88"(Ey Müslümanlar!) Size ne oluyor da o münafıklar hakkında iki fırkaya (fieteyn) ayrılıyorsunuz? Allah, onları kazandıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını (idlâl ettiğini) siz hidâyete erdirmek (doğru yola iletmek) mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırmış ise sen onun için hiçbir yol bulamazsın." A- "(Ey Müslümanlar!)Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki fırkaya ayrılıyorsunuz ?" Bu istifham da inkâr ve red içindir. Bu hitab, bütün mü'minleredir; fakat muhtevâsındaki kınama, mü'minlerden bazılarına yöneliktir. "- Ey Müslümanlar! Size ne oldu ki, münafıkların durumu, îmânı hakkında ihtilafa düşüp iki fırkaya ayrıldınız?" Bu istifham. - münafıklar hakkında ihtilafa düşmeyi mazur gösterecek bir sebeb bulunmadığını, - münafıkların kâfir ve onların küfrünü ifâde etmenin kesinlikle zorunlu, - küfrünü açığa vuranlar hakkındaki hükümlerin münafıklar için de geçerli olduğunu açıklar. Bu âyette onların kâfir olarak değil de, münafık olarak zilaredilmesı ise, eski vasıfları itibariyledir. Bu konuda değişik görüşler vardır: 1- Bu âyette söz konusu edilenler, münafıklardan bir topluluk idi. Bunlar, Medine hastalığını bahane ederek sahraya çıkmak için Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin istediler ve sahraya çıktıktan sonra da merhale merhale uzaklaşıp nihayet müşriklere iltihak ettiler. Bu hâdiseden sonra Müslümanlar, o münafıklar hakkında ihtilafa düştüler. 2- Bunlar, Mekke'den Medine'ye hicret eden bir cemaat idi. Sonra hatâlarını anlayıp geri döndüler ve Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Biz, senin dinindeyiz; Medine'den ayrılmamızın sebebi yalnız, Medine'nin hastalıği ve memleket hasretimiz idi!" diye mektup yazdılar. 3- Bunlar, Müslüman oldukları hâlde hicret etmeyen bazı kimselerdi. 4- Bunlar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Uhud savasına çıkan sonra geri dönen bir gruptu. Ancak bundan sonraki âyette gelecek "Onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin." ifâdesi, bu görüşün sıhhatine engeldir. 5- Bunlar, deve sürüsüne saldırıp Resûlüllahin (sallallahü aleyhi ve sellem) çobanını öldüren Urenlilerdir. Ancak bundan sonraki âyetlerde, onlarla yapılan barış ve savaş muamelesinin keyfiyetiyle ilgili zikredilecek hususlar, bu görüşü reddeder. Zira bu Urenliler, yakalanıp öldürülmüş ve onlar hakkında hiçbir ihtilaf da nakledilmemiştir. B - "Allah, kazandıklarından dolayı onları baş aşağı etmiştir." Bundan önce mü'minlerin münafıklar hakkında ihtilafa düşmelerim gerektirecek herhangi bir sebep olmadığı beyân edilmişti. Simdi burada bundan önceki inkâr tekid edilmekte ve inkâr konusu şeyin vukuu garipsenmektedir. Yani Müslümanlara soruluyor: "- Onların küfründe ihtilafa düşmenizi gerektiren şey nedir? - Oysa onların küfründe ittifakınızı gerektiren şartlar gerçekleşmiştir. Şöyle ki: - Onlar irtıdad ve müşriklere iltihak etmiş, Resûlüllahin (sallallahü aleyhi ve sellem) aleyhine dönmüşlerdir. - Allahü teâlâ da onları eskisi gibi küfre döndürmüştür. Diğer bir görüşe göre ise, Allah o münafıkları baş aşağı cehenneme göndermiştir, demektir. C- "Allah'ın saptırdığını (idlâl ettiğini) siz hidâyete erdirmek mi istiyorsunuz ? Allah kimi saptırmış ise sen onun için hiçbir yol bulamazsın." Burada hitab, münafıkların mü'mm olduklarını söyleyenleredir. Onlar bu iddialarından dolayı kınanıyor ve imkânsız bir şey için çalışmakla suçlanıyorlar. Daha açık bir deyişle onlar, Allahü teâlâ'nın saptırdığını hidâyette göstermeye gayret etmekle itham ediliyorlar. Çünkü o münafıklar, îmân ve hidâyetten uzak oldukları hâlde onların îmânına hükmetmek ve onların hidâyetini iddia etmek, onları hidâyette göstermeye çalışmak demektir. "Allah'ın saptırdığına sız mi hidâyet ediyorsunuz?" değil de "Allah'ın saptırdığına siz mi hidâyet etmek istiyorsunuz?" buyrulmak suretiyle inkârın irâdeye tevcih edilmesi, inkârda mübalağa içindir. Zira bu ifâde ile, bunun kendisinin mümkün olması şöyle dursun, isteği (kâdesi)nin bile mümkün olmadığı açığa kavuşturulmuş oluyor. Burada hidâyeti ve idlâk, onlara hükmetmek mânâsında anlamaya imkân yoktur. Çünkü, "- Ey Resûlüm! Allah'ın saptırdığı kimse için artık sen hiçbir yol bulamazsın." ifâdesi buna engeldir. Allahü teâlâ, bir kimsede dalâlet yaratmışsa, onu doğru yola getirmek asla mümkün değildir. "Allah kimi sapıtmış ise sen onun için hiçbir yol bulamazsın." cümlesindeki imkân sizlik; "Allah lamı saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek yoktur." (Ra'd 13/33, Zümer 39/23, 36, Mü'min 40/33) meâlindeki âyetlerde de ekle getirilir. Buradaki hitabın muhatabların her ferdine tevcih edilmesi, bunu bukna imkânsızlığının, tek tek bütün insanlar için geçerli olduğunu zımnen bıldirmek içindir. |
﴾ 88 ﴿