65"Öyle değil (Felâ)! Rabb'ına andolsun ki (Ve rabbike) aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapmadıkça, verdiğin hükümden dolayı da içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan onu tamamen kabullenmedikçe îmân etmiş olmazlar." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Yüce Allah'ın emriyle hükmettiği hâlde tahkim sıygasının kullanılması şu hakikati bildirmek içindir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in mutlak hâkim olduğu nazara alınmasa bile, onu kendi aralarında hakem kabul ederek hükmüne rızâ göstermeleri lâzımdır. Daha açık bir deyişle bunun anlamı şudur: "Ey Resûlüm! Rabbine yemin olsun ki: - Taraflar, aralarındaki ihtilafları halletmek, için senin hükmüne baş vurmadıkça, - Senin yapacağın muhakeme ve murafaaya muvafakat etmedikçe, - Senin verdiğin hükümden gönüllerinde hiçbir sıkıntı, yahut hiçbir şüphe duymadan hem zahiren, hem de bâtmen ona tam bir itaat ve teskmiyet göstermedikçe îmân etmiş olmazlar." Bir görüşe göre, bu âyet-i kerîme, söz konusu o Yahudî ile münafık hakkında nazil olmuştur. Diğer bir görüşe göre ise, bu âyet Zübeyr (radıyallahü anh) ile zahiren Müslüman geçinen Medîneli bir şahıs hakkında inmiştir. Şöyle ki: Bu ikisi Harre mevkiindeki hurma bahçelerini sulamayla ilgili olarak aralarında çıkan uyuşmazlığm halk için Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) başvurmuşlar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "- Ya Zübeyr! Sen bahçelerini sula, sonra suyu komşuna bırak !" buyurmuş. Medîneli, kızmış ve : "- Senin halanın oğlu olduğu için mi ?" demiş. O zaman Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüz ifâdesi değişmiş ve bu sefer : "- Ya Zübeyr! Sen bahçelerini sula, sonra sular duvarlara dayanıncaya kadar suyu tut ve hakkını tam olarak kullandıktan sonra suyu komşuna bırak !" buyurmuş. Peygamber Zübeyr (radıyallahü anh)e verdiği ilk emirde, hasmının hakkı olmadığı hâlde ona lûtufkâr davranmasını istemişti. Fakat o Medîneli, Resûlüllahı (sallallahü aleyhi ve sellem) iltimas yapmakla itham edince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Zübeyir'in (radıyallahü anh) hakkını sarih bir hükümle tam olarak vermiştir. Onlar, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in huzurundan çıktıktan sonra yolda Mikdad b. Esved (radıyallahü anh)in yanından geçerken o: "- Resûlüllah kimin lehine hükmetti?" diye sormuş ve zahiren Müslüman geçmen Medîneli de, ağzının bir tarafını bükerek: "- Halasının oğluna hükmetti! "demiş. Mikdad'ın (radıyallahü anh) yanında bulunan bir Yahudî de, onun ne demek istediğini anlamış ve şöyle demişti: "- Allah, bunları kahreylesin ! Bunlar, Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şahadet ediyorlar, sonra da aralarında hükmederken verdiği bir hükümden dolayı onu itham ediyorlar. Allah'a yemin olsun ki, Mûsa'nın hayâtında biz bir kere böyle bir günah işledik; Allah, ondan dolayı bizi tevbeye davet etti ve: "- Nefislerinizi öldürün !"dedi. Biz de o emri yerine getirdik (Fefea'lna) ve bizden öldürülenlerin sayısı (kâfirlerle yaptığımız savaşlarda) yetmiş bin kişiye ulaşti ve nihayet Rabbimiz bizden razı oldu." Bunun üzerine Sabit b. Kays b. Şemmas ((radıyallahü anh) öl.633): "- Vallahi, şüphe yok ki, Allah benim doğru konuştuğumu bilir; eğer. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), nefsimi öldürmemi bana emretse, kesinlikle nefsimi öldürürüm !" dedi. Bir rivâyete göre, bunu söyleyenler Sabit b. Kays, İbni Mesüd ve Ammar b. Yask (radıyallahü anh) idiler. O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurdu: "- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, benim ümmetimden öyle erler var ki, onların kalblerindeki îmân, sarsılmaz dağlardan daha sağlamdır." İşte bu âyet-i kerîme, bu zâtların şânı hakkında nazil olmuştur. |
﴾ 65 ﴿