195"Rabb'ları da onların dualarına icabet etti (ve şöyle buyurdu): "- Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir âmilin amelim zayi etmeyeceğim. Sizler bırbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurdlarından çıkarılanlar, Benim yolumda ezâ edilenler, savaşanlar ve öldürülenler var ya; iste Ben onların seyyiâtlarını elbette örteceğim ve Allah katında bir mükâfat (sevab) olmak üzere onları muhakkak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. En güzel mükâfat (husnü's-sevab) Allah katındadır." A- "Rabbları da onların dualarına icabet etti." Bu cümle, zikredilen duaların başındaki mukadder (lafzen değil, mânâ olarak mevcut olan) fiile (dediler) atıf olup bu dualara terettüp eden bir sonuçtur. (Mukadder cümleye atıf misalleri Kur’ân'da çoktur.) Nitekim, "Sonra o kendilerine zulmedenlere denildi ki" (Yûnus 10/52) cümlesi, mukadder olan "Onlara denildi ki: - Şimdi mi ona îmân ettiniz?" cümlesine atıftır. Yine, " Ve Biz onların kalplerini, mühürleriz..." (A'raf 7/100) cümlesi ile, " Onlara doğru yolu göstermedi mi?" (Secde:26) cümlesi mukadder bir cümle üzerine atıftır. Sanki şöyle buyrulmuştur: "- Onlar hidâyetten gaafil olurlar ve Biz de onların kalplerini mühürleriz." Ve birbirlerine atıf olan iki fiilin kıp olarak değişikliği de buna engel teşkil etmez. Çünkü birinci fiilin müstakbel olması (şöyle derler), duâ makamına münasip olan süreklilik mânâsını bildirmek içindir. Buradald fiıhn mazı kipi ile olması (icabet etti) ise, kabulün gerçekleştiğini bildirmek içindir. Nitekim ileride anlatılacağı gibi, " Siz Rabbinizden yardım dihyordunuz ve O da duanızı kabul buyurdu." (Enfâl 8/ 9) misalinde de birbirine atıf olan fiillerin kipleri değişiktir. Yahut bu âyet, kelâmın siyakından akla gelen gizli bir cümleye atıftır. Yani onlar, bu dualarla duâ ettiler ve bunun üzerine Rableri de dualarını kabul buyurdu. Yahut bu âyetin basındaki cümle, daha öne geçen "göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler" (Al-i İmran 3/191.) cümlesine atıftır. Ancak bu atıf, anılan düşünme ve tefekkürün, zikredilen dualarla birlikte mülâhaza edilmesi takdirinde sahih olur. Çünkü duaların kabul edilmesi mücerret tefekkürün sonucu değildir; fakat onların dualarının sonucudur. O mü'minlerin dualarının kabul edilmesi, netice olarak onların amellerine terettüp eden güzel vasıflarından olduğu için bu da, medihleri esnasında sayılan iyiliklerine (hasenata) dahil edilmiştir. Bu âyette, kemâle erdirmek mânâsını ifâde eden rubûbiyet unvanının onların zamirine izafe edilerek zikredilmesi (Rableri), mü'minler için apaçık teşrif olup İlâhî lûtfa mazhar oldukları anlamını verir. B- "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir âmilin amelini zayi etmeyeceğim." Übeyy (radıyallahü anh) in kıraetine göre, "Enni / şüphesiz Ben" kelimesi "bi enni" seklinde okunur. Bu "bi " harfi sebebiyet içindir. Bunun anlamı şudur: "Rabb'ları da dualarını kabul buyurdu. Çünkü şüphesiz Rabb'ları, her zaman geçerli âdeti (sünnetullâh) gereği olarak, insanlardan bir iş yapanın işini boşa çıkarmaz, amelini zayi etmez." Bu âyette mütekellim kipine (Ben zayi etmeyeceğim) ve "onlar" yerine "siz" zamirine dönüknesi, duaların kabulünün son derece önemsendiğini ve duâ edenlerin, hitap şerefi ile teşrif edildiklerini ortaya koymak içindir. Bu ifadeden murad, dualarının kabulünün sebebini beyân suretiyle kabul mânâsını tekid etmek ve bu kabulün ana sebebinin, duadan önce yaptıkları amelleri olduğunu, yoksa mücerret duaları olmadığını zımnen bildirmektir. Bu ilâhî va'din, akliselim sahibleri derecesine erişmeyen diğer amel sahiblerine de teşmil edilmesi, duaların kabulünün tekidi içindir. Allahü teâlâ'nın amellerin mükâfatını vermemesi, hakikatte amelleri boşa çıkarması, zayi etmesi değildir. Çünkü kulların amelleri, Allah katında mükâfatları zorunlu olarak mûcib değildir ki, mükâfatların verilmemesi hâlinde, ameller zayi edilmiş olsun. Gerçek bu iken âyette; - mükâfat verilmemesinin, amellerin zayi edilmesi şeklinde ifâdesi, - bu hâlin, Allahü teâlâ'dan sâdır olması imkânsız çirkin bir şey suretinde tasviri, - kulların amellerinin karşılığını vermek sanki Allahü teâlâ'ya vâcibmış gibi gösterilmesi, Allahü teâlâ'nın bundan münezzeh olduğunu beyân etmek içindir. "Enni" kelimesi bir kırâete göre "kini" olarak okunmuştur. Buna göre daha önce "dedi "kelimesi mukadderdir. Bu takdirde anlam: "Rableri de dualarını kabul buyurdu; dedi ki..." şeklinde olur. C- "Sizler birbirinizdensiniz." Bu arızî cümle, İlâhî mükâfat vaadinde kadınların da, erkeklerin seviyesinde mülâhaza edilmesinin sebebini açıklar. İnsanların birbirinden veya birbirinin cüz'ü olması, - ya bir asıldan türemeleri cihetiyle, - ya aralarındaki bağların pek kuvvetli olması cihetiyle, - ya da dinde ittifak, ortaklık ve birlik sağlayan davranışlar cihetiyledir. Rivâyete göre Ümmü Seleme Vakdemiz (radıyallahü anha), Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "- Ben, Allahü teâlâ'nın âyetlerini dinliyorum; erkeklerin hicretinden bahsediyor, kadınlardan ise bahsetmiyor / İnnî esmeu'-llâhe tea'lâ yezküru'r-ricâle fî'î-hicrati velâ yezküru'n-nisâe." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Ç- "Hicret edenler, yurdlarından çıkarılanlar, Benim yolumda ezâ edilenler, savaşanlar ve öldürülenler var ya ; işte Ben onların seyyiâtını elbette örteceğim ve Allah katında bir mükâfat (sevab) olmak üzere onları muhakkak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım." Bu bölüm, daha önce icmâlî olarak zikredilen amel için bir nevi açıklama ve onun bazı kısımlarını medih ve tazimdir. Burada geçen hicret, - ya şirki, - ya da din uğruna vatan ve akrabaları terk etmektir. Yurtlarından çıkarılmak da, - ya şirki terk etmek, - ya da hicretin kendisi demektir. İkinci mânâya göre ise, hicretin keyfiyetini, bunun cebir ve ikrah de olduğunu bildirir. Allah yolunda ezâ, mü'minlerin Allah'a olan îmânları sebebiyle ezâ görmeleri demektir. Bu ezâ, müşrikler tarafından uğradıkları bütün ezaları kapsar. "Savaştılar ve öldürüldüler" ifadesi, kâfirlerle savaştılar ve savaşlarda şehit oldular, demektir. Bir kırâete göre, "öldürüldüler ve savaştılar" mealinde, iki fiilin yerleri değiştirilerek de okunmaktadır. Zira buradaki "vav" (ve) harfi, tertip ifâde etmez. (Dolayısıyla anlamda bir değişildik yoktur.) Yahut burada kastedilen mânâ, bazılarının öldürülmesi, bazılarının da savaşmasıdır; yoksa her ferdin, zikredilen bütün vasıfları taşıması demek değildir. Çünkü eğer her ferdin, bütün bu vasıfları taşıması kastedılse, o zaman bu vasıfların yalnız bir kısmını taşıyanların (mesela, savaşıp da şehit düşmemiş olanların) amelinin zayi edilmiş olması lâzım gelir. "İste Ben onların elbette seyyiâtlarını (kötülüklerini) örteceğim" cümlesi de, genel va'd (hiç kimsenin amelini boşa çıkarmam)den sonra özellikle duâ edenlerin dilediklerim sarahaten verme va'didir. "Onları, muhakkak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım" ifâdesi duâ edenlerin, daha önce zikredilen "Ey Rabbimiz! Peygamberlerin lisanıyla va'dettiklerini de bize ver!" şeklindeki dualarına işarettir. Onların kötülüklerinin örtülmesi ve cennete konulmaları elbette mükâfatlandırılmalarıdır. Sevab veya mükâfatın Allah katından olması, bu mükâfatın şerefim belirtir. Allahü teâlâ katin dan olan bu mükâfatın pek yüksek bir şerefi vardır. D- "En güzel mükâfat Allah katındadır." Bu arızî cümle, bir zeyl mâhiyetinde olup makablini açıklar. Sevabın veya mükâfatın en güzelinin, Allahü teâlâ katından olması, - O'na mahsus olması, - Allahü teâlâ'nın kudret ve lûtfuyla olması, - başkasının hiçbir şekilde onun en küçük kısmına bile muktedir olmaması, - başkasının ona hiçbir dahli olmaması demektir. Hicret edenlerin, yurdlarından çıkarılanların, Allah yolunda ezaya uğrayanların, savaşanların ve savaşta ölenlerin kötülüklerinin örtüleceği ve cennete konulacakları va'dinden önce amellerin boşa çıkarılmayacağının, zayi edılmiyeceğinin belirtilmesi, İlâhî muamele tarzının ne kadar lütûfkârca olduğunu apaçık bildirir. Bu da, o ihsan sahibi Allahü teâlâ'nın şânının ne kadar yüce olduğunu gösterir. |
﴾ 195 ﴿