33

"Şüphesiz ki Allah, Âdem'i, Nuh'u, Âl-i İbrâhîm (İbrâhim soyu) ile Âl-i İmran'ı (İmrân soyunu) seçip âlemlere üstün kıldı ."

Daha önce, Allah katında yegâne hak dinin, İslâm ve tevhid olduğu, Ehl-i Kitab'ın yalnız ihtiras ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüğü, Allah'ın rahmet ve mağfiretinin ancak Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ittiba ve itaatle mümkün bulunduğu anlatıldıktan sonra şimdi Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) risâletinin gerçekliğine temas ve kendisinin de kadîm bir peygamber soyundan geldiği beyân ediliyor. Bu âyetlerde:

Önce bütün Peygamberlerin değerlerinin yüceliği vurgulanıyor;

Sonra, İsâ ile annesi (aleyhisselâm) hakkında Ehl-i Kitab'ın ifrat ve tefritleri ortaya konuyor ve bu konudaki gerçek açıklanmak üzere İsa ile annesinin başlangıçtaki hayâtları ve İsâ'nın insanları tevhid ve İslâm'a daveti zikrediliyor;

Bunun ardından Ehl-i Kitab'ın İbrâhim hakkındaki hüccetleri; onların, İbrâhim dinine mensup oldukları hakkındaki iddialarının doğru olmadığı beyân ve o dinin muhtevası, Yahudilerin ve Hıristiyanların yanlış inançlarından tenzih ediliyor;

Daha sonra da bütün Peygamberlerin (aleyhisselâm), insanları yalnız Allah'a ıbâdct ve itaate çağırdıkları, ne kendilerine, ne meleklere ne de Allah'tan başka şeylere tapmaya davet etmedikleri; onların ümmetlerinin de ellerinde bulunan kutsal kitabları tasdik eden Peygamberlerin getirdiklerine imân etmekle emrolunclukları açıklanıyor.

Hak Teâlâ bütün bunları, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve onun önündeki Tevrat ve incil'i tasdik eden Kur’ân'a imân ve ona itaat etmenin zorunlu olduğu hakikatini ortaya koymak için yapıyor. Nitekim tafsilatı gelecektir.

En başta Âdem (aleyhisselâm) zikrediliyor. Çünkü Âdem bütün insanların babası ve Peygamberlerin de ilkidir.

Nuh'un (aleyhisselâm) zikrinin sebebi de aynıdır. Çünkü Nuh (aleyhisselâm) da ikinci Âdem sayılır.

İbrâhîm soyunun zikredilmesi ise, onların Allah (celle celâlühü) tarafından seçilip üstün kılındıklarım kabul eden Ehl-i Kitab'ı Peygamber'e (aleyhisselâm) imâna teşvik ve onları, Peygamber'in (aleyhisselâm) de Allah (celle celâlühü) tarafından seçilip üstün kılındığı inancına yönlendirmek içindir. Çünkü Peygamber'in (aleyhisselâm) de o zümreden olması, buna yardımcı bir unsurdur. Ayrıca Peygamber'in, Allah (celle celâlühü) tarafından seçilip üstün kılınan bu hayırlı zümre içinde ve nübüvvet zincirinde önemli bir yeri olduğuna da dikkat çekilir.

Âl-i İmran'ın, Âl-i İbrâhîm'e dahil olduğu hâlde ayrıca zikredilmesi, İsa'nın (aleyhisselâm) durumuna duyulan ilgidendir. Çünkü İsâ (aleyhisselâm) hakkındaki ihtilaf çok derindir. İstifa (seçme, üstün kılma, tercih etme) vasfının yakın babaya nisbeti, bu vasfın âl'de (soyda) gerçekleştiğine açık bir delâlettir. "Âl" in Nûh ve Âdem'e (aleyhisselâm) değil de İbrâhîm'e (aleyhisselâm) izafe edilmesinin sebebi de budur. (Zira Âdem ve Nûh ailesinden hidâyete ermemiş olanlar da vardır.)

"istifa", lügatta tasfiye etmek, süzmek, saflaştırmak, bir şeyin saf olan kısmını almak gibi mânâlara gelir. Ama burada söz konusu olan seçmek, üstün kılmaktır.

Allah (celle celâlühü), Peygamberlere bahşettiği kudsî nefisleri, ona yaraşan ruhanî melekeleri ve cismanî kemâl mertebelerini "ıstıfâ" ile temsil buyurmuştur. Anılan bu üstün hasletler, "mustafânın / seçilen ve üstün kılınanın" nefsinde peygamberlik sonucunu doğuruyor. Meryem (radıyallahü anha) de ise, onunla çok ilgili olan ve kendisinden doğan insanda bu sonuç hâsıl oluyor.

Allah'ın (celle celâlühü) Âdem'i (aleyhisselâm) istifa etmesi,

- Onu kudret eliyle en güzel biçimde yaratması;

- Eşyanın isimlerini ona öğretmesi;

- Meleklere ona secde ettirmesi ve onu cennete yerleştirmesidir.

Allah'ın (celle celâlühü) Nuh'u istifa etmesi ise,

- Onu, serıatleri nesneden ilk peygamber kılması (ondan önce mahremlerin birbirleriyle evlenmesi haram değildi);

- Onun ömrünü uzatması;

- Yalnız onun zürriyetini dünyada bırakması;

- Kâfirler ile mü'minler hakkındaki duasını kabul buyurması;

- Su yüzünde taşıma imkânını ona bahsetmesidir.

"Âl-i İbrâhîm" den maksad, İsmail, İshaak (aleyhisselâm) ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dahil olmak üzere o soydan gelen bütün peygamberlerdir.

Allah'ın İbrâhîm'i ıstıfâ ettiği, onun âlini istifa etmesinden de anlaşılır. Bunun sarahatle belirtilmemesi, ona gerek olmadığı içindir. Çünkü İbrâhîm Allah'ın Halili olmak sıfatı ile meşhurdur. O, nebi ve resullerin imamıdır. Ve Âl-i İbrâhîm'in muştafâ kılınması da onun,

"- Ey Rabbimiz! Sen onlara, içlerinden Senin âyetlerini okuyacak, Kitab ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak (tezkiye edecek) bir Resul gönder." (Bakara 2/129) mealindeki duasının bereketiyle gerçekleşmiştir. İşte bundan dolayıdır kı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Ben, babam İbrâhîm'in duâsıyım" buyurmuştur.

Âl-i İmran'dan maksad kimlerdir? Bu hususta iki ayrı görüş vardır:

"Âl-i İmran"dan maksad, İsâ ile annesi Meryem'dir (aleyhisselâm). Meryem'in şeceresi şöyledir:

Meryem binti İmrân bin Mâsân bin Ebi Bûr bin Rabbi Bâbil bin Salyan bin Yûşyan bin Emun bin Menşa bin Hazkıya bin Ahz bin Yûsem bin Azyahû bin Yehûşafat bin Esâ bin Rahba'm, bin Süleyman bin Dâvud bin Bişa bin Avfîz bin Bûaz bin Selemûn bin Nahsûn bin Amyenûzeb bin Rem bin Hasrûn bin Bars bin Yehûzâ bin Yakuub.

"Âl-i İmran" dan maksad, Mûsa ile Harun'dur. Mûsa ile Harun'un şeceresi de şöyledir:

Mûsa ile Harun bin İmrân bin Yasher bin Kahes bin Lavey bin Yakuub (aleyhisselâm).

Adları geçen iki İmrân (Mûsa ile Harun'un babaları İmrân ile Meryem'in babası İmrân) arasında bin sekiz yüz (1800) sene zaman vardır.

Âl-i İmran'dan maksad eğer Mûsa ile Harun (aleyhisselâm) ise, İsa'nın mustafâ kılınması da Âl-i İbrâhîm'e dahil olmasındandır. Ancak ilk tefsir, daha zahirdir. Çünkü ondan sonra Meryem'in kıssası gelmektedir. Ve Mûsa ile Harun'un Âl-i İbrâhîm'e dahil edilmek suretiyle ıstıfâ edilmiş olmaları daha açık bir tevcihdir.

"el-Â'lemîn / âlemler" den maksad, her Peygamberin kendi zamanındaki insanlardır. Yani Allah (celle celâlühü) o Peygamberleri kendi devrindeki insanlardan seçip üstün kılmıştır.

33 ﴿