24"Evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı. Ancak Mâlik olduğunuz cariyeler müstesna. Bunlar Allah'ın size yazdıklarıdır. Bunlardan ma'dası (ile) iffetli olarak, zinadan kaçınarak mallarınızdan mehir vermek suretiyle evlenmek istemeniz de size helâl kılındı. O hâlde kendilerinden, faydalandığınız (istimta' ettiğiniz) kadınlara mehirlerini bir fariza olarak verin. Mehrin kesinleşmesinden sonra birbirinizi razı etmenizde bir günah yoktur. Allah, her şeyi hakkıyle bilen (A'lim)dir, hükümlerinde hikmet sahibi (Hakîm)dir." A- "Evli kadın (muhsane)larla evlenmeniz de size haram kılındı." "Muhsane", evli kadın demektir. Muhsane denmesi, kocası ya da velisi tarafından harama düşmekten korunduğu içindir. Evli kadına (fail sıygası ile) "muhsıne" de denir; çünkü evli kadın, - fercini (namusunu) kocası dışındaki erkeklerden korur, - ya da kocasını harama düşmekten korur. Bazı müfessirlere göre (muhsane kelimesinin mastarı olan) "ihsan", Kur’ân'da şu dört mânâda kullanılır: 1- burada olduğu gibi "evlilik"; 2- bu âyetteki "muhsinîn" kelimesinde olduğu gibi "iffet"; 3- 25. âyette geçen "muhsanât" kelimesinde olduğu gibi "hür"; 4- 25. âyette geçen "fe izâ uhsınne" cümlesinde olduğu gibi "İslâm". Nitekim "uhsınne" fiili, bir görüşe göre, "Müslüman olduklar zaman..." şeklinde tefsir edilmiştir. Âyetteki "muhsanât" kelimesi, evli kadınlar demek iken, ondan sonra "mine'n- nisa / kadınlardan" kelimesinin zikredilmesi, tekid için olup "muhsanât" kelimesinin, erkeklere de şâmil olma vehmini kaldırmak içindir. Nitekim "muhsanât" kelimesinin, enfüs'ün (nefislerin) sıfatı olduğu da vehmedilmişim. (Bu vehme göre erkeklere de şâmil olur.) B- "Ancak mâlik olduğunuz cariyeler müstesna." Bu istisna, nev'in cinsten ayrılması kabilindendir. Âyette mülkiyet, yeminlere (sağ ellere) isnat edilmiştir ki, kelime kelime tercemesi "sağ ellerinizin mâlik olduğu", demektir. Çünkü mülkiyet, genellikle sağ el ile yapılan bir akidle gerçekleşir. Bu mâlikiyet, köleler ve özellikle kadın köleler için kullanılır. Zaten burada da kastedilen kadın kölelerdir. Cariyeler hakkında mülkiyet ifâdesinin kullanılması, hür kadınlar hakkında kullanılan nikâh mülkiyetine tekabül ettiği içindir. Burada akıl sahibi olmayan varlıklara ilişkin "mâ" harfinin kullanılması, cariyelerde bulunan kölelik kusuruna işarettir. (Zira onlar bu sıfatlarından dolayı, hür insanların bütün mükellefiyetleri ile mükellef değillerdir.) - Cariyelerden murad, ya bütün cariyelerdir. Bu takdirde istisna, bütün fertlerini değil, fakat bir kısmını tahrim hükmünün dışına çıkarmak içindir. Bunun anlamı şudur: "Mutlak olarak bütün evli kadınlarla evlenmeniz size haram kılındı, ancak mâlik olduğunuz evli cariyeler müstesna; çünkü onlar, mutlak olarak muharramattan (nikâhları haram olan kadınlardan) değildir. Fakat onlardan nikâhı haram olmayan bir kısım da vardır ki, onlar, kocasız olarak veya Diğer bir görüşe göre mutlak, olarak (kocaları yanlarında olsa da) esir alınan cariyelerdir; " - Cariyelerden murad ya da özellikle savaşta esir alınanlardır. Bunun da anlamı: "Evli kadınlar size haram kılındı, ancak savaşta esir alınan evli kadınlar müstesna; çünkü onların nikâhları kısmen, yani mâlikleri olmayanlar için meşrudur." Savaşta esir alınan cariyelerin, mâlikleri için kölelik mülkiyeti ile helâl olmaları ise nassın delâletinden çıkar. Çünkü nikâh mülkiyeti ile kölelik mülkiyetinin hükümlerinin illeti aynıdır. Fakat bu helâl olma hükmü âyetin ibaresinden anlaşılmaz. Çünkü bikndiği üzere âyetin nazmı, âyette sayılan nıkâhlanmaları haram olan kadınlara ilişkindir. Burada nikâh mülkiyeti hükmü ile faydalanması haram olan kadınlar beyân edilir. Kölelik mülkiyeti hükmü ile bu kadınlardan faydalanmanın hürmetinin (haram olmasının) sübtitu ise, nassın delâletiyledır. Bunda istisna asla câri değildir. (Yani âyette sayılan muharramâttan, kölelik mülkiyeti ile helâl olan hiçbir kadın yoktur.) Savaşta esir alınan kadınların, eski kocalarından, bir görüşe göre mübayenet (ayrılık), bir görüşe göre de esaret ile kesin olarak boşanmış sayıldıkları hâlde, bunların âyette evli kadınlardan sayılmaları, insanların o zamanki inançlarına binaendir. Çünkü insanlar, esir alınan kadınların, eski kocalarından boş sayıldıklarını henüz bilmiyorlardı. Nitekim rivâyete göre Ebû Said Sa'd b. Mâlik el-Hudrî (radıyallahü anh) diyor ki: "Evtas savaşında evli kadınlardan çok esir aldık. Ancak onlarla cinsel ilişkide bulunmak istemedik. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e sorduk: "- Ya Resûlallah! Neseblerinı ve kocalarını bildiğimiz kadınlarla nasıl cinsel ilişkide bulunacağız?" İste bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Biz de o esir kadınları kendimize helâl saydık." Ebû Said ci-Hudrî'den gelen bir başka rivâyete göre: "O zaman Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri ile bir münâdı, yüksek sesle şunu ilân etti: "Dikkat edin! Hâmile kadınlar doğum yapıncaya, hâmile olmayanlar da âdetten temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişkide bulunmayın!" Böylece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) istibrâdan (hamile olmadıkları anlaşıldıktan) sonra onlarla ilişki kurmayı bize mubah kıldı." Bu hükmün bu âyetin nüzulüne bağlanması, âyetin bu hüküm için nâzıl olduğuna delâlet etmez. Çünkü hükmün bu âyetin nüzulüne bağlanması, âyetin her hangi bir veçhile o hükmü ifâde etmesine bağlıdır; lâfız ve ibare olarak onu ifâde etmesi şart değildir. Ebû Said el-Hudrî (radıyallahü anh) den gelen bir diğer rivâyete göre de bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur: "Birtakım evli kadınlar, kocalarından ayrı olarak Resûlüllah'ın yanına hicret ediyorlardı. Bazı Müslümanlar da bu kadınlarla evleniyorlardı. Sonra da bu kadınların eski kocaları çıkıp geliyorlardı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların, o muhacir kadınlarla evlenmesini yasakladı." Bu rivâyete göre, âyetteki muhsanât, kocalarının da İslâmı ve hicreti tahakkuk eden veya beklenen muhacir kadınlar demektir. İşte bundan dolayıdır ki, o kadınlar Müslüman olup hicret ettikten sonra da ihsan (evli kadın) vasfını zayi etmemişlerdir (onlara yine muhsanat denmiştir). Bu yasak, tahakkuk etmiş fahrim (kocası da Müslüman olup hicret edenler) içindir ve İslâm ile hicreti beklenenlerin hâlinin bilinmesi halindedir. Yoksa bunların dışındakilerin haram olmakla bir alakası yoktur ve onlara bu isim. (muhsanat / evli) de verilemez. Bunun aksi nasıl olabilir ki, esir alınan kadın ile kocası aynı dinde oldukları hâlde esir alınmakla, aralarındaki alaka kesildiğine göre, Müslüman olup hicret eden kadın ile kocası arasındaki alakanın kesilmesi öncelikle gerçekleşir. Nitekim, "Eğer sız de onların îmân etmiş kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Bu kadınlar onlara helâl değildir; onlar da bu kadınlara helâl değildir." (Mümtehıne 60/10) mealindeki âyet de, bu gerçeği ifâde eder. C- "Bunlar Allah'ın size yazdıklarıdır." Allahü teâlâ, âyette zikredilen kimselerin nikâhının haramlığını size farz olarak yazdı. Siz de Allah'ın (celle celâlühü) farz olarak yazdığı bu hükümlere bağlı kalın. Bir kırâete göre: "Kitabellâh" tamlaması, "kütübullah" olarak da okunmuştur. Bunun anlamı, "bunlar, Allah'ın size farzlarıdır" olur. Diğer bir kırâete göre de: "Kitabe" kelimesi, mazi fiil olarak "ketebe" şeklinde okunmuştur. Bunun da anlamı, "Allah (celle celâlühü) bunları farz olarak yazdı" olur. Ç- "Bunlardan başkası ile iffetli olarak, zinadan kaçınarak mallarınızdan mehir vermek suretiyle evlenmek istemeniz de size helâl kılındı." Âyetin "ve uhıllle leküm - size helâl kılındı" ile başlayan bu cümlesi, daha önceki 23. âyetin "hurrimet a'leyküm / size haram kılındı" ile başlayan cümlesine atıftır. Bu iki cümle arasında "Kitabe-llâhi a'leyküm / Bunlar Allah'ın size yazdıklarıdır" cümlesinin zikredilmesi, zikredilen haramları muhafazaya ziyadesiyle sevketmek içindir. Bir kırâete göre bu cümledeki "helâl kılındı" anlamındaki "uhılle" fiili, fail sıygasiyla "ehalle / helâl kıldı" olarak da okunmuştur. Bu takdirde anlam: "Daha önce zikredilen kadınlardan başkasının nikâhı yalnız olarak veya başkasıyla beraber size helâl kılındı, yahut Allah bunu size helâl kıldı." olur. Bir görüşe göre, burada ifâde edilen helâl kılma hükmü, mutlak olarak bütün haller için değildir ki, bir kadın ile onun halasını veya teyzesini birden almak da bu mutlak ifâdenin kapsamına girsin. Buradaki başka kadınları helâl kılma hükmü, mutlak değil kısmîdir; ancak bazı hallere, münferid nikâhlamalara mahsustur; bunun da helâl olmasında şüphe yoktur. Bir kadın ile halasını veya teyzesini cem'etmenin (birden almanın) haram olması, buna halel getirmez. Nitekim bilindiği üzere: 1- iddette bekleyen bir kadının nikâhının, 2- üç talakla boşanmış olan bir kadının nikâhının, 3- dört karısı olan bir adamın beşinci bir kadın ile nikâhının, 4- hür kadınla evli bir kimsenin câriye bir kadın ile nikâhının, 5- mulâane yapılan (kocası tarafından zina ile dört kere suçlanan ve beşincisinde lanet okunarak suçlanması tekrar edilen) bir kadının nikâhının hürmeti (haramlığı), - birincisinde iddetten sonra, - ikincisinde başka biriyle evlilik yapıp ondan da boşandıktan sonra, - üçüncüsünde dört karısından birini bosadıktan ve iddeti bittikten sonra, - dördüncüsünde hür karısını bosadıktan sonra, - beşincisinde karısını zina ile suçlayan kocanın, kendiliendim tekzib etmesinden sonra nikâhlarının helâl olması, eski hükümlere halel getirmez. "En tebteğû biemvaliküm / mallarınızla istemeniz" ifâdesi mallarınızı alacağınız kadınların meliklerine sarfetmeniz demektir. "Muhsinîn" kelimesi, kale, hisar, muhkem, sağlam, koruma, himaye anlamına "hısn "kökünden gelir; iffetli olmak, nefsi ayıplama ve cezayı gerektiren hallerle düşmekten korumak demektir. "Müsâfihıin" kelimesi, sifah kökün dendir ki, zina ve fuhuş demektir. Bunun mastarı sefh'tir ki, meniyi dökmektir. Zira zinadan maksat budur. Yani edep yerinizi haramdan koruyarak ve meninizi zinakâr kadınlara dökmeyerek, demektir. D- "O hâlde kendilerinden faydalandığınız (istimta' ettiğiniz) kadınlara mehirlerini bir fariza olarak verin." Burada faydalanmaya konu olan, ya kadınların kendileridir, ya da onlarla ilgili fiillerdir. Bu cümle, şart cümlesi olarak da, sıla-mevsûl cümlesi olarak da tefsir edilebilir. Şöyle ki: 1- kadınların hangi ferdinden veya nikâh ve halvet gibi hangi ikimden faydalanıyorsanız, 2- kadınlardan faydalandığınız ferdin veya söz konusu fiillerinin karşılığı olarak takdir edilmiş yahut onlar için size farz kılınmış olan ücretlerini, yani mehirlerini verin. Mehir, ücret olarak ifâde edilmiş, çünkü melik, kadınların bedenlerinin, kadınlıklarmın ücretidir (bu yoldan elde ettikleri bir nevi güvencelerdir). E- "Mehrin kesinleşmesinden sonra bırbirinizi razı etmenizde bir günah yoktur." Mehrin takdirinden sonra kadının, mehrinin bir kısmını kocasına bağışlaması veya tamamından onu ibra etmesi hâlinde hiçbir sorumluluk kalmaz. Nitekim daha önce geçen bir âyette de meâlen: "Kadınların mehirlerinni gönül hoşluğu ile verin; eğer onlar o mehrin bir kısmını gönül rızâsı ile size bağışlarlarsa, artık onu afiyetle yeyin." (Nisa 4/4) ve diğer bir âyette de: "Ancak kadınların meliklerinden vazgeçmesi hâli müstesna." (Bakara 2/ 237) buyurulur. Karşılıklı anlaşmaya, takdir edilen mehri arttırmayı da dahil etmek, erkeklerden sorumluluğun kalkması ile uyuşmaz. Çünkü erkeklerin, kararlaştırılmış mehri artirarak vermelerinde kendileri için bir sorumluluk düşünülemez. Ancak âyette kocalara yapılmış olan hitabın, tağiib (erkeklerin kadınlara galip kılınmaları) yoluyla yapıldığı söylenirse, o zaman bir sakınca kalmaz. Çünkü zevcelerin, kararlaştırılmış mehrin fazlasını almaları hâlinde sorumlulukları düşünülebilir. Bir görüşe göre de, buradaki karşılıklı rızâ ve anlaşma, nafaka ve benzeri hususlarla ilgilidir. Bir başka görüşe göre de, bu karşılıklı anlaşma, beraber yaşamak veya ayrılmak ile ilgilidir. Ancak bu son iki görüşü "min ba'di'l-ferîdah / mehrin kesinleşmesinden sonra" ifâdesi ile bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü bu son iki görüşteki hususların, mehrin kararlaştırılması ile bir bağlantısı yoktur. Ancak eğer bu ayrılmadan, muhalaa (kadının bir bedel karşılığında boşanma hakkını elde etmesi) ise, bu görüşlerin önünde bir engel kalmaz. Bir görüşe göre de, bu âyetteki "feme-stemta'tüm bihi minhünne fe âtü hünne ücûrahünne / kadınlardan istimtâ ettiğinizde, faydalandığınızda veya kendilerinden faydalandığınız kadınlara ücretlerini hemen verin" cümlesi, müt'a nikâhı hakkında nazil olmuştur ki, bu nikâh, bir gün veya daha fazla, ama belli bir zaman için yapılan nikâhtır. Buna müt'a nikâhı denmiştir. Bu nikâhtan amaç, kadından faydalanmak ve kadının da kendisine verilen ücretten faydalanmasıdır. Müt'a nikâhı, Mekke-i Mükerreme fethedildiğinde üç gün helâl kılınmıştı. Sonra da bu hüküm nesholundu. Zira rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) müt'a nikâhını helaâl saydıktan sonra ertesi gün: "Ey insanlar! Ben size müt'a nikâhı ile bu kadınlardan faydalanmanızı emretmiştim; şimdi haberiniz olsun ki, Allah onu kıyamet gününe kadar kesinlikle haram kıldı." diye ilân buyurdu. Bir görüşe göre ise, müt'â nikâhı, iki kere helâl kılınmış; iki kere de haram kılınmıştır. İbn Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyet olunduğuna göre, kendisi ölümüne yakın, müt'a nikâhının caiz olduğuna dâir olan görüşünden dönmüş ve: "Allah'ım! Müt'a nikâhı ile sarf (dirhem ve dinarın mübadelesi) hakkındaki görüşümden tevbe ediyorum!" demiştir. {İbn Abbâs'ın ilk görüşüne göre, dirhemin dirhem ile ve dinarın da dinar ile mübadelesi, peşin olduğu takdirde birbirinden fazla da olsa, ribâ (faiz) olmaz.} F- "Allah, her şeyi hakkıyle bilen (A'lîm) dir, hükümlerinde hikmet sahibi (Hakim) dır." Allah Teâla, kullarının içinde bulundukları hâl ve şartları hakkıyle bilir ve onlara meşru kıldığı hükümleri hikmetler üzerine bina eder. |
﴾ 24 ﴿