154"Sonra o kederin ardından Allah, üzerinize sizden bir taifeyi (topluluğu) kaplayan güven verici bir uyku indirdi. Kendi canlarının kaygusuna düşmüş bir taife de, Allah hakkında haksız yere câhiliye zanlarına benzer zanlara kapılıyorlardı. Şöyle diyorlardı: "- Bu işten bize bir şey var mı?" (Resûlüm) de ki: "- Bütün iş (emr), şüphesiz Allah'ındır." Onlar sana açıklamadıklarını kendi içlerinde saklıyorlardı. Şöyle diyorlardı: "- Bu işten bize bir şey (fayda) olsaydı burada öldürülmezdik." (Resûlüm) onlara de ki: "- Evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, öldürülecekleri yerlere mutlaka çıkıp giderlerdi. Bu, göğüslerinizde bulunan (ihlâs ve nifak)lan sınamak (meydana çıkarmak) ve kaiblerinizdekileri temizlemek içindir. Allah, göğüslerinizde olanları hakkıyla bilen (A'lim)dir." A- "Sonra o kederin ardından Allah, üzerinize sizden bir taifeyi (topluluğu) kaplayan güven verici bir uyku incik di." Bu hitab hakiki mü'minler içindir. Âyette "sonra -- sümme" kelimesi, istenen mânâyı ifâde ettiği hâlde "mm ba'di / ardından" kelimesinin de zikredilmesi, fazla beyân ve nimetin büyüklüğünü hatırlatmak içindir. Nitekim, " Sonra Rabb'ın şüphesiz cehaletle kötü bir fiil işleyen, sonra bunun ardından da tevbe edip kendini düzeltenlerin lehindedir. Muhakkak ki Rabb'ın bu tevbeden sonra Gafûr'dur, Rahîym'dir." (Nahl 16/119) meâlindeki âyet de bu kabildendir. Kederin çeşitleri içinden yalnız korkunun, giderildiği belirtilmiştir. Çünkü mü'minler için o anda en mühim olan budur. Zira müşrikler, dönüp giderken Müslümanlara yine geleceklerini söylemişlerdi. Bundan dolayı Müslümanlar onların geri dönmeyeceklerinden henüz emin değillerdi. Zaten Müslümanlar henüz kalkanlarının altında tam teçhizat savaşa hazır durumda bekliyorlardı. İşte tam bu sırada Allahü teâlâ, onlara güven indirdi ve bir uyuklama hâli (nüâ's) onları tuttu. Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh) diyor ki: "O gün o korku hakliden sonra Allah (celle celâlühü), onları kaplayan bir uyuklama (nüa's) ile güven verdi. Zaten ancak kendini güvende hisseden kimse uyuklar ; korkan kimse uyuyamaz." Zübeyr b. Avvam (radıyallahü anh) da diyor ki: "Uhud savaşında korkunun en şiddetli anında ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in yanında idim. O sırada Allah, bize bir uyku indirdi Vallahi, ben Mu'tıb b. Kaşîr'in sözlerini duyuyordum. Uyuklama hâli beni de kaplamıştı; onun sözlerim rüyadaymış gibi duyuyordum. Şöyle diyordu: - Bu işten bize bir fayda olsaydı, burada öldürülmezdik." Ebû Talha Zeyd b. Sehl el-Ensarî (radıyallahü anh) de diyor ki: "Uhud savaşında bir ara başımı kaldırıp baktım ki, herkes kalkanının altında uyukluyor ve o hâlde başı öne eğiliyor. O gün beni de uyuklama tutmuştu. Oyle ki, kılıcım elimden düşüyordu, alıyordum. Sonra kamçım elimden düşüyordu, alıyordum." "...Yağşa tâifeten minküm /...sizden bir taifeyi kaplıyordu" ifâdesinden de açıkça anlaşıldığı gibi bu uyuklama hâli ancak bazı mü'minler için gerçekleşti." Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh) diyor ki: "- Onlar (uyuklama hâlinin kapladığı kimseler) Muhacklerle Ensar'dan büyük kısmı idi." Bu durum, âyetteki inzâlin umumi olmasına halel getirmez. B- "Kendi canlarının kaygusuna düşmüş bir taife (topluluk) de, Allah hakkında haksız yere câhiliye zanlarına benzer zanlara kapılıyorlardı. Şöyle diyorlardı "- Bu işten bize bir şey var mı ?" Kendi canlarını kurtarmaktan başka bir düşüncesi olmayan, yahut nefisleri, kendilerini keder ve üzüntüye garketmiş bir kısım insanlar da, Allahü teâlâ hakkında, düşünülmesi gereken doğru ve hak düşüncelerin dışına çıkarak câhiliyenin din anlayışına benzer şeyler düşünüyorlar ve "Bu işten bize bir şey var mı?" diyorlardı. O yanlış düşüncede olanlar sözde doğruyu öğrenmek için Resûlüllah'a: "- Allah'ın emrinden, nusret ve zafer va'dinden bize bir nasıp veya bir tedbir var mı? "diyorlardı. C- "(Resûlüm) de la (Kul): "- Her iş (emr) Şüphesiz Allah'ındır." Nihaî gaalibiyet Allahü teâlâ'nın ve O'nun dostlarınadır. Zira neticede her zaman gaalib olanlar, yalnız Allah'ın cemaatidir ya da tedbirin hepsi Allah'ındır. Zira Allahü teâlâ, işleri ilk takdirlerine uygun olarak tedbir buyurmuştur; ona hiçbir kuvvet engel olamaz. Ç- "Onlar sana açıklamadıklarını kendi içlerinde saklıyorlardı." Onlar sana açıklamadıkları bir takım şeyleri içlerinde gizliyorlar, yahut aralarında gizlice konuşuyorlardı. Onlar zahiren doğruyu öğrenmek ve nusret istemek için bunları sana söylüyorlar, içlerindeki, inkâr ve tekzibi gizliyorlardı. D- "Şöyle diyorlardı: "- Bu işten bize bir şey (fayda)olsaydı, burada öldürülmezdik." Bu cümle, makablinden doğan gizli bir sualin cevabıdır. Sanki, "- Onlar neyi gizliyorlar?" diye sorulmuş da onlar cevap olarak kendi içlerinde veya birbirlerine gizlice şöyle demişlerdir: "Eğer Muhammed’ in bize va'dettiği gibi, - işin hepsi Allah'a ait; gaalibiyet de Allah'ın ve dostlarının olsaydı, - eğer bu işin tedbir ve yönetiminde bizim de payımız bulunsaydı, burada yenilmezdik; bu savaşta bizden öldürülenler öldürülmezdi ve biz de Abdullah b. Ubeyy gibi evimizden ayrılmazdık." E- "(Resûlüm) onlara de ki (Kul): "- Evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine ölüm (kati) yazılmış olanlar, öldürülecekleri yere mutlaka çıkıp giderlerdi." Eğer siz dediğiniz gibi Uhud savaşma katılmayıp Medine'de, evlerinizde kalsaydınız, Levh-ı Mahfuz'da haklarında katil yazılmış olanlar, Allahü teâlâ'nın takdir ettiği yerlere herhangi bir sebeple mutlaka çıkıp gidecekler, orada öldürüleceklerdi ve Medine'de kalma azimleri kendileri için hiçbir yarar sağlamayacaktı. Çünkü Allahü teâlâ'nın belirlediği kaderin hükmü asla red ve iade edilemez. Bu âyet, onların bâtıl sözlerini pek kuvvetli bir şekilde reddeder. Nitekim Nisa (4) sûresinin 78. âyetinde şöyle buyrulur: "Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Velev ki iyi tahkim edilmiş kalelerde olun." Görüldüğü gibi burada sadece öldürüleceklerin zikriyle yetinilmeyip katlin vuku bulacağı mekân bile tâyin edilmiştir. İlâhî takdirde ölümün zamanının belli olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bir âyette de şöyle buyurulur: "Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an te'hir, ne de bir an takdim edilir." (A'raf 7/34) Rivâyet olunuyor ki, Ölüm Meleği Azrail (aleyhisselâm), bir gün Süleyman Peygamberin (aleyhisselâm) meclisinde bulundu ve meclistekilerden birine ürküntü verecek şekilde baktı. Azrail kalkıp gittikten sonra o adam: "Bu kimdi?" diye sordu. Süleyman (aleyhisselâm): "O, ölüm meleği Azrail idi" dedi. Adam korku ile: "- Ey Süleyman, beni rüzgârla başka bir âleme gönder! Çünkü o, bana korkunç bir nazarla baktı" dedi. Bunun üzerine Süleyman rüzgâra emir verdi. Rüzgâr onu dünyanın pek uzak bir ülkesine attı. Aradan çok geçmeden ölüm meleği, Süleyman (aleyhisselâm) a yine geldi ve dedi ki: "- Ben o adamın ruhunu şu saatte filan yerde almaya memur edildim. Ancak onu senin meclisinde görünce, kendi kendime: "- Bu adam o yere ne zaman ulaşır ki?!" diye hayret etmiştim. Sen de onu rüzgârla o yere göndermişsin; nihayet ben de onu orada buldum. Böylece Allahü teâlâ'nın emri, zamanında ve yerinde eksiksiz gerçekleştirilmiş oldu." "Kati" kelimesi, bir kırarete göre "kıtal / savaş" şeklinde de okunmuştur.. F- "Bu, göğüslerinizde bulunan (ihlâs ve nifak)ları sınamak (meydana çıkarmak) ve kalblerinizdekileri temizlemek içindir." Allah (celle celâlühü) bunu, kalplerinizdeki ıhlas ile nifakı denemek, ortaya çıkarmak, içinizdeki sırları dışarı vurmak ve kalplerinizi vesveselerden kurtarmak için yaptı. Bu cümle, mukadder bir fiilin, yine mukadder bir sebep ve illeti üzerine atıftır. Sanki şöyle denmiştir-: "- Allahü teâlâ, o yaptıklarını pek çok maslahat sebebiyle yaptı ve bir de içinizdekilerı denemek için..." G- "Allah, göğüslerinizde olanları hakkıyla bilen (A'lîm)dır." Allahü teâlâ, insanların kalblerinde neredeyse hiç çıkmayan, her zaman bulunan sırları ve gizli niyetleri gayet iyi bilir. Bu cümle, - ya arızî bir cümledir; Allahü teâlâ'nın, aslında denemeye ihtiyacı olmadığını, denemeğe benzer muameleyi de, mü'minlerı alıştırmak ve münafıkların hâlini ortaya çıkarmak; - ya da bir hâl cümlesidir; Allahü teâlâ'nın, o yaptıklarını insanları denemek ve kalblerin içini temizlemek amacıyla yaptığını; ifâde içindir. Bilindiği gibi Allah'ın (celle celâlühü), bütün bunları, deneme ve sınamaya ihtiyacı yoktur. O'nun ilmi, bütün gizli şeyleri kuşatmıştır. Bu ifâdede hem mükâfat va'dı, hem de azab vaîdi vardır. |
﴾ 154 ﴿