78

"Her nerede olursanız olun; ister yüksek ve sağlam burçlar içinde olun ölüm sizi gelip bulur. Onlara bir iyilik dokunsa:

"- Bu Allah katındandır." derler. Başlarına bir kötülük, gelince de:

"- Bu senin yüzündendir." derler.

Sen onlara de ki:

"- Hepsi de Allah'tandır."

Bu güruha ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar."

A- "Her nerede olursanız olun ; ister yüksek ve sağlam burçlar içinde olun ölüm sizi gelip bulur."

Bu ibtidaî (makablinden bağımsız) kelâm, (başkasının sözlerini nakletmek değil., ) doğrudan doğruya Allahü teâlâ katından gelmekte ve muhatablara tevcih edilmektedir. Bundan önce Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vâsıtasıyle dünyanın önemsizliği ve âhiret hayâtının yücekgi belirtilmişti. Şimdi bu ifâde ile muhatablar ilzam ediliyor.

Yani hazarda ve seferde her nerede olursanız olun, ölüm sizi mutlaka bulur. Oysa sız, ölüm sebebidir, ölüm sahasıdır; diye savaşı sevmiyor ve kurtuluş yoludur, diye de savaşa gitmeyip evlerinizde oturmak istiyorsunuz.

"İdrâk / erişmek, varmak, ulaşmak" kelimesinin de işaret ettiği gibi onlar ölümden kaçıyor, ölüm de onları kovalıyor.

Hulâsa,  ister savaş meydanlarında, ister büyük olaylar ortasında olun size yazılan ömürden hiçbir şey eksiltilmeyecek ve her nerede olursanız olun; ister yüksek kalelerin burçlarında, ister içi su dolu hendeklerle çevrik saraylarda olun ölüm sizi mutlaka bir gün yakalayacaktır.

Tabiînden Süddî ve Katâde diyorlar ki:

"Buradaki burçlardan murad, göklerin burçlarıdır."

B- "Onlara bir iyilik dokunsa :

"- Bu Allah katındandır" derler. Başlarına bir kötülük gelince de :

"- Bu senin yüzündendir." derler."

Sen onlara de ki (Kul):

"- Hepsi de Allah'tandır."

Bu ibtidaî kelâmın, Müslümanlardan hikâye edilenlerin akabinde zikredilmiş olması, aralarındaki münasebetten dolayıdır; zira her ikisinde de, her iki grubun sevmedikleri şeylerin, o şeylerin gerçekleşmesinde dahli olmayan başka nesnelere isnadı ve ondan dolayı da o nesneleri sevmemeleri ifâde edilmektedir.

"Onlara — hüm" zamiri, Yahudiler ve münafıklar içindir. Rivâyet olunuyor ki, önceleri onların rızıkları geniş idi. Nihayet Peygamber Medine'ye gelince, onları îmâna davet buyurdu. Onlar da, İslâm'ı inkâr edince, bazı mâk sıkıntılara mâruz kaldılar. İşte o zaman dediler ki:

"- Bu adam ile Ashabı, buraya geldikten sonra semere ve ekinlerimizde hep azalma görüyoruz."işte, "Ve in tuskbhüm seyyietün yekuulû hâzihi min ı'ndik / başlarına bir kötülük gelince de:

"- Bu senin yüzündendir, derler" kelâmı, bunu ifâde eder. Yani onlara nimet ve bolluk gelince, onu Allahü teâlâ'ya; ama başlarına kıtlık ve yolduk gelince de onu sana izafe ediyorlar. Nitekim,

"Başlarına bir fenalık gelince de, Mûsâ ve onun beraberindekileri uğursuz sayarlardı." (A'raf 7/131) mealindeki âyette de onların seleflerinin hâli anlatılır. İşte Yahudilerin bu yanlış nisbetleri üzerine hepsinin icmâli olarak Allahü teâlâ'ya isnadı gerektiği açıklanmak suretiyle onların bâtıl iddialarının reddi ve susturulmaları emredildi. Daha açık bir deyişle Allahü teâlâ Resulüne onlara şöyle söylemesini emretti:

"- Ey Resûlüm! Sen onlara de ki; nimet de, musibet de, yaratılış ve ıcad olarak Allah (celle celâlühü) katındandır. Sizin iddianızın aksine, onların gerçekleşmesinde benim hiçbir dahlim yoktur. Fakat iyilik (hasene) bizzat Allah

teâlâ'nın lûtfudur. Kötülük (seyyie) ise, buna mâruz kalanlara verilen ceza olarak, kendi günahları sebebiyledir."

Nitekim beyânı gelecektir.

"Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandır." (A'raf 7/131) mealindeki âyet de onların seleflerinin iddialarına verilen reci cevabıdır. Yani onların başlarına gelen hayır ve şerrin sebebi, başkasının elinde değil bizzat Allahü teâlâ katındadır.

C- "Bu güruha ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar."

Bu kelâm, başkasının sözlerinin hikâye edilmesi değildir. Onları cehaletle ayıplayan, hâllerini kınayan ve onların aşırı hamakatine yadırgatan bizzat Allahü teâlâ'dır.

Bu cümle, gizli bir sualin cevabı da olabilir. Sanki:

"- Onlara ne oluyor ve ne yapıyorlar ki, onlara taaccüb edilsin ?" diye bir sual sorulmuştur.

Daha açık ve teferruatlı bir deyişle şöyle demek isteniyor:

- Onlar, söz anlamıyor veya anlamak da istemiyorlar.

- Çünkü eğer, onlar söz anlamış olsalardı Kuranın bu ve bu mânâdaki diğer nassları doğrultusunda her şeyin Allahü teâlâ katından geldiğini;

- Nimetin lütuf ve ihsan yoluyla, musibetin de kulların günahlarından dolayı ceza olarak verildiğini bilir ve,

- Mûsa'nın (aleyhisselâm) Kitab'mda, İbrâhîm'in (aleyhisselâm) Suhufunda dile getirildiği gibi

"Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez." (Necm 5.3 /38) âyetinin anlamını kavrar ve kendi cinayetlerini başkasına isnad etmezlerdi.

78 ﴿