187"Hani Allah, kendilerine Kitab verilenlerden mîsak (kesin söz) almıştı: "- Onu muhakkak insanlara açıklayacaksınız ve ondan hiçbir şeyi saklamayacaksınız." Onlar ise onu arkalarına attılar ve az bir bedel (semen-i kalîl) karşılığında dünyalıklar iştira ettiler. Satın aldıkları şey ne kötü!" A- "Hanı Allah, kendilerine Kitab verilenlerden misak almıştı : "- Onu muhakkak insanlara açıklayacaksınız ve ondan hiçbir şeyi saklamayacaksınız." Bu istinafı kelâm, kendilerine kitab verilenlerin mü'minlere yaptıkları bazı eziyetleri beyân etmek üzere zikredilmiştir. Bu da onların, kendi kitablarında yazılı hakikatleri gizlemeleri, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) in nübüvvetini gösteren delil ve belgeleri ketmetmeleridir. Bu âyetin başında yalnız peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) e mahsus olan emir fiili mukadderdir. Bundan önceki hitab, hem Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) e, hem de mü'minlere şâmil iken, burada hitab, umumdan tecrid ile yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e tevcih edilmiştir. Çünkü bu emrin konusu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e mahsus vazifelerdendir. Âyetin başında mukadder olan hatırlatma emrinin, bizzat ınaksûd olan hâdiselere değil de, vakte tevcih edilmesi "Ve iz.. / hani, hatırla o zamanı ki.." buyrulması, anlatma gereğini kuvvetle ifâde etmek içindir. Nitekim Bakara 2/30. âyetin tefsirinde izahı geçti. Bu, şu demektir: "- Ey Resûlüm! Hatırla o zamanı ki, Allahü teâlâ, kendilerine Kitab verilen Yahudi ve Hıristiyanlardan kesin söz almıştı. O kitabın içindeki bütün hükümleri, gelecekle ilgili, haberleri ve ezcümle Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ilgili haberleri -ki bu anlatımdan asıl maksat da odur- mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz!" Yahudi ve Hıristiyanların, kendilerine Kitab verilenler olarak tavsif edilmeleri hâllerini daha fazla takbih içindir. Açıklama emrinden sonra gizlememe nehyinin olması; - ya emredilen şeyin gerekliliğini kuvvetlendirmek içindir; - ya da emredilen açıklamadan maksad, Peygamberimiz'in nübüvvetini bildiren âyetlerin anlatılmasıdır. - Nehyedilen gizlemeden maksat da, bâtıl teviller ve haksız şüpheler ortaya atmaktır. B- "Onlar ise onu arkalarına attılar..." Onlar, çeşitli tekidlerle kendilerinden alınmış olan kesin sözü arkalarına ativerdiler; onu hiç gözetmediler ve ona asla iltifat etmediler. Bilindıği gibi bir seyi arkaya atmak, onu hiç önemsememek ve ondan tamamaıyla yüz çevirmek anlamında temsilî bir ifâdedir. Nasıl ki, bir şeyi göz önüne almak da, ona son derece ligi göstermek demektir. Bu ilâhî kelâm, bize şu hakikati açıkça bildirir: 1- Din alimlerinin hakkı açıklamaları ve kendilerine lütfedilmiş ilmi herkese anlatmaları kesin vazifeleridir. 2- Bu bilgileri dinen geçersiz her hangi bir gaye veya bu geçici dünyanın her hangi bir menfaati için gizlemeleri haramdır. 3- Rivâyete göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, ilmi ehlinden gizlerse, ateşten bir gemle gemlenir / Men keteme ilmen a'n ehlihı ülcemü bilecami min-nâr." Rivâyete göre Tabiînden Tavus, Vehb b. Münebbih'e şöyle demiştir: "- Ben öyle görüyorum kı, Allahü teâlâ, bu kitablar yüzünden sana azab edecektir. Vallahi, sen peygamber bile olsaydın, şimdi yaptığın gibi ilmi gizlersen, bana göre Allah şüphesiz sana azab eder." Yine rivâyete göre Tabiînden Muhammed b. Kâ'b el-Kurazr de şöyle demiştir: "- Ulemâdan hiçbirine, bildiğim söylemeyip sükût etmesi helâl değildir. Yine bir cahilin bilmediklerini sormayıp sükût etmesi de kendisine helâl değildir." Rivâyete göre Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "- İlim ehli bildiklerini öğretmezlerse, Allah cehil ehlini değil, ilim ehlinı sorumlu tutar." C- "...Ve az bir bedel (semen-i kalil) karşılığında dünyalıklar iştira ettiler." Onlar, açıklamakla emr ve gizlemekten nehyolundukları o kitab ile pek değersiz dünyalıklar, dünyevî imkânlar ve arzular satın aldılar. Asıl maksad, onların, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) in nübüvvetinin delillerinı ihtiva eden kitabın bir kısmını gizlemeleri olduğu hâlde, kitabın bütünüyle dünyalık satın aldıkları ifâde edikiliştir. Çünkü bu, kitabın tamamını gizlemekten farklı değildir. Zira o kitab ancak bununla tamam olmaktadır. Nitekim namazın bazı rükünlerini terk etmek, namazın tamamını terketmek olur yahut o kitabın bir kısmını gizlemek, tamamını gizlemek gibidir. İkisi de aynı derecede şenidir ve ilâhî azabı mûcibtir. Nitekim bir âyette meâien şöyle buyurulur: "Ey Resûlüm! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun risaletini yerine getirmemiş olursun." (Mâide 5/67) Bu âyette iştira etmek, satın almak, istiare yoluyla, hakikatleri gizlemeyi dünya metaına değişmek yerinde kullanılmıştır. Yani emrolundukları şeyi terk ettiler ve ona bedel olarak, dünya meramdan ve geçici zevklerinden pek önemsiz şeyler aldılar. Bu muamelenin, - muavaza akdi (alım-satım gibi karşılıklı ivaz öngürülen bir akid) olarak özellikle de iştira (satın alma) ile tasvir edilmesi (ki satın almada, alınan şeye rağbet, satılan şeyden de yüz çevirme anlamı vardır); - akdin esaslı bir unsuru olan satın alınan şeye de semen denmesi (ki aslında semen, mebiin bedelidir); - Kitabın yerini tutan "bihi" zamirine "b" harfinin dahil olması; bu İlâhî kelâmın edebî mükemmeliyetini ve onların hâllerinin de son derece şenî ve çirkin olduğunu gösterir. Zira onlar, değersiz olan şeyi, değeri son derece yüksek olan şeye tercih etmişler ve işi de tersine çevirip asıl maksadı vesile, vesileyi de maksad yapmışlardır. Bu eşsiz edebî ifâde ve mükemmeliyet, Kur’ân'ın yüce şânının ve yüksek edebiyatının bariz bir göstergesidir. Ç- "Satın aldıkları şey ne kötü !" Onların satın aldıkları bedel, ne de kötü bir şeydir! |
﴾ 187 ﴿