176"(Resûlüm) küfürde yarışanlar seni mahzun etmesin. Şüphesiz onlar hiçbir şekilde Allah'a zarar veremezler. Allah, onlara âhıirette bir nasıb vermemeyi diliyor. Onlar için büyük bir azab vardır." A- "(Resûlüm), küfürde yarışanlar seni mahzun etmesin." Hitabın değiştirilerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) a tevcihi, ilâhî teslıyeyi tahsis suretiyle onu şereflendirmek ve din işlerinin tedvir ve tedbirinin, Peygamber'e ait olduğunu bildirmek İçindir. Başka bir deyişle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e şöyle hitab edilmektedir: "- Ey Resûlüm Muhammed! Münafıkların veya mürtedlerin, ihtirasla rağbet ettikleri küfre düşmeleri seni kaygılandırmasın." Âyetin nazm-ı çekimdeki edebî incelik ("fi" harfinin kullanılması), onların küfürde karar kıldıklarını, işin başında da, sonunda da küfre büyük ilgi gösterdiklerini zımnen belirtir. Nitekim, "İşte onlar, iyiliklikte yarışanlardır." (Mü'minûn 23/ 61) âyetinde de "fi" harfinin kullanılması, bu âyette sözü edilen insanların hayırlara büyük ilgi gösterdiklerini, hayır için koşuştuklarını, hayır için yarıştıklarını hayır çeşitleri ile haşır neşir olduklarını bildirir. Ancak, "Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan cennetine koşun." (Al-i İmrân 3/133) âyetinde "fi" harfi yerine (nihayet anlamında) "ilâ" harfinin kullanılması, mağfiret ve cennetin, o koşuşmanın nihayeti ve gayesi olmasındandır. Bu âyette küfre koşuştukları anlatılan kimseler, söz konusu sefere katılmayan münafıklarla Yahudilerden bir topluluktur. Nitekim, "Ey Resûlüm! Kalbleriyle inanmadıkları hâlde ağızlarıyla’îman ettik' diyen (münafıklar) ile Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni mahzun etmesin." (Mâıde 5/41) âyetinde de bu iki fırka sarahatle belirtilir. Bir görüşe göre ise, bunlar, İslâm'dan dönen bir kavimdir. Bundan murad hangisi olursa olsun, onların "küfrün içinde koşuşanlar "olarak vasıflandırılmasi, bu hâllerinin, Resûlüllah! (sallallahü aleyhi ve sellem) kaygılandırabileceğıne işarettir. Yani, "- Ey Resûlüm! Onlar, küfre koşmak, küfrün hükümlerini uygulamak ve küfür ehline yardım için acele etmekle seni hüzünlendırmiş, üzmüş, kaygılandırmış olmasınlar." Bu âyetteki asıl mânâ, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan müteessir olmaması iken, nehyin onlardan yana tevcihi (onlar seni kaygılandırmasınlar; denmesi) onun müteessir olmamasını ziyadesiyle vurgulamak içindir. Zira tesiri nelıyetmek, teessürü de defaten ortadan kaldırmak demektir. Bir de, bazen nehiy, lâzıma tevcih edilirken, kastedilen melzûmun. (lâzımın bağlı olduğu aslın) nehyi olur. Meselâ, "seni burada hiç görmeyeceğim!" gibi. B- "Şüphesiz onlar hiçbir şekilde Allah'a zarar veremezler." Bu ifâde, onların Allah'a hiçbir zaman ve hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri hakikatini ortaya koymak suretiyle nehyin illetini beyân ve teselliyi ikmal eder. Yani onlar bu yaptıkları ile, Allah (celle celâlühü) dostlarına zarar veremeyeceklerdir. Âyette "Allah'ın dostlarına..." yerine "Allah'a..." denmesi, onları şereflendirmek ve Allah'ın dostlarına zarar vermenin Allahü teâlâ'ya zarar vermek gibi olduğunu bildirmek içindir. Bunda ziyadesiyle teselli mânâsı vardır. Bir diğer görüşe göre ise, onlar bu yaptıkları ile, Allahü teâlâ'nın mülkünden ve kudretinden hiçbir şeyi eksiltemeyecekler; demektir. Nitekim Ebû Zerr Cündüb b. Cünade el-Gıfarî' (radıyallahü anh), Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: "Allahü teâlâ buyuruyor ki sizin evveliniz ve âhiriniz, cinleriniz ve insanlarınız, en yüksek takva (etkaa)ya sâhib bir kimsenin kalbine sâhib olsalar; bu Benim mülkümde hiçbir şeyi artırmaz. Ve sizin evveliniz ve âhiriniz, cinleriniz ve insanlarınız, en günahkâr (efcer) bir kimsenin kalbine sâhib olsalar; bu, Benim mülkümden hiçbir şeyi eksiltmez." Ancak birinci mânâ, teselli ve illet (sebep) beyânı makamına daha uygundur. C- "Allah, onlara âhıirette bir nasib vermemeyi diliyor." Bu istinafı cümle, onların küfre dalmaya mübtela olmalarının İlâhî sırrını açıklıyor. Burada "Yürîdüllâhü / Allah irâde eder, diler" buyrulmak suretiyle irâdenin zikri, - onların âhiret nasibi (hazzı)nden mahrum kalmalarını ve - ilâhî azaba uğramalarını gerektiren gayet açık sebepler olduğunu bildirir. Zira Erhame'r-Rahimîn olan Allahü teâlâ'nın irâdesinin ona taallûku bunu gösterir. Hulâsa, Allahü teâlâ, âhirette onları hiçbir şekilde mükâfatlandırmak istemediği için küfürleri sebebiyle helâk oluncaya kadar azgınlıkları içinde bocalar hâlde bırakır. Ç- "Onlar için büyük bir azab vardır." Onlar için, bu genel mahrumiyetin yanında bir de tasavvur edilemeyecek kadar büyük bir azab vardır. Tefsir âlimleri derler ki; bir şeye koşmak, koşanın nazarında koşulan şeyin şânının pek büyük olduğuna ve kadrinin yüceliğine delalet eder. Burada da aralarında münasebet olsun diye onun mûcib olduğu azab büyük olarak vasıflandırılmış ve onların koştukları şeyin haddi, zâtında pek değersiz olduğuna dikkat çekilmiştir. |
﴾ 176 ﴿