121

"Hani sen sabah erkenden mü'minleri savaş için mevzilerine yerleştirmek üzere aile (ehli)nden ayrılmıştın. Allah hakkıyla her şeyi işitendir ve her şeyi bilendir."

Burada, dikkatler sabır ve takvadan uzak kalmanın zararlı sonuçlarına çekilmektedir. Şunu da unutmamak gerekir ki sabır ve takva, va'd-i ilâhî gereği düşmanların yaptıkları hilelerin zararlarından kurtulmayı da sağlar.

Bu âyette hitab özellikle ve yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e tahsis edilmiştir. Çünkü bu kelâm ona mahsustur. Ve demek istenen şudur:

"- Ey Resûlüm! Sabah erkenden ailenden ayrıldığın o zamanı onlara anlat ki, sabırsızlıktan ileri gelen o nahoş hâllerden ibret alsınlar da, bilsinler ki, sabır ve takvadan ayrılmadıkları takdirde kâfirlerin hileleri kendilerine asla zarar vermez."

Burada, asıl maksad o vakt içinde vuku bulan hâdiseler olduğu hâlde, anlat emrinin hâdiselere değil de, vakte tevcih edilmiş olması, bu hâdiseyi tafsilâtı ile hatırlamanın mecburiyetini mübalağa ile ifâde etmek içindir. Nitekim bu konu ile ilgili izah, Bakara 2/30. âyetin tefsirinde geçti.

Âyet, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in Uhud savaşı için ailesinden, Âişe'nin (radıyallahü anha) Validemizin evinden çıkmasıyla ilgilidir. Burada maksûd olan, bazılarının zannettiği gibi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in niyet ederek ve bu azim ile evinden çıkması değil, fakat mü'minleri mevzilerine yerleştirmeye kadar uzanan zamanı ve buna bağlı olarak meydana gelen gelişmeleri hatırlatmaktır. Çünkü hâdiseleri hatırlatan o zamandır.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşına cuma namazından sonra çıktığı hâlde, âyette "Ve iz ğadevte min ehlike / Hani sen sabah erkenden ailenden ayrıldın" buyurulmuştur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in mü'minleri mevzilerine yerleştirmesi, (ertesi gün), sabah erkenden olmuştur ve asıl konu da budur. Zira vaktin hatırla tılmasından maksat, mü'minlerin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in emrine muhalefetlerinin, yerleştirildikleri muayyen mevzileri terk etmelerinin ve sabırsızlık göstermelerinin hatırlatılmasıdır.

İşte böylece bu âyet-i kerîmeyi, cuma namazının zeval vaktinden (güneşin tam tepeye geldiği vakitten) önce kılmanın caiz olduğuna delil gösterme görüşünün yanlışlığı net olarak ortaya çıkmış olur.

Rivâyete göre müşrik ordusu Uhud'a çarşamba günü inmişti. Bunun üzerine Resûlüllah Ashabı ile istişare buyurdu ve (sonraları münafıkların başı olarak şöhret bulan) Abdullah b. Übeyy b. Selûfü de istişare için çağırdı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan önce onu hiç çağırmamıştı. İstişarede Abdullah ve Ensar'ın çoğu şöyle dediler:

"- Ya Resûlallah! Medîne içinde kal, Medine'den çıkıp onların bulundukları yere gitme. Çünkü vallahi, bu güne kadar ne zaman Medine'den çıkıp bir düşman karşısına gitmişsek, hep mağlup olduk ve ne zaman bir düşman Medine'ye girip bizimle savaşmışsa, mutlaka biz onları yendik. Bir de sen aramızda iken Medine'de nasıl mağlup oluruz! Onun için sen o düşmanları orada kendi hâllerine bırak; eğer onlar hep orada kalırlarsa, zaten en kötü hapishanede kalmış gibi olurlar; yok eğer Medine'ye girerlerse, erkekler, cepheden onlarla savaşırlar; kadınlar ve çocuklar da onlara taş atarlar; eğer memleketlerine dönerlerse, amaçlarına ulaşmadan dönmüş olurlar."

Bazı Sahabiler de şöyle dediler:

"- Ya Resûlallah! Bizi o köpeklerin karşısına çıkar; bizim onlardan korktuğumuzu sanmasınlar."

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"- Ben rüyamda arkamda boğazlanmış bir sığır gördüm ve bunu hayra yordum. Yine rüyamda kılıcımın ağız kısmında bir gedik gördüm ve bunu da hezimet olarak yordum. Yine rüyamda ellerimi bir muhkem zırhın içine soktuğumu gördüm ve bunu da Medîne olarak yordum. Eğer uygun görürseniz, Medine'nin içinde kalın da, onları orada bırakın."

O zaman da, Bedir savaşında bulunmayan ve Uhud savaşında Allahü teâlâ'nın kendilerine sehâdeti nasıb ettiği bazı Müslümanlar:

"- Ya Resûlallah! Bizi düşmanlarımızın karşısına çıkar!" diye ısrar ettiler.

Numan b. Mâlik el- Ensarî (radıyallahü anh) de şöyle dedi:

"- Ya Resûlallah! Beni cennetten mahrum bırakma! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben mutlaka cennete gireceğim" dedi ve sonra şöyle devam etti:

Ben şu iki sözümle cennete gireceğim:

"- Eşhedü en lâ ilahe illallah ve ben savaştan kaçmayacağım!" dedi..

Böylece çok ısrar ettiler. Nihayet Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evine girdi, zırhını giyip silâhlarını kuşandı. Ashâb, onu böyle görünce, ısrarlarından pişman oldular ve kendi aralarında:

"-- Biz yanlış yaptık; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahye mazhar iken, biz ona yol gösteriyoruz!" dediler. Sonra da:

"- Ya Resûlallah! Sen nasil uygun görüyorsan, öyle yap!" sözleriyle takdiri ona bıraktılar. O zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Bir peygamber, silâhlarını kuşandıktan sonra savaşmadan onları çıkarması kendisine yaraşmaz" buyurdu.

Böylece cuma günü cuma namazından sonra Medine'den yola çıktı ve Hicretin üçüncü yılında, Şevval ayının ortasında, cumartesi günü sabahleyin Uhud vadisine vardı. Sonra Ashabını savaş için saf düzenine soktu ve onları ok sapı gibi dümdüz hizaya getirdi; safta birinin göğsünün daha ileri çıktığını görünce:

"- Geri!"

diye sesleniyordu. Peygamberimiz, vadinin kenarına inmişti. Ve kendisi ile askeri sırtlarını Uhud dağına verdiler. Abdullah b. Cübeyr'i de okçulara kumandan tâyin etti ve okçulara:

"- Siz oklarınızla bizi savunun; arkadan bize saldırmalarını önleyin; salan, mevzilerinizi terk etmeyin; siz yerlerinizde kaldığınız müddetçe biz gaalibiz!" diyerek onlara talimat verdi.

Allah (celle celâlühü) sizin sözlerinizi de gayet iyi işitmekte ve kalplerınizdekileri de eksiksiz olarak bilir.

Bu ifâde, zımnen, onlardan sâdır olmaması gereken bazı söz ve fiillerin sâdır olduğunu bildirir.

121 ﴿