128

"(Resûlüm), bu işten sana düşen hiçbir şey yoktur. Allah, ya onların tevbelerini kabul yada onlara azab eder. Çünkü onlar zâlimlerdir."

A- "(Resûlüm), bu işten sana düşen hiçbir şey yoktur."

Bu bir itiraz cümlesi (ara cümle) olup o kâfirlerin gelecekteki durumunu bildiren matuf (atfedilen) cümle ile hâli hazırdaki durumlarını bildiren matufun aleyh (kendisine atfedilen) cümle arasında zikredilmiştir.

Daha önce, yardım eden meleklerin bunda etkileri olmadığı beyân edilmişti; şimdi bu âyetle, kendilerine yardım edilenlerin de bunda etkileri olmadığı açıklanıyor.

Bu âyette, hitab yalnız Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) tevcih edilmiştir. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elinde bir şey olmadığı ifâde edilmekle, başkalarının elinde bir şey olmadığı öncelikle anlaşılmış olur.

O kâfirlerden bir güruhun kökünün kesilmesi veya perişan edilmesi konusunda, Resûlüllah ile savaşa katılan mü'minlerin dahli olduğu düşünülebildiği için anılan itiraz (ara) cümlesi orada değil, burada zikredilmiştir.

B- "Allah, ya onların t evb elerini kabul ya da onlara azab eder."

Onların işlerinin mutlak mâliki Allah'tır Allah,

- onları helâk veya perişan etmek,

- Müslüman oldukları takdirde tevbelerini kabul etmek,

- küfürlerinde ısrar ettikleri takdirde de onlara azab etmek için onlara karşı size yardım etti.

Bunun anlamı şudur:

"- Resûlüm! Onların işlerinden senin payına düşen (seni sorumlu kılan) bir şey yoktur. Sen yalnız, onları uyarmaya (inzara) ve onlarla savaşa (cihada) memursun."

Onların azab edilmelerinden maksad, en inatçı kâfirlere mahsus uhrevî azabtır. Bu uhrevî azab, ilk iki fırka (helâk ve perişan edilenler) hakkındadır.

Âyette, tevbe ve tazib (azab etme), vücud ve tahakkuk olarak terettüb ettikleri İlâhî yardımın nihaî illet ve sebebi sadedinde zikredilmiştir. Çünkü:

1- onların mağfiret dileklerinin kabulü, ilâhî yardım ile gerçekleşen galibiyet sebebiyle İslâm'ın hak din olduğuna ilişkin bilgiden doğan tevbenin;

2- şiddetle azab edilmeleri de hak tebeyyün ettikten sonra küfürde ısrar etmelerinin sonucudur.

Bir görüşe göre, Utbe b. Ebi Vakkas, Uhud savaşında Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) başını yarmış ve ön dişlerini kırmıştı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzündeki kanları silmeye, Ebû Huzeyfe'nin âzadlı kölesi Salim de, yıkamaya çalışıyordu. İşte o sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"- Kendilerini Rabb'larına davet eden Peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl felâh bulur / Keyfe yüflihu kavmün hadabû veçhe nebiyyühüm bi'd-demi vehüve yed'û'hüm ilâ rabbihim ?!"

İste bunun üzerine:

"Bu işten sana düşen hiçbir şey yoktur / Leyse leke mıne'l-emrı şey ün" âyeti indi. Sanki bu âyet, bir nevi muatebe (itab/ azarlama, serzeniş)dir.

Bir görüşe göre de, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara beddua etmek istedi, ancak Allahü teâlâ, onu bundan menetti. Zira Allah (celle celâlühü), onlardan, bazılarının bir süre sonra îmân edeceklerini biliyordu.

Yahya b. Ziyad el-Ferrâ ile Muhammed İbnü'l-Enbârî'den nakledildiğine göre, "ev yetûbe" cümlesindeki "ev" harfi, "illâ en" karşılığı-dır. Bunun da anlamı şudur:

"- Onların işinden senin payına düşen bir şey yok; ancak Allah onların tevbesinı kabul ederse, sen buna sevinirsin; eğer onlara azab ederse, senin de yüreğin soğumuş olur."

Hangi tefsire göre olursa olsun, daha önce Bedir savaşı ile ilgili bazı olaylar anlatıldıktan sonra bu âyette de, Uhud savaşı ile ilgili bazı bilgiler veriliyor. Çünkü Bedir savaşı ile Uhud savaşı arasında açık bir münasebet vardır. Zira her ikisi de, bütün işlerde gerçek tesirin Allahü teâlâ'ya mahsus olduğuna, başkasının hakiki mânâda tesiri olmadığına birer misâldir.

Bir görüşe göre ise, bu âyetlerde anlatılan kıssanın tamamı Uhud savaşı ile ilgilidir. Ve:

"Hani sen (Resûlüm) mü'minlere şöyle diyordun." (Al-i İmrân 3/124) cümlesi de, daha önce geçen:

"Sabah erkenden ailenden ayrılmıştın " (Al-ı imrân 3/121) cümlesinin ikinci izahıdır (bedelidir).

Bu görüşe göre, âyette Resûlüllah'dan tahkiye suretiyle zikredilenler de, Uhud savaşında vuku bulmuştur. Va'dedilen İlâhî yardım da, sabır ve takva şartına bağlı idi; onlar sabır ve takva göstermeyince, va'dedilen zafer gerçekleşmedi. Ancak âyetlerin nazm-ı kerîmi, bir kaç cihetten bu yoruma müsait değildir:

1- Âyette sabır ve takva şartlarına bağlanmış meleklerin yardımı, üçbin melek için değil, beşbin melek içindir. Oysa Uhud savaşında bir tek melek yardımı olmamıştır.

2- Eğer bütün anlatılanlar, Uhud savaşı hakkında olmuş olsaydı, mü'minlerin sabır ve takva göstermemekle işledikleri hatâ ve bundan dolayı mahrum kaldıkları büyük nimet teşhir edilirdi. Bunların açık olduğundan bahisle teşhir edilmediğini iddia etmek ise, kabul edilemez. Çünkü sibak ve siyak (ibarenin gelişi ve başı ile sonu arasında bulunan kelimelerden hâsıl olan mânâ), buna değil aksine delâlet etmektedir.

3- " Ve Allah, bunu yaptı..." (Âl-i İmrân 3/ 126) ibâresindeki zamiri (hü / bunu), va'dedilen yardıma irca etmek mümkün değildir. Çünkü o İlâhî yardım gerçekleşmemiştir. O hâlde Allah (celle celâlühü) gerçekleşmemiş bir yardımın nihaî illetini nasıl beyân buyurur (Bunu, şunun için vap tık, diyebilir) ?!

Bu zamir, yardım va'dine de irca edilemez, yani "Allahü teâlâ, o va'di, size müjde olsun ve kaibleriniz yatışsın diye yapmıştı fakat siz, şart koşulan sabır ve takvayı gösteremediğiniz için va'd de gerçekleştirilmedi" mânâsı verilemez. Çünkü aynı âyetin sonundaki "Nusret, ancak Azız ve Haldm Allah katındandır / Ve me'n-nasru illâ mm ı'ndıllâhi'l-a'zîzi'l-hakîm" ifâdesi, va'dedilen ilâhî yardımın gerçekleştiğini sarahaten bildirir. Ancak meleklerle olan yardımın etkisi, mücerred müjde ve kalblerın yatişmasıdır ki bunlar da hâsıl olmuştur. Hakikî yardım ise, ancak Allahü teâlâ katındandır.

Bu itibârla kaçınılmaz hak şudur:

"Hani sen (Resûlüm) mü'minlere şöyle diyordun." (Al-i İmrân 3/124), ifâdesi, bir önceki âyette geçen,

"Andolsun ki Allah Bedir'de size yardım etti." (Al-i İmran 3/123) ifâdesinin devamıdır.

"İz / hani, o zaman" zarfı "nasareküm / size yardım etti"ün zarfıdır ve 127. âyetin sonuna kadar anlatılanlar, kesinlikle Bedir savaşı ile ilgilidir. Ondan sonrası ise, zikredilen iki yoruma da müsaittir.

C- "Çünkü onlar zâlimlerdir."

Âyetin tefsiri ne olursa olsun, bu cümle, kendisinden önceki "ev yuazzibehüm / ya onlara azab eder" cümlesinin sebebini ve azabın kendi zulümlerinin cezası olduğunu beyân eder.

128 ﴿