190

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaradılış (halk)ında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde (ihtilâfında) akıl sâhiblerı (ülü'l-elbâb) için âyetler vardır."

Bu istinafı cümle, daha önce ifâde edilen, kahir kuvvet ve tam kudretin Allahü teâlâ'ya mahsus olduğu gerçeğini daha da açıklamak üzere zikredilmektedir. Cümlenin "inne / şüphesiz" tekid harfi ile başlaması, mazmunun teshiline pek fazla önem verildiği içindir.

Göklerin, zât ve sıfat olarak bu şekilde, akılların en basit taraflarını bile anlamaktan hayrete düştüğü bir acayiblikde,

- yerin de zât ve sıfat olarak bu hârikalıkta yaratılmasnda;

- gece ile gündüzün birbiri ardınca dünyada oluşmasında;

- göklerin hareketler (harekâti's-semâvat)inde ve yerin duruşunda (konumunda),

- Güneşin doğuşunda ve batışında,

- senenin çeşitli zamanlarında bize yakınlığma ve uzaklığına bağlı olarak, gece ile gündüzün, uzayıp kısalmasında;

- mekânlara göre gece ile gündüzün değişmesinde bizim için elbette alınacak ibretler vardır.

Kuzey kutbuna yalan bölgelerde yaz günleri, bu kutubtan uzak olan bölgelerin yaz günlerinden daha uzun ve yaz geceleri de kutuptan uzak bölgelerin yaz gecelerinden daha kısa olur.

Ya da gece ile gündüzün değişmesi, kendi varlıkları itibâriyledir. Çünkü yerin yuvarlak olması, bazı yerlerde gece ve onun karşısında kalan yerlerde de gündüz, bazı yerlerde sabah, bazı yerlerde de öğle veya ikindi veya başka bir vakit olmasını gerektirir.

Önce gecenin zikredilmesi,

- ya gece asıl olduğu içindir; çünkü (kamerî) ay başları, geceden tesbıt edilir;

- ya da gece ile gündüzün birbirinin yerine geçmesinde gece, gündüze tekaddünı eder. Nitekim bir âyette şöyle buyurulur:

"Biz geceden gündüzü sıyırıp çekeriz." (Yasın 36/37) Yani geceyi gündüzden ayırırız; böylece gündüz gecenin yerine geçmiş olur.

İste bütün bunların yaradılışında akliselim sahibleri için birçok büyük kevnî âyetler vardır. Bu âyetlerin kemiyet ve keyfiyeti her türlü beyânın üstündedir. Bunlar, Allahü teâlâ'nın işlerinin ne kadar hârika ve acayib olduğunu gösterir. Daha önce de geçtiği, gibi, bütün bir kâinatta hükümranlık ve tam kudret Allah (celle celâlühü) a mahsustur.

Bakara (2) sûresinin 164. âyetinde söz konusu olan:

- gemilerin denizde yüzdürülmesi,

- yağmurların yağdırılması ve

- rüzgârlarla bulutların yönlendirilmesi bu âyette zikredilmemiştır. Çünkü burada maksad, hükümranlık ve kudrette Allahü teâlâ'nın istibdadıdını vurgulamaktır. Bundan dolayı burada buna delâlet eden en büyük kanı darla yetinilmiştir.

Bakara 2/164. âyette, ulûhıyetin Allahü teâlâ'ya mahsus olduğu zımnında geniş rahmet ile muttasif olduğu beyânı da vardır. Bunun için orada lütuf ve rahmet delilleri de, tevhid delilleri meyaninda zikredilmiştir. Zira orada belirtilen hususlar, Allahü teâlâ'nın ulûhiyet ve birliğinin delilleri olduğu gibi, O'nun rahmetinin de delilleridir.

Ülü'l-elbâb (akl-i selim sahibleri)dan murad:

- his ve vehim şaibelerinden arınmış,

- nefsanî alâkalardan sıyrılmış,

- zulmet engellerinden kurtulmuş olan;

- hakikatlerin mâhiyetlerini ve sıfatların hükümlerini,

- kâinatın ahvâlini ve gayb (ruhlar) âleminin sırlarını,

- kâinatın yaratıcısı ve hükümdarı Allah'ın son derece garib ve mükemmel işlerini derin derin düşünen;

- dahilde ve hariçte yaratılmış olan hârika İlâhî nizâmı anlamak için kafa yoran;

- ibret almak ve delil bulmak gözüyle bu âleme bakan;

- her varlıkta Hak sırrının hakikatini araştıran;

- devamlı Allahü teâlâ'yi tefekkür ve zikreden;

- Allah (celle celâlühü) tan başkasına hiç iltifat etmeyen;

- Allah (celle celâlühü) tan başkasına, ancak O'nun cemâlini müşahade etmenin aynası ve kemâl sıfatlarını mülâhaza etmenin vâsıtası olması cihetiyle bakan kullardır.

Çünkü:

1- İcad, yaratma ve örneksiz olarak yoktan var etme sahnesinde görülen bütün varlıklar, tevhid âlemine giden dümdüz birer yoldur;

2- Mecid (Şanlı) Yaradanı gösteren birer kuvvetli delildir;

3- Her varlık O'nun kudret delillerinin nâtıkıdır.

- Yok mu bu kâinattaki haykırışları duyup dinleyecek?

- Yok mu evrenin ilim ve hikmet haberlerini insanlığa duyuracak?

- Yok mu insanlara akılları nisbetinde hakikatleri anlatıp sorularına uygun cevaplar vererek hakka davet edecek?

Bu kâinat kitabı,

- bir yandan en vazıh ibarelerle sizinle konuşur, muhavere eder;

- bir yandan da en lâtif (ince, hoş) işaretlerle hakikatleri açıklar.

Böylece muhaverede muhatablarm ıbhamları (kapalı olarak ifâde ettikleri müşkülleri) ve tasrihleri de gözetikr. Nitekim şöyle buyrulur:

"Allah'ı hamd (övgü) ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; ne var ki sız, onların tesbihini anlamazsınız." (Isrâ 17/44)

İmdi kâinatın bu akıl almaz ahvâlini ve esrarını tefekkür eyle! Şüphesiz bunlarda basiret sahipleri için gerçekten ibretler vardır.

Rivâyete göre Âişe (radıyallahü anha) diyor ki:

"- Bir gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

"-- Ya Âişe! Bu gece Rabbıme ibâdet için bana izin verir misin?" dedi. Ben de:

Ya Resûlallah! Hiç şüphesiz ben sana yakın olmayı severim (leühkbbü kurbeke); senin arzularını da severim, (ve ühdbbü hevâke); ben sana izin verdim kad ezmtü lek)" dedim.

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) evde bulunan hır su kırbasına yanaştı ve tazla su dökmeden az bir su ile abdest aldı. Sonra namaza durup Kur’ân okudu ve ağlamaya başladı. Öyle ki, akan gözyaşları iki taraftan dudaklarına kadar indi. Sonra oturup Allahü teâlâ'ya hamd ü sena etti ve yine ağlamaya başladı. Sonra ellerini kaldırdı ve o kadar ağladı ki, baktim, akan gözyaşları önündeki yeri ıslatmış. Sonra Bilâl, sabah namazını bildirmek üzere gelip de, Resûlüllah in ağladığını görünce, ona:

Ya Resûlallah! Sen de mi ağlıyorsun? Oysa Allahü teâlâ, senin geçmiş ve gelecek günahlarını da bağışladı." dedi.

Bunun üzerine Resûlüllah

"- Ya Bilâl! Ben, Rabbime çokça şükreden bir kul olmayayım mı ?" buyurdu. 6

6 Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecıid-i Sarih Tercemesi Ve Şerhi, Diyanet İşlen Başkanlığı Yayınları, Ankara 1968, İkinci Baskı, Cilt: 4, Sayfa: 51 de Muğîre b. Şu'be (radıyallahü anh) tarafından rivâyet edilen buna benzer şu hadis vardır: "Nebî (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılmak için iki ayağı, yahut iki baldırı şişene kadar ayakta dururdu. Kendisine Âişe (radıyallahü anha) tarafından:

Resûlallah! Allah, senin işlenmiş ve işlenmesi farzedilmiş günahlarını mağfiret etmiştir. İbadette niçin bu kadar meşakkat ihtiyar ediyorsunuz?" denildiğinde: "- Ben şükreder bir kul olmayayım mı ?" diye cevap vermiştir.

Sonra sözlerine şöyle devam etti:

Ben nasıl ağlamayayım ki, bu gece Allahü teâlâ bana şu âyeti indirdi:

"Şüphesiz, göklerin ve bu yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahibleri için âyetler vardır." (Al-i İmran 3/190)

Sonra şunu söyledi:

"- Bu âyeti okuyup da üzerinde tefekkür etmeyene yazıklar olsun !"

Bir Rivâyete göre de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"- Bu âyeti iki çenesi arasında çiğneyip de mânâsını düşünmeyen (teemmül etmeyen)lere yazıklar olsun!"

Ali (radıyallahü anh)den rivâyet olunduğuna göre şöyle demiştir:

"Peygamberimiz geceleri ibâdet için kalkınca, misvak kullanırdı; sonra göklere bakıp:

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında..." (Al-i İmran 3/190) meâlindeki âyeti okurdu."

190 ﴿