140"Eğer size (Uhud'da) bir yara değdiyse, (Bedir'de de) bir misli o kavme bir yara değmişti. İşte o günler! Biz, onları insanlar arasında dolaştırırız (tedavül ettiririz). Şunun için ki Allah, îmân edenleri bilsin ve sizden şâhidler edinsin. Allah, zâlimleri sevmez." A- "Eğer size (Uhud'da) bir yara değdiyse, (Bedir'de de) o kavme onun misli bir yara değmişti." 1- Bir görüşe göre bu iki yaradan biri Uhud, diğeri de Bedir savaşındadır. O takdirde anlam şöyle olur: Eğer o müşrikler, Uhud savaşında size zayiat verdirmişlerse, siz de Bedir savaşında onları büyük bir zayiata uğrattınız. Ama onlar, yine de sizinle savaşmaktan geri durmadılar. Binâenaleyh zafiyet ve gevşeklik göstermemek daha çok size yaraşır. Çünkü onların Allah'tan ummadıkları uhrevî nimetleri siz umuyorsunuz. 2- Bir görüşe göre ise, her iki yara da, Uhud savaşında gerçekleşmiştir. Nitekim Müslümanlar, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emrine muhalefetten önce müşrikleri önemli bir zayiat uğratmış ve müşrik ordusunun sancaktarının da aralarında bulunduğu yirmi küsur kişiyi öldürmüşler, pek çoğunu da yaralamışlardı. Ozelikle süvarilerin büyük kısmını oklamışlardı. B- "İşte o günler ! Biz onları insanlar arasında dolaştırırız." "Tilke / Bu", yalnız Bedir ve Uhud günlerine değil geçmiş ve gelecek ümmetler arasında cereyan etmiş ve edecek hâdiselerin günlerine de işaret eder. Bedir ile Uhud günleri de öncekide bu günlere dahildir. Burada günlerden maksad, zafer ve galibiyettir. Demek istenen şudur: "Biz, zafer ve galibiyeti insanlar arasında evirir çevirir; bazen bunlara, bazen de şunlara veririz. Bu ilâhî sünnet, hem eski hem de gelecek ümmetlerde câridir." Bu âyette mü'minler için bir nevi teselli de vardır. C- "Şunun için ki Allah, îmân edenleri bilsin ve sizden şâhidler edinsin." 1- Bu ya temsil kabilındendir; Allah (celle celâlühü), ihlaskları, îmânda sebat edenleri bilmek için bunu yapmıştır. 2- Ya da burada sebebin adını müsebbebe vermek kabilinden, bilmek, mecaz olarak, temyiz ve tefrik yerine kullanılmıştır. Yani Allah Teâla, îmânda sebat edenleri diğerlerinden temyiz etmek için bunu yapmıştır. Nitekim diğer bir âyette de meâlen şöyle buyurulur: " Allah, mü'minleri bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda habisi (pisi, murdarı), temiz (tayyib)den ayıracaktır." (Al-i imrân 3/179) 3- "Lıya'lemallâhü / Allah bilsin diye veya Allah'ın bilmesi için" ifâdesindekı ılım (bilmek), hakiki mânâdadır. Bu da bilfiil mevcut olan ilâhî ilim demektir. Çünkü ilâhî cezanın sebebi de bu ilimdir; yoksa bilkuvve mevcut olan ilâhî ilim değildir. 4- İmândan maksad, îmândaki derinlik ve ihlâs olduğu hâlde îmânın mutlak olarak zikredilmesi, îmân adının, başka îmânlar için kullanılmadığını bildirmek içindir. 5- "Vekya'lemallâhüllezîne âmenû / Ve Allah, îmân edenleri bilsin veya Allah'ın îmân edenleri bilmesi için" cümlesi, lafzen mezkûr olmayan başka bir sebep cümlesine atıftır. O cümle, a- Ya mahsus ve muayyen olup mezkûr cümle onun ilk unsurlarından olduğu, ona delâlet ettiği için hazfedilmiş; sanki şöyle denmiştir: "- Biz o günleri insanlar arasında döndürüp dururuz ki, sizin durumunuz ortaya çıksın ve Allah, îmân edenleri bilsin." Zira onların amellerinin zuhuru ve kuvveden fiile çıkması, onları başkalarından temyiz ve tefrik etmenin ilkelerinden ve ilk unsurlarındandır ve ilâhî ezelî ilmin onlara taallûku da bu cihettendir. Allah'ın bilmesi, temsil kabilinden olduğu takdirde de bunun izahı yine böyledir. Artık bu hakikati gereğince düşün! b- Ya da anılan cümlenin atfedildiği mahzûf sebep cümlesi, muayyen değil, fakat umumi ve mübhem bir cümledir. Böyle olması, şu hakikatlere dikkat çekmek içindir: Bunun illet ve sebepleri sayılanlara münhasır değildir. Ve insanların başına gelen musibetler, onları üzmektedir. O insanlar, Allahü teâlâ'nın, o hâdiselerde kendileri için, kimsenin aldına gelmeyen pek çok gizli lütûflar yarattığını idrâk etmemektedir. Sanki şöyle buyrulmuştur: "- Biz o günleri aranızda döndürüp dururuz ki, şu şu maslahatlar vücude gelsin ve Allah, îmân edenleri bilsin." Bunda apaçık kuvvetli bir teselli ve ziyadesiyle yol gösterme anlamı vardır. c- Veya "Ve Allah, îmân edenleri..." cümlesinin matufu olduğu nıahzûf mübhem cümle, diğer misâllerin sebeplerini anlatan bir cümle de olabilir. Böylece her misâlin, bir mûcib sebebi olduğuna icmâlen işaret edilmiş olur. Sanki şöyle denir: "- Biz o günleri bütün insanlar arasında döndürüp dururuz ki, onun çeşidi misâllerini gerektiren şu şu hikmetler gerçekleşsin ve Allah, îmân edenleri bilsin." Ç- "...Ve sizden şâhidler edinsin." - Şühedâ, ya şehidin çoğuludur. O takdirde mânâ, "sizden bazı insanlara şehid ikram etmek için..." olur. Bunlar Uhud sehıdleridır. - Şühedâ, ya da şahidin çoğuludur. Bu takdirde de mânâ "hak üzerinde sebat, sıkıntılara sabır ve metanetle tahammül eden veya başkaca sadakat kanıtları veren mü'minlerden âdil şâhidler edinmek ve kıyamet günü ümmetler hakkında şahadet etmelerini sağlamak için..." olur. İki mânâdan hangisi olursa olsun, seçmek ve yaklaştirmak anlamlarını kapsayan ittihaz kelimesinin kullanılmasında onlar için apaçık bir teşrif ve tazim vardır. D- "Allah, zâlimleri sevmez." Bu itiraz (arızî) cümlesi, makablinin mefhûmunu hulâsa olarak açıklar. Burada ifâde edilen sevmemek, buğzetmekten kinayedir. Bunun zâlimler hakkında olması, Allahü teâlâ'nın, zâlimlerin mukabillerini sevdiğine işarettir. Zalimlerden murad, - ya îmânda sebat etmeyenlerdir ki o takdirde bu açıklama, Allahü teâlâ'nın onlara buğzu, şahitlik için seçilmiş ihlas sahibi olanları onlar arasından ayırmak, o kapsamdan çıkarmak içindir. - Ya da zafer günlerinin kendilerinden yana döndürüldüğü kâfirlerdir ki o takdirde bu cümlenin bir açıklama olması, o kısmî zaferin kendileri için bir ilâhî nusret olmadığı cilıetiyledir. Çünkü ilâhî nusret ve kesin zafer, Allahü teâlâ'nın dostlarına mahsustur. O kâfirlerin kısmî zaferi ise, o zikredilen mü'minlere âit faydalar içindir. |
﴾ 140 ﴿