61

"(Resûlüm), sana gelen bunca ilimden sonra kim seninle tartışmaya kalkışırsa artık onlara de ki :

Oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, bizleri ve sizleri çağıralım; sonra da duâ edelim de Allah'ın lâ'netinin yalancılar üzerine olmasını ekleyelim ."

Daha mufassal bir ifâdeyle:

"Resûlüm! Herkesin sana inanmasını gerektiren bu kesin belgeler ve kanıtlar geldikten, o Necranlı hristiyanları da bunları senden dinledikten sonra, İsâ ile annesi (aleyhisselâm) hakkında Allah (celle celâlühü) tarafından anlatılanları yalanlayarak yine de seninle tartışmaya kalkışırlarsa de ki:

"- Gelin! Oğullarımızı ve oğullarınızı; kadınlarımızı ve kadınlarınızı; bizleri ve sizleri çağıralım, yani her birimiz ve her biriniz kendi nefsi ile beraber, ailesinden kendisi için en aziz, kalben en yakın olanları çağırsın; sonra da duâ edelim, Allah'ın (celle celâlühü) lâ'netinin yalancılar üzerine olmasını dileyelim." 48

48 Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından Necran'da yerleşmiş bulunan Hıristiyan halkı tevhid dinine davet için Necran keşişlerine Hicrî 8. ve 9. yılları arasında mektup yazılmıştı. İşte bu mektub üzerine Necran Hıristiyan]arı Medine'ye 60 kişilik bir heyet gönderdiler. Heyet başkanı Ebû Harise b. Alkame adk bir papazdı. Abdü'l-Mesîh adlı diğer bir rahib de onun yardımcısıydı. İpekli elbise (bürd-i yemanî)ler içinde ve gösterişk tavıriada Mescid-i Nebî'ye giren Necrankîar doğuya yönelerek ibâdet ettiler. Fakat ancak ertesi günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşabildiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onlara yeni dinin temel ilkelerini anlattı ve sonunda kendilerini İslâm'a çağırdı. Görüşme, tartışmaya dönüştü, Necranlılar, soruyorlardı:

Âyette yalnız oğullar zikredilmiştir. Çünkü onlar için oğullar, kızlardan daha azizdir. Kadınların onlar için değerli ve onların kadınlara bağlık İdari ise, ancak başka cihettendir.

Mübahale için yapılan çağrıda oğullar ve kadınlar, nefislere takdim edilmiştir. Oysa mübahale (lâ'net dileme)de helâk edici maddelerdendir, onda da helâk olma ihtimali vardır. Tabiî ahvâlde kişi, ailesi için kendini tehlikeye atar ve onları korumak için savaşır; böyle iken bu bedduada onların öne sürülmesi, Peygamberimiz'in, kendi haklılığına olan sonsuz güvenini ve kendi ailesine hiçbir kötülük isabet etmeyeceğine olan kesin inancını zımnen bildirmek içindir. İşte beddua için meydan okumada, Peygamberimiz'in muhatablara takdim edilmesinin sırrı da budur.

Rivâyet olunuyor ki, Necran heyeti mülâaneye davet edilince:

"- Biz, gidip aramızda bir görüşelim, ondan sonra kararımızı bildiririz." dediler.

Yalnız kaldıklarında, reislerine sordular: "Ya Abde'l-Mesîh ne dersin (ma terâ)?" Reisleri:

"- Ey Hıristiyan cemaati ! Vallahi, siz de şüphesiz biliyorsunuz ki Muhammed, Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir Peygamber dir ve o, hakikaten Peygamberi (sahibi)niz (İsâ) hakkında da gerçek bilgiler verdi. Vallahi, târih boyunca hangi kavım, bir Peygamberle mübahaleye girmişse, o kavmin büyükleri yaşamamış ve küçükleri de büyümemiştir. Vallahi, siz de bunu yaparsanız, muhakkak helâk olursunuz. Eğer siz illâ dininizi, eski hâlinizi korumak istiyorsanız, bu adamla vedalaşm da (fevadiu'r-racüle), kendi ülkenize dönün !" dedi.

" - İsa'nın (aleyhisselâm) babası Allah değilse kimdir?"

Âl-i İmran (3) sûresinin pek çok âyeti bu münasebetle indi. Necranklar gerçeği görmek istemiyorlardı. Akıl ve mantiğa hitab ederek onları hak yola çekmek mümkün olmadığı anlaşılıyordu. Tek yol vardı. Bu da Âl-i İmran (3) sûresinin 61. âyetinde ifâdesini bulan mübahale veya mülâane idi. Bu, haksız olanın boynuna lâ'net halkasının geçmesi dileğinde bulunmak demekti. Resûlüllah bu âyette şekillenen ilâhî irade uyarınca onları mübahaleye çağırdı. Önce teklifi müsaid karşılayan Necranklar, sonra bundan korku ve pişmanlık duydular.

Bunun üzerine Necran heyeti, Resûlüllah'a yöneldiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Hüseyin'i kucağına almış, Hasen'nın da elinden tutmuş onlara doğru geliyordu; Fatıma (radıyallahü anha) ve Ali (radıyallahü anh) de onu takib ediyorlardı.

Peygamberimiz, ailesine:

"- Ben duâ ettiğim zaman, siz de âmîn! deyin!" buyurdu. Necran heyeti, durumu görünce, rahibleri dedi ki:

"- Ey Hıristiyan cemaati! Yemin olsun; ben öyle yüzler görüyorum ki, eğer onlar, Allah'tan bir dağı yerinden kaldırmasını dileseler, Allah muhakkak kaldırır. Onun için siz sakın, mübahaleye girmeyin; yoksa helâk olursunuz ve hattâ kıyamete kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan kalmaz."

O zaman Necran heyeti:

"- Ya Ebe'i- Kasım! Biz şuna karar verdik ki seninle mübahaleye girmeyeceğiz. Sen kendi dininde kal; biz de kendi dinimizde kalalım!" dediler.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

"- Siz eğer mübahaleye girmekten kaçınıyorsanız, o zaman gelin, Müslüman olun; Müslümanlar için lehte ve aleyhte sabit olan bütün hak ve mükellefiyetler sizin için de aynen sabit olur." buyurdu.

Fakat yine de onlar Müslüman olmayı kabul etmediler.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- O zaman ben de sizinle savaşırım" buyurdu. Onlar:

"- Biz, Araplarla savaşanlayız; fakat seninle bir sulh andlasması yapalım; sen, bize karşı savaşma, bizi tehdid etme ve bizi dinimizden döndürme; biz de her yıl sana, bini Safer ayında, bini de Receb ayında olmak üzere iki bin takım elbise teslim edelim. Ayrıca otuz adet de demir zırh verelim." dediler.

Bu şartlarla bir sulh andlasması yapan. Resûlüllah, daha sonra şöyle buyurdu:

"- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, helâk, Necranklar üzerine sarkmıştı. Eğer onlar bu mübahaleye katılmış olsalardı, maymun ve domuz şekline dönüştürüleceklerdi (mesholunacaklar); bu vadi, onlar üzerine ateş püskürecekti; Allah Necran halkının kökünü kaziyacakti; ağaçların tepesindeki kuşlar bile kurtulamayacaktı; bir sene geçmeden bütün Hıristiyanlar helâk olacaktı."

61 ﴿