dolayı beyânda mübalağa ve Yahudilerin de aynı akıbete uğrayacakları hakikatini zımnen açıklamak için anılan müşahede, Yahudilere isnad edilmiştir. Eğer " onları (mü'minleri kendilerinin iki misli görüyorlardı" ifâdesındeki görme, göz görmesi olarak kabul edilirse, "re'ye'l-ayn / göz görüşü, bakışı", onun tekidi olur; yok eğer anılan görme, kalb görmesi (basiret) olarak kabul edlirse, "re'ye'l-ayn" teşbihi mastar kabul edilir. Yani göz görmesi gibi apaçık bir müşâhde, demek olur. C- "Allah, dilediğini yardımı (nasr'ı) ile te'yid eder (destekler)." Allah (celle celâlühü), Bedir savaşında kendi yolunda savaşan fırkayı doğrudan doğruya kendi yardımıyla desteklediği gibi, kimi dilerse âdi (âdete uygun) sebepleri vâsıta kılmadan da onu yardımıyla destekler. Ç- "Şüphesiz bunda basıîret sahibleri (ülü'l-ebsar) için ibret vardır ." Sayıca az ve imkânları dar bir fırkanın, sayıca çok ve tam techizatlı bir fırkaya galip gelmesi sonucunu doğuran o az kuvveti çok görme olayında elbette ki akıl ve basiret sahibleri için veya onları görenler için büyük bir ibret vardır. "Zâlike / işte bunlar" işareü uzak için olduğu hâlde burada kullanılması, kendilerine işaret edilen Bedir mücâhidlerinin faziletteki derecelerinin pek yüksek olduğunu zımnen bildirmek içindir. Bu cümle; - ya söylenmesi emredilen sözlere dahil olup bir zeyl olarak makablini, açıklar, - ya da Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kelâmını tasdik etmek üzere doğrudan doğruya Allah (celle celâlühü) tarafından ifâde buyrulmustur. |
﴾ 13 ﴿