101

"Siz nasıl inkâra saparsınız ki Allah'ın âyetleri size okunup duruyor, O'nun Resulü de içinizde bulunuyor? Kim Allah'ın Kitabı'na sımsıkı sarılırsa, artık şüphesiz o, sırat-ı müstakıîme (doğru yola) hidâyet edilmiştir."

A- "Sız nasıl inkâra saparsınız kı / Ve keyfe tekfurun e)..."

Bu aynen,

"Müşriklerin Allah katında ve O'nun Resulünün yanında nasıl bir ahdi olabilir?" (Tevbe 9/7) âyeti gibi bir istifham-ı inkârîdir. Vukûun inkârı (redd) içindir;

yoksa; .

"Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz ki siz ölüler iken size o hayât verdi.." (Bakara 2/28) âyetinde olduğu gibi vakiin inkârı değildir.

İnkâr ve garipsemeyi küfrün keyfiyetine tevcih etmekte (nasıl inkâr ediyorsunuz ki?) mevcud olan mübalağa, inkârı, doğrudan doğruya küfrün kendisine yöneltmek, yani "siz inkâr mı ediyorsunuz?" şeklindeki istifhamda mevcut değildir. Çünkü vücûde gelen her şeyin bir vücût bulma hâli ve sekli vardır. Buna göre, bir şeyin vücûde gelmesinin bütün hâlleri ve şekilleri nefyedilince, onun vücûdu, burhanı ve istidlali (delil göstererek) yoldan nefyedılmiş olur.

B- "Allah'ın âyetleri size okunup duruyor ..."

Bu cümle, îmân üzere sebat etmeyi gerektiren ve küfrü meneden anlamlar içermesi itibariyle inkâr ve garipseme mânâsını daha da pekiştirir.

C- "O'nun Resulü de içinizde bulunuyor?"

Bu cümle de, önceki cümleye atıf olup onun hükmüne dahildir. Zira Allahü teâlâ'nın âyetlerinin onlara okunması ve Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onların arasında bulunması kendilerine Kitabı, hikmeti öğretmesi, hakkı tahkik ve şüpheyi gidermek suretiyle onları arındırması, küfrü meneden en kuvvetli unsurlardır.

Tilâvetin Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) isnad edilmemesi (Resûlüllah, Allah'ın âyetlerini size okuyup dururken, denmemesi), bunların birbirinden ayrı konular olduğunu bildirmek içindir.

C- "Kim Allah'ın Kitab'ına sımsıkı sarılırsa artık şüphesiz o, sırat-ı müstakıîme (doğru yola) hidâyet edilmiştir ."

Kim, Allah'ın (celle celâlühü), Resulünün lisanıyla açıkladığı hak dinine:, yani daha önce "Sebîlillâh / Allah'ın yolu" diye ifâde edilen İslâm'a ve tevhide sarılırsa, artık şüphesiz o, matlûba eriştiren sırat-ı müstakime, dosdoğru yola hidâyet edilmiş demektir.

Bu yolun, müstakim, dosdoğru olarak vasıflandırılması, onu eğri göstermek çabası içinde olanlara açık bir red mânâsı içerir.

Aslında sırat-ı müstakim, Allah'ın (celle celâlühü) hak dinidir ve ona hidâyet edilmiş olmak da, O'nun Kitabına sarılmanın ta kendisidir. Ancak bu iki husus, hakikatte değil, fakat itibarî olarak ayrıdır. İkinci unvan, (sırat-ı müstakime hidâyet), varılacak hedef olup teşvik için şart cümlesinin cevabı olarak kullanılmıştır. Tıpkı:

"Artık kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa, iste o, gerçekten kurtuluşa ermiştir." (Âl-i İmrân 3/185) âyetinde olduğu gibi.

101 ﴿